Kahve ölçüsü mü bir ölçü olarak kahve mi?
Toplum/Yaşam Haberleri —

Kahvehane / foto:AFP
- Kahvehaneler artık siyaset, felsefe tartışmak, örgütlenmek veya isyan başlatmak için sosyal alanlar olmaktan çıkmış durumda. Arendt, bu düşünce faaliyetinin toplumumuzda büyük ölçüde sona erdiğini savunuyor. Ona göre, modernite krizinde insan içe dönmüş, "içe bakışın özel alanına" çekilmiştir.
HEVAL BAHA
Löfbergs'in 3000'den fazla kahve tüketicisine dayanarak yayınladığı 2025 Kahve Raporuna göre 10 İsveçliden 8’i düzenli olarak kahve içiyor ve 10 kişiden 9’u işverenin kahveyi çalışanlarına ücretsiz sağlaması gerektiğini düşünüyor. Kahvenin İsveç günlük yaşamındaki yeri inkâr edilemez; çoğu işyerinde hali hazırda kahve ücretsiz olarak sunuluyor. İsveç’te kahve tüketimi son zamanlarda daha fazla tartışılan bir konu haline gelmeye başladı. İsveç’te yaşanan “kahve krizi” (kahve fiyatlarının Nisan ayında %30 artması) ardından, İsveç basınında yer alan birçok makalede kahvenin gündelik yaşamdaki önemine dikkat çekildiği görülüyor.
Habermas- Kahvehaneler, salonlar ve gazeteler
Kahvenin geçmişi – modernlik, burjuva kamusal alanı ve toplumsal kanaat
19. yüzyılın ortalarındaki demokratik gelişimin merkezinde kahve vardı. Toplumsal kanaati ilerletmek ve geliştirmek için genellikle bilinen üç alan kahvehaneler, salonlar ve gazetelerdi. Aydınlanma düşüncesi ve devrimci miras Batı’da genellikle Fransız kültürüyle ilişkilendirilir, ancak bu sosyal alanların ifade özgürlüğünden tam anlamıyla yararlanılabilen yer aslında İngiltere'ydi. Fransa'daki mutlakiyetçi güç oldukça katıydı, örneğin ansiklopedi basımında kullanılan kağıtlar kaçak mal muamelesi görüyordu. Ayrıca Fransız felsefesinin temelini oluşturan birçok düşünce Locke ve Hume gibi İngiliz filozoflardan geliyordu hatta Voltaire bile Fransız mutlakiyetinin sansüründen kaçmak için İngiltere'ye sığınmıştı. Kahve, burjuva kamusal alanının ortaya çıkışında sadece bir yan unsur değil, merkezde yer almıştır. 19. yüzyıldan itibaren kahve, belki de en yaygın sosyal içecek olmuştur. Kahvenin öncülü biraydı; eskiden bira, bugün kahvenin sunulduğu gibi sunulurdu. Rasyonel bir toplum için kahvenin bira yerine tercih edilebileceği söylenebilir. Kahve, üretkenliği teşvik ederken, bira bunu engeller (kahvenin üretkenliği teşvik edici özelliği yazının ilerleyen bölümlerinde ele alınacaktır). Kahve, bir lüks, ithal ürün olmasına rağmen, 19. yüzyıldan itibaren Batı kültüründe kültürel ve sosyal bir anlam kazanmıştır. Elbette daha önce de ithal ediliyordu, ancak İsveç'te daha geniş çevrelerde popüler hale gelmesi 19. yüzyılda, endüstri devrimi ile paralel gerçekleşti.
İsveç İstatistik Kurumu'nun (SCB) 1815-1862 yılları arasındaki kahve ithalatı istatistiklerine bakarsak, endüstri devriminin gerçekleştiği 1850-60'lı yıllarda kahve ithalatında büyük bir artış yaşandığını net bir şekilde görürüz. Sanayi devrimi öncesi kahve ithalatı (skålpund cinsinden) nispeten istikrarlı bir artış göstermiştir.
Ancak 1850-1862 yılları arasında, sadece 10 yılda yaklaşık 4 milyon skålpundluk bir artış yaşanmıştır. Bu, önceki dönemde 20 yıldan fazla süren artıştan çok daha hızlı bir yükseliştir.
Yine de, endüstrileşme, kahve ithalatında çok daha büyük bir artışa yol açtı ve kahve hızla popüler hale geldi. Bu, İsveç'in modernleşme sürecinin bir parçasıydı ve nispeten iyi bir ölçüt olarak işlev gördü. İsveç endüstrileşiyor- modernleşiyor!
1945 - Hannah Arendt: Kamusal alanın çözülmesi (veya kısıtlanması)
Modernite krizinde bir dönüm noktası: Otorite, gelenek ve dinden oluşan trinity -Roma’nin kutsal üçlüsü- yok oldu, totaliterlik onun yerini aldı. Benim yol göstericim kim? Zorlama değil, siyasi/özel otoriteye ihtiyacım var.
Hannah Arendt, modernite krizinin bir göstergesinin kamusal alanın çözülmesi (veya kısıtlanması) olduğunu savunuyor. Özel ve kamusal alanlar artık ayrı değil, neredeyse birbirinden ayırt edilemez hale geldi. Bunu Arendt'in "Animal Laborans" kavramıyla anlayabiliriz. Bu kavramla Arendt, modern durumda ortaya çıkan yeni insan anlayışına işaret eder. Din, otorite ve gelenek olmadan, insan artık çevresini anlamlandırmak için bir dayanak bulamıyor. Sonuç olarak, çevresini kavrayamayan insan, kendisini de kavrayamaz. Modern toplumda insanlık durumu hakkında söylenebilecek tek şey, hayatta kalmayı hedefleyen hayvanlar olduğumuzdur- ölüm, her ne pahasına olursa olsun kaçınılması gereken en kötü olasılık olarak görülür. Arendt, bunun aynı zamanda Bentham tarafından ortaya atılan utilitarist (faydacı) ilkenin semptomatik bir temeli olduğunu savunuyor. Ulus-devlet çerçevesinde yaratılan modern toplum, vatandaşlardan veya insanlardan değil, işçilerden oluşan bir toplumdur. Bireyden öngörülebilir, verimli ve kendi ekonomik çıkarlarına uygun davranması beklenir, bu da devletin genel çıkarına hizmet eder: “İş sahibi bir toplumun yaratılması, uygunluğun dayatılması ve izolasyon, öngörülebilir davranışların uygulanması ve bürokratik yönetim biçimlerinin kurulması." (Murdock 1993, s.90). Daha önce belirtilenlere dayanarak, kahvenin bira yerine sosyal içecek olarak benimsenmesi, yalnızca küresel ticaret modellerine ve kültürel asimilasyona işaret etmekle kalmaz, aynı zamanda işçilerden oluşan bir topluma daha uygun olması nedeniyle modernleşmenin bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Kafeinli bir vatandaş, alkollü bir vatandaşa kıyasla daha üretken ve muteber kabul edilir.
Hannah Arendt ve Murdock – İleri modern durumda kimlik krizi: Tüketici mi, vatandaş mı? Kahvehanelere ne oldu? Kendimden başka kiminle konuşacağım?
Günümüzde kahvehaneler oldukça yaygın, ancak toplumsal kanaat oluşumunda görünüşte çok daha az merkezi bir yere sahipler. Kahvehaneler artık (genellikle) siyaset, felsefe tartışmak, örgütlenmek veya isyan başlatmak için sosyal alanlar olmaktan çıkmış durumda. Arendt, bu düşünce faaliyetinin toplumumuzda büyük ölçüde sona erdiğini savunuyor. Ona göre, modernite krizinde insan içe dönmüş, "içe bakışın özel alanına" çekilmiştir. Arendt'in argümanı, insanın artık ortak bir çevreyi paylaşmadığıdır: "Sonuç olarak, kendimizden ve başkalarından yabancılaşarak, deneyimlerimizin ve dünyanın gerçekliğinden şüphe duymaya başlarız" (s.84). Bu, tam da Roma’nın kutsal üçlüsünün (din, gelenek ve otorite) eksikliği nedeniyle olur. Bu üçlü, dünyalarımızı bir arada tutar, insanlar arasında sosyal bir ağ oluşturur ve böylece bir topluluk yaratırdı. Eski toplumların "gemeinschaft" (cemaat) ile karakterize edilmesi, modern insan topluluklarının "gesellschaft" (toplum) ile tarif edilmesi tesadüf değildir.
İnsanın bu refleksif eğilimi, Giddens ve az ya da çok aynı semptomlarla (kararsızlık, kriz, depresyon, anlamsızlık) Agnes Heller tarafından da belirtilir (Gluck 1993). Ancak Giddens'in psikolojik analizleri sosyolojik gerçeklere yükseltme yöntemine katılmam pek mümkün değil. Kahvehane ziyaretlerimiz belki de bu nedenle giderek daha hafif geçiyor, belki de çoğunlukla randevular (modern anlamda “date” olarak okuyun) için kullanılıyor. Günümüzde aileyle akşam yemeği, bir kahvehane ziyaretinden daha ağır basıyor. Siyaset konusu açıldığında (aslında hem kahvehanede hem de yemek masasında) hava ağırlaşıyor. Bu, Arendt'in tarif ettiği "dünya yabancılaşması", "içe bakışın özel alanı" gibi faktörlerin daha büyük bir sonucudur. Dünya yabancılaşması iki faktörden kaynaklanır: Refah birikimi ve mülksüzleştirme. Her ikisi de piyasa odaklı ve ileride kapitalist bir topluma yol açmıştır. Mülksüzleştirme ve refah birikimi- sekülerleşmeyle başlayarak, kilisenin (kilise binaları, çiftlikler vb.) topraklarının elinden alınması sosyal refahı arttırmasına yol açtı. Toprakların kamulaştırılması ya da özelleştirilmesi, sosyal refah düzeyindeki artışla birlikte, mülksüzleştirme süreçlerinin derinleştiği ve üretkenlik baskısının arttığı bir işçi sınıfının ortaya çıkmasına yol açar. Bu dinamik, refahın belirli kesimlerde yoğunlaşmasına zemin hazırlar. Bu, kapitalist ekonominin temelini oluşturur. Her şey üretim ve tüketim için bir nesne haline gelir. İstikrar ve sürdürülebilirlik ile karakterize edilen eski dünya, yaşam, üretkenlik ve çeşitlilik özelliklerine sahip modern dünya ile değiştirilir. İnsanlar topraklarından koparılır- işçi sınıfı olur - ulus-devletin bir üyesi olur - ulus-devlet piyasa güçleri tarafından aşınır. Sonraki adım: ‘Dünya yabancılaşması’ (Arendt 1998) - ilk adımın etkisini arttırması. Murdock bunu postmodern bir aşama yerine koymaktaydı. Kahve ise iş yerinde çok daha merkezi bir yer edinmeye başlamıştır.
Murdock - İleri modern toplumda iletişim araçları
Büyük partilerin siyasi söylemleri yankı bulmuyor mu? Ulus-devlet tarafından tanımlanmıyorsa "halkımı" nasıl bulurum?
Gündelik alanlarda siyasi tartışmanın görece bir "tabu" haline gelmesinin ötesinde, Murdock'a göre siyasi söylem halk arasında yankı bulmamaktadır. Bunun nedeni, siyasi söylemin ulus-devlet içindeki halkı temsil etmemesidir. Aidiyet ve kimlik, artık TV, reklam, radyo gibi iletişim araçları üzerinden çok daha etkili bir şekilde oluşturulmaktadır. Politikacılar halka vatandaşlar olarak hitap etmeye çalışır, ancak halk (kimlik açısından) tüketicilere dönüşmüştür. Daha önce iddia edildiği gibi, vatandaşlık "ortak duygusu"nu (veya cemaati) kaybettik. Murdock, bunun büyük ölçüde artık "huzur"u (peace of mind) satın alabilmemizden kaynaklandığını savunuyor. Sosyal devlet büyük ölçüde çözülmüş ve piyasa bunu büyük ölçüde devralmıştır. Güvenliğin bir mal, metalaştırılmış bir şey haline geldiği iddia edilebilir. Kahve almayacağız da ne alacağız? Kahveye son derece bağımlı hale geldik oysa kahve yerel olarak üretilemez sadece kavrulabilir. Bu, çağdaş kültürümüzün piyasa bağımlılığının bir işaretidir.
Sonuç:
Bir işçiyiz ve bu nedenle tüketiciyiz.
Kaynaklar:
Arendt, Hannah (1998). The Human Condition (Chicago: University of Chicago Press, 1998)
Gluck, Mary (1993) . Review of Modernity and Self-Identity: Self and Society in the Late Modern Age, by A. Giddens. History and Theory, 32(2), 214–220
Murdock, Graham (1993) ‘Communications and the constitution of modernity’, Media, Culture and Society 15, 521–539.















