İzmir 3 Nolu’da ne oluyor?

Dosya Haberleri —

İzmir Aliağa Cezaevi

İzmir Aliağa Cezaevi

  • Siyasi tutsak Erdoğan Üçar, sivil toplum kuruluşlarına ulaştırılmak üzere gönderdiği 8 sayfalık mektupta, İzmir 3 Nolu T Tipi Kapalı Cezaevi’nde yaşanan keyfiyet, hukuksuzluk ve ihlallerin boyutunu ortaya koydu. Ağır bir tecrit altında tutulduklarını belirten Üçar’ın aktarımları İzmir 3 Nolu T Tipi’nin işkencehaneye dönüştürüldüğünü gözler önüne seriyor.
  • Erdoğan Üçar: "Ortak tanıdığımız bir kişiyle aynı zarfla mektup gönderemiyoruz. Bize gönderilmiş mektup zarflarının üstündeki pullar teker teker yırtılıp alındıktan sonra veriliyor. Kürtçe, potansiyel suç dili görülüyor. Yemekler çiğ, bozukluğu naneyle örtüyorlar. Bir an önce sivil kurum ve kuruluşlar İzmir 3 Nolu T Tipi hapishanesine heyetler göndermesi gerekiyor."
  • ÖHD İzmir Şubesi Eşbaşkanı Avukat Şükran Öztürk, "Mektupta ayrıntılı olarak anlatılan ihlaller, İmralı Ada Hapishanesinde tutulan Sayın Abdullah Öcalan'a dönük tecritin sistemselleştiğini göstermektedir. Mektupta bahsedilen hukuka aykırılıklardan en dikkat çekici olanı aykırılıklara karşı hukuk sisteminin işlemediğidir” ifadelerini kullandı.

MİHEME PORGEBOL

Siyasi tutsak Erdoğan Üçar, sivil toplum kuruluşlarına ulaştırılmak üzere gönderdiği 8 sayfalık mektupta, tutulduğu İzmir 3 Nolu T Tipi Kapalı Cezaevi’nde yaşanan keyfiyet, hukuksuzluk ve ihlallerin boyutunu ortaya koydu. Ağır bir tecrit altında tutulduklarını belirten Üçar’ın aktarımları İzmir 3 Nolu T Tipi’nin bir çeşit işkencehaneye dönüştürüldüğünü gözler önüne seriyor.

Mektubuna 4 yılı aşkındır İzmir 3 nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda tutulduğunu belirterek başlayan Üçar, “Bu süre zarfında hemen her sorunun çözümünü muhatabımızla paylaşımlarımız sonucunda talep ettik. Çeşitli zaman ve zeminlerde paylaşılan ama bir türlü çözülmeyen sorunlarımız var. Ancak hiçbir kurumun (ne resmi kurumlar ne de sivil toplum kuruluşları) duyarlılık gösterip çözülmesi girişiminde bulunacağını düşünmüyoruz” diyerek, mektubu tarihe not düşmek amacıyla kaleme aldığını vurguluyor. Üçar, sorunların tümünün bulunduğu cezaevinden kaynaklanmadığını da ekleyerek kiminin bakanlık, kiminin kampüs, kimi sorunun ise kurum idaresinden kaynaklandığını söylüyor. 30 kişi bir arada kaldıklarını ve tecrit altında olduklarını ifade eden tutsak, 8 başlık ve 27 maddede aktardığı sorunları bu sorunların çözümüne dair ne kadar resmi kanal varsa kullandıklarını ancak yine de sorunların hiçbirinin çözülmediğini, hatta dönüş bile alamadıklarını söylüyor.

Hiçbir kurumun umurunda değiliz

Sorunları anlattığı ilk başlıkta ağır bir tecrit altında olduklarını ifade eden Üçar, tecridin boyutlarını dört maddeyle aktarıyor. 3 Nolu’daki tutsakların çoğunun ailesinin Diyarbakır, Batman, Mardin gibi Kurdistan illerinde ikamet ettiğini, bu yüzden tutsakların ailelerine yakın illere sevk talep ettiğini ancak taleplerinin yanıtlanmadığını belirten tutsak “5275 sayılı Kanun ve Yönetmeliklerle her hafta ziyaret edilme hakkı tanınmış olsa da bu haktan yararlanmamız imkânsız hale getirilmiş, aile ve dış dünyadan tecrit edilmiş durumdayız. Kanunda yapılan değişikliklerle ziyaret süreleri bir buçuk saate çıkarıldı. Ancak bildiğin gibi, bize hala 45 dakikalık bir süre tanınmaktadır. Beni, bizi geçtim, bırakalım hukuku, adaleti, vicdani açıdan da bakılırsa ta Diyarbakır, Mardin veya Batman’dan 24 saat yolculukla gelen bir anneye 45 dakikalık (ki o da personelden kaynaklı gecikmeler bile-arama vs., bu süreden kesilmekte, ortalama 35-40 dakikaya düşmektedir) görüşme süresi tanınması kabul edilebilir mi sence? Ve bu hiçbir devlet kurumunu, hiçbir sivil toplum kurumunun umurunda değil. Bir annenin çocuklarıyla 24 saatten daha uzun bir yolculuk sonrasında yeterli sürede görüşme yapmasını sağlama girişiminde bulunmayan bir insan hakları kurumunun insan haklarıyla ne ilgisi var?” diye sordu.

Görüş hakları engelleniyor

Telefon görüş haklarının da kesintiye uğratıldığının anlatıldığı mektupta “Ailelerimizle haftada 10 dakika (görüntüsüz) telefonla görüşebiliyoruz. Bu hak adlilere 30 dakika görüntülü telefon şeklinde uygulanmaktadır. Herhangi bir nedenle haftalık ziyarete çıkmamışlarsa bu hak ek 30 dakikalık görüntülü telefon şeklinde telafi edilmektedir. Ancak biz 10 dakikalık hakkımızı bile doğru düzgün kullanamıyor, sistem arızalarına takılabiliyoruz. Sadece bu bile Anayasa, uluslararası sözleşmeler ve 5275 Sayılı kanunun 2. Maddesinde güvenceye alınmış ‘ayrımcılık yasağı’nın ihlalinin hangi düzeyde olduğunu gözler önüne sermeye yeterlidir bence” ifadelerine yer verildi.

Koşullu salıverilmeler...

Keyfiyet, hukuksuzluk ve ihlallere dair mektupta yer alan diğer aktarımlar ise şöyle: “Biz burada aynı davadan (farklı dosyalardan yargılansak bile) hüküm giymiş 30 arkadaşız. Bunlardan yarısından fazlasının sudan sebeplerle verilen hücre cezalarıyla koşullu salıverilme hakları geri alınmış (infazları yakılmış), geriye kalan arkadaşların da infazlarının yakılmasına karar verilmiş gibi görünüyor.

Her birimizin ayrı ayrı kronik hastalıkları olmasına rağmen tedavilerimiz için gerekli hassasiyetler gösterilmemektedir. Revire çıkmakta güçlük çektiğimiz zamanlar ağırlıklıdır. Dilekçe verdiğimiz halde çıkarılmadığımız için ya sorunu kapı nöbetçisi personel üzerinden çözmeye çalışıyoruz, ya başmemurluğa ulaşmaya çabalamak zorunda bırakılıyoruz. Bu arayış ve çabalar da çoğunlukla tartışmalara, rahatsızlıklara neden olabiliyor.  Hastane randevularımıza çoğunlukla askerin arama adı altında yaptığı rencide edici uygulamalara itirazlarımız dolayısıyla ya iptal ediliyor ya da başka bir tarihe ertelenmek zorunda kalıyor. Oysa askerin aramasına varıncaya kadar oda çıkışında aranıyor, ardından duyarlı kapıdan geçiyor, üst aramalarımız elle yapılıp ayrıca dedektörle aranıyoruz. Mont, hırka ve ayakkabılarımız X-ray cihazından geçiriliyor. Asker aramasında arkamızı dönmemiz isteniyor. İtiraz ettiğimizde ‘Bana diz vurmayacağını nerden bileyim’ ya da omzundaki bayraklı armayı gösterip ‘Bunu önünde eğmem’ gibi ilginç cevaplar alıyoruz. İlaç tedarikçisi eczaneler yazılan ilaçlara her zaman muadil ilaç gönderiyor. Oysa bizlerin bazı muadil ilaçların farklı yardımcı maddelerine karşı alerjisi var.

Yemekler çiğ veriliyor

Uzunca bir süredir yemekler nitelik ve nicelik açısından sorun haline gelmiş, aşırı yağlı, salçalı ve baharatlı çıkarılmaktadır. Bu konudaki taleplerimizi ciddiye alınmamakta, gıda mühendisleri tarafından düzenlendiği belirtilmektedir. Aynı şekilde ekmekler hamur çıkarılmaktadır (çoğu zaman) ve ayrıca aylardır baklagil yemekleri (nohut, fasulye, barbunya, mercimek) çiğ halde verilmekte pirinç ise adeta yarısına su değmemiş gibi. Düşünsene hemen hemen hiçbir yemek sade çıkmamakta, bulgur bile nane dolu. Artık hangi koku, hangi bozukluk örtülmeye çalışılıyorsa. Bütün bunlar adeta sindirim sistemimize açık bir saldırı şeklinde, sistemli olarak devam etmektedir.

İç çamaşır, çorap, havlu, terlik yasak

Limit dolmadığı halde (kişi başı 200 lt) çeşitli zamanlarda su kesintileri, özellikle yaz aylarının en sıcak günlerinde yapılması, sistematik bir bezdirme çabası gibi görünüyor. Yazın soğuk suda böyle yapılıyor, kışın sıcak su… Hemen her gün karşılaştığımız elektrik kesintileri tahammül edilebilecek durumu aştı. Özellikle mesai saatlerinden sonrasına denk gelmesi ise ayrıca dikkat çekici.

Burada yaklaşık bir yıldır iç çamaşır, çorap, havlu ve terlik idare ve gözlem kurulu kararıyla dışarıdan almak (ailelerin gönderdiği ya da getirdiği) yasaklandı. Makul bir gerekçe sunulmuyor.

Hak savunucularımıza kendi konforları yetiyor

Ortak tanıdığımız bir kişiyle aynı zarfla mektup gönderemiyoruz. Bize gönderilmiş mektup zarflarının üstündeki pullar teker teker yırtılıp alındıktan sonra veriliyor. Defalarca bilgi edinme hakkı kapsamında bunun hangi amaçla ve hangi kanuna dayanarak yapıldığını öğrenmek istediğimi bildirecek dilekçeler yazsam da dilekçelerime cevap verilmedi. Oysa uygulama haberleşme hakkımıza negatif bir müdahale anlamına geliyor. Uygulama hala devam etmektedir. Avukatla görüş yaptığımız odalarda pandemi sürecinde teması engellemek amacıyla araya şeffaf plastik bir panel konulmuştu. Pandemi süreciyle ilgili bir uygulamaydı. Ancak kalıcı hale getirildi, kaldırılmasını talep ettik, reddedildi. İşin tuhaf yanı ise bundan rahatsız olması gereken avukatlarımızın bunu kanıksamış olmasıdır. Her geldiklerinde çıkar çıkmaz bunun için Baroya başvuracaklarını söyleseler de söz konusu başvuru yapılmıyor. Ben görmedim ama avukat görüşüne çıkan arkadaşlarımız avukatın oturduğu tarafa vantilatör konulduğunu ve daha önce araya konulmuş şeffaf plastiğin tavana kadar yükseltildiğini ama bizim oturduğumuz tarafın havasız ve sıcaktan oturulamayacak durumda olduğunu söylüyorlar. Üzülerek görüyoruz ki hak savunucularımıza kendi konforları yetiyor. İdarenin uygulamasıyla, aynı uygulamaya ortak olduklarını da baroya hiç yazıyorlar mı bilmiyoruz tabii. Belki de bizden iğrendiklerinden tokalaşmayı engelleten plastik (teması engelleyen) işlerine geliyordur. Keşke baronun da bu konudaki fikrini öğrenme imkânımız olsaydı.

Sorunlu uygulamalar kalıcı hale getiriliyor

Aramalarla ilgili sorunlarımızı paylaşmakta ve çözüm getirilmesini talep etmekte zorlanıyoruz. ‘Personelimiz yanlış yapmaz’ ön kabulü ile yaklaşıldığı için ne karşılaştığımız arama biçimlerini anlatmamıza izin veriliyor ne de sizlerin paylaştığı ziyaret girişinde karşılaştığınız sıkıntıları ifade edebiliyoruz. Bu şekilde sorunlu uygulamalar kalıcı hale getiriliyor. Ziyaretçiler zaman zaman karşılaştığı arama biçimlerine dair rahatsızlıklarını paylaştığında, ilgililere çözülmesi için paylaşımda bulunuyoruz. Fakat hiçbir zaman personelin yanlış yaptığı kabul edilmemiştir. Bu ziyaretlerde 80 yaşındaki bir anneyi (üstelik 30 yıldır ziyaretlere gelmesine rağmen hiçbir zaman karşılaşmadığı biçimdedir) çoraplarını çıkartmak zorunda bırakmanın nasıl bir izahı olabilir biz bilmiyoruz açıkçası.

Kürtçe, potansiyel suç dili görülüyor

Dışarıdan gönderdiğiniz Kürtçe kitaplar inceleme adı altında aylarca tutulmaktadır. Çoğunlukla geç de olsa verilmektedir fakat Kürtçe, potansiyel suç dili olarak görüldüğü için bir kelime ile bile yasaklama yoluna gidilmektedir. Daha önce kurum dışına gönderdiğimiz dilekçeler kaybolduğu için şikayetlerin giderilmesi amacıyla bir formül geliştirildi. Sonuç da alındı. Ancak devletin resmî kurumlarına yazdığımız dilekçelerimize, savcılık talep veya şikayetlerimize karşılık “hukuka ve yasaya aykırı bir durum olmadığı, dilekçe sahibi hükümlüye bilgi verilmesi” şeklinde cevap verip, resmen dilekçelere blokaj koyuyor.

İşkence çığlıkları

Erdoğan Üçar, mektubu ulaştıktan kısa bir süre sonra ailesiyle yaptığı açık görüşte 3 Nolu’da yaşanan fiziki işkenceleri de anlattı. Çoğunluğu hukuki haklarının bilgisinde olmayan gençlerden oluşan adli tutsakların ağır işkencelere maruz bırakıldığını ifade etti. Hapishanenin bütün angarya işlerinin bu gençlere yaptırıldığını da ekleyen Üçar, sık sık dövülerek işkence gören gençlerin çığlıklarını duyduklarını, zaman zaman bu seslerden uyuyamadıklarını, bu yüzden de sivil kurum ve kuruluşların bir an önce İzmir 3 Nolu T Tipi hapishanesine heyetler göndermesi gerektiğini iletti.

***

ÖHD: İmralı tecrit sistemi yayılıyor

Mektupla ilgili olarak görüşlerine başvurduğumuz Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) İzmir Şubesi Eşbaşkanı Avukat Şükran Öztürk ise “Mektupta ayrıntılı olarak anlatılan ihlaller, İmralı Ada Hapishanesinde tutulan Sayın Abdullah Öcalan'a dönük tecridin sistemselleştiğini göstermektedir” dedi. “Sayın Öcalan'a kesintisiz uygulanan tecrit birçok yerde dile getirdiğimiz gibi siyasi iktidarın bu ülke için istediği politikasının ilk uygulamasıdır” diyen Öztürk, “İmralı tecrit sistemi olarak adlandırılan politik uygulamalar tüm cezaevlerinde daha sonra da toplumsal alanlarda uygulama buldu. Mektupta bahsedilen hukuka aykırılıklardan en dikkat çekici olanı aykırılıklara karşı hukuk sisteminin işlemediğidir. Adalet Bakanlığı'na yazılan mektuplar ulaşmıyor infaz savcılığınca verilen cevapların ise gereken denetleme ve incelemeden uzak, masa başında kopyala-yapıştır şeklinde verildiği görülmektedir. Bu durum bağımsız ve tarafsız olması gereken hakim ve savcıların artık siyasi iktidarın memuru haline geldiğini gösteriyor” ifadelerini kullandı.

Hapishaneler toplumun aynasıdır

ÖHD olarak gerek Sayın Abdullah Öcalan'a uygulanan tecrit ve hukuksuzluğu gerekse de tüm cezaevlerinde pandemi uygulamasıyla kalıcı hale getirilen hak ihlallerini her zaman dile getirdiklerini ve hukuki tüm başvuruları yaptıklarını belirten Öztürk, “Ancak gerek sözlü olarak yaptığımız görüşmelerde gerekse yazılı olarak itiraz ve davalara verilen cevaplar yine hukuk kurallarına aykırı bir şekilde gerekçesiz matbu oluyor malesef. Mektupta da bahsedilen ‘Bakanlığın sözlü talimatı’ anlatımı buna örnektir. Bu tür şikayetleri çok alıyoruz ve bu nedenle cezaevi savcıları ile heyet halinde görüşme taleplerimizde anlatıyor ve soruyoruz. Savcı bize not aldığını ve araştırma yapacağını söylüyor ancak bir sonraki görüşmede yine not alıyor. Biz “daha önce de söyledik” dediğimizde ‘olmaz öyle şey’ diyor. Yani siyasi iktidarın politik söylem ve tavırları hakim ve savcılarda da karşımıza çıkıyor. Bu durum, cezaevi idaresinin keyfiyetinin -ki yönetmelikler ile zaten yasal mevzuata alınmış durumda- asla cezalandırılmayacağı garantisi olduğunu gösteriyor. Hapishaneler toplumun aynasıdır. Hapishane de sağlığa ulaşım, haber alma hakkı, aile hayatının dokunulmazlığı, denetlenmeyen ihalelerle işletilen kantinler ve hiçbir anlamı olmayan yasaklar bir sorun sarmalı olarak ilerliyor. Ancak görülmesi gereken bu ihlaller giderek toplumsal alanlarda da yerini bulacaktır. Biz ÖHD olarak bu ülkede hukuk sisteminin tekrar işlemesi ve hukuk düzenlemelerinin daha özgürlükçü olması için ulusal ve uluslararası tüm insan hakları mekanizmalarını kullanıp tüm alanlarda mücadele etmeye devam edeceğiz” dedi.

Öztürk, ayrıca mektubu İzmir Barosu’na da ileteceklerini ve Baronun cezaevi komisyonuyla yapılacak istişarelerden sonra genel bir çalışma yürüteceklerini de ekledi.

 

Erdoğan Üçar'ın yazdığı mektubun tamamını şu linkten okuyabilirsiniz: justpaste.it/ce5es

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.