Kadın denetiminin yeni biçimi
Kadın Haberleri —

Dilan Cudi Saruhan
- ‘Hayatın olağan akışına aykırı’ olarak mesajlaştığı gerekçesiyle tutsak edilen sanatçı Dilan Cudi Saruhan, duruşunun aslında Türkiye’deki denetim mekanizmasının kadına bakış açısını net bir şekilde gösterdiğini söylüyor. Saruhan kadın, Kürt ve muhalif olmanın keyfi cezalandırmaya yettiğine de işaret ediyor.
Kürt halkına yönelik iktidarın saldırı, asimilasyon, yasak ve soykırım politikalarından en çok nasibini alan kesimlerden biri de Kürt sanatçılar. Sokaklarda Kürtçe şarkı söylemenin dahi “suç” olarak gösterildiği Türkiye’de sokak müzisyenleri saldırıya uğruyor, gözaltına alınıyor. Onlarca Kürt sanatçı ise yargılanarak uzun yıllar tutsak ediliyor. Buna rağmen her koşulda sanat, müzik, tarih gibi birçok alanda kültürel değerler yaşatılmaya devam ediyor. Bu mücadelede yer alan isimlerden biri de tutsak sanatçı Dilan Cûdî Saruhan.
Arkadaşlarıyla yaptığı mesajlaşmalar “hayatın olağan akışına aykırı” görülerek “örgüt üyeliği” suçlamasıyla 9 yıl hapis cezası verilen Saruhan, 13 Aralık 2017 tarihinden beri Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi’nde tutsak ediliyor. Tutsaklık sürecinde de üretmeye devam eden Saruhan, cezaevinden Jin News’ten Marta Sömek’e yaptığı açıklamada tutsaklık koşullarını anlattı.
Sağlık hizmetinden mahrumuz
Hak ihlallerinin cezaevinde yaşadıkları sorunların birincil gündemini oluşturduğunu belirten Saruhan, “Beden ve iradenin tahakküm ya da denetim altına alınmaya çalışıldığı her yerde hak ihlallerinin olmaması doğanın tabiatına aykırı. Elbette ben de burada bulunduğum süre içerisinde birçok hak ihlaline maruz kaldım. Her şeyden önce altı yıldır tutuklu bulunduğum dosyanın hala sonuçlanmaması benim için başlı başına bir hak ihlali. Fakat cezaevinde yaşadığım/yaşadığımız hak ihlallerinin başında sağlık hakkı gelmekte. Kelepçeli muayene bu konudaki en büyük sorunumuz. Özgürlüğümüzden mahrum olsak da insan onuruna yakışır bir şekilde sağlık hizmeti almak tüm tutsakların hakkı. Bu hak tüm hukuk devletlerince güvence altına alınmasına rağmen kolluk kuvvetlerinin muayene odasında bulunması ve muayene esnasında kelepçenin açılmaması ne etik ne de hukuki. Özellikle bu durum siyasi tutsaklara baskı amaçlı dayatılmakta ve işkence haline dönüşmekte” ifadelerini kullandı.
Yasak içinde yasak
Cezaevi idaresinin de kendilerini bazı haklardan yoksun bırakarak ayrı bir cezalandırma sistemine tabi tuttuğunu ekleyen sanatçı, “Zaten hapishanede yasaklama kararları dışında siyasiler için alınan başka karar yok. Ya her şey çok çok yasak ya da çok çok sınırlı” dedi.
Dîlan Cûdî Saruhan, kendisi hakkında tutuklamaya gerekçe gösterilen “hayatın olağan akışına aykırı” mesajlaşmaları üzerine “Benim duruşum aslında Türkiye’deki denetim mekanizmasının kadına bakış açısını göstermekte. Burada ‘hayatın olağan akışına aykırı olmak’ kişinin kimliğinden, cinsiyetinden, yaşadığı ve doğduğu yerden bağımsız ele alınmamakta. Zaten kişi tüm bu etmenlere sahip olsun, biriyle mesajlaşsın ya da mesajlaşmasın o kişi ‘hayatın akışına aykırı’ kişidir. Suç üretme potansiyeline sahip gözüyle bakılmakta. Özgürlükten yoksun bırakma sıradan, ‘olağan’ bir hale geldiği için lehime deliller olmasına rağmen ‘hayatın olağan akışına aykırı’ gibi bir bahaneyle cezaevine konuldum. Sosyal medyadaki muhalif paylaşımlarım ve bilgisayarımdaki Kürtçe şarkılar ‘örgüt üyesi olma’ma yetti. Yani kadın olmak, Kürt olmak, muhalif olmak ya da o olmak suçluluk kanaati için yeterli bir gerekçe olarak görülmekte” diyerek cezalandırmanın keyfiyetine değindi.
Üretimi muhafaza etmek daha zor
Cezaevinde de devam ettiği sanatsal üretimleri üzerine de “Sanatsal üretim denen şey biraz da kolektif bir çalışmayla ortaya çıktığı için cezaevinde zorluk boyutunu malzemeye ulaşma ve üretimi muhafaza etme noktasında yaşadım. Burada en basit kırtasiye malzemeleri bile yasak. Bazı şeylerin ya satışı yok ya da yasak. O yüzden malzemeyle ilgili birçok şeyi hayal gücüne, deneme yanılma yöntemine bıraktım ve keşfetmeye çalıştım. Makyaj malzemeleri kullandım, dikiş nakış yama yaptım. Ya da hazır nesne biriktirmeye çalıştım. Ancak üretimi muhafaza etmek ya da malzemeyi korumak büyük sorun. Her ay düzenli ‘koğuş araması’ yapılmakta, bir de bakanlık talimatıyla yapılan özel aramalar var. Genelde arama esnasına eşyaların, kıyafetlerin yere saçılabilir, dağıtılabilir, zarar görebilir hatta kaybolabilir” yorumlarında bulundu.
En büyük desteği tutsak kadınlardan alıyor
Tutsak kadınların her birinin kendisi üzerinde çokça emeği bulunduğunu da ekleyen Saruhan, sözlerini şöyle sürdürdü: “Burada vakit geçirdiğim her kadının üstümde emeği çok. Gerek manevi boyutuyla gerek üretimlerimde yaptıkları önerilerle çok şey öğrendim onlardan. Bunları yazdıklarımda, günlüklerimde ve ürettiklerimde hep anlatmaya çalıştım. Yaşadıkları acımasız tecrübelere rağmen hayattan, mücadeleden vazgeçmemeleri düşüncelerime, ruhuma sirayet etti. Cezaevini hep bir ‘ıslah evi’ olarak tanımlamışlar. Madem öyle ben de kimliğimden, düşüncelerimden ve kadınlığımdan ötürü asla ıslah olmayacağım.
Samed Bahrengi’nin Küçük Kara Balık hikayesini herkes bilir. Cezaevine girdikten sonra babamın bana bu kitabı alıp göndermesi çok etkilemişti beni. Karanlıkta öğrenmek için büyük denize yola çıkmakta. Yazdığım o mektupta da şimdi de kendimi küçük kara balık gibi hissediyorum. Cezaevine girmiş olmam hayattan, öğrenme arzumdan, heyecanımdan vazgeçirmedi. Her yeni gün yeni bir şeyler öğreniyor, yeni refleksler geliştirmeye çalışıyordum. Bu yüzden yaptıklarım bir şeye dönüşmeli, iyi bir şey olmalı diyorum. Yoksa burası kör bir kuyu olabilir. Doğal olarak her gün kendimle kavga ediyorum ve eskiyen, anlamsızlaşan yanlarımı yenmeye çalışıyorum.” HABER MERKEZİ










