Kaydetmek etik bir mesele

Kültür/Sanat Haberleri —

Arzella Bektaş

Arzella Bektaş

  • Benim için fotoğraf, bir tanıklık etme halidir. Bazen bireysel bir hikayeye, bazen de kolektif bir hafızaya tanıklık ederim. Kimliğin, aidiyetin, göçün ya da toplumsal cinsiyetin izleriyle ilgilenirken, görüntü bana bu izleri yeniden düşünme imkanı sunar.
  • Fotoğrafı, bir son değil bir başlangıç olarak görürüm. Çektiğim her kare, yeni soruların kapısını aralar: Ne görüyorum? Ne gizleniyor? Ne hatırlanıyor? Ne unutuluyor? Bu nedenle fotoğraf benim için sadece bir sanat formu değil. Bir içsel araştırma, bir sorgulama alanıdır.

MIHEME PORGEBOL

Fotoğraf, toplumsal yaşamın birçok alanındaki birden çok işleviyle son yüzyılın en etkili ve yoğun kullanılan araçlarından biri. Pratik üretimi nedeniyle başta sanat, medya, akademi ve eğlence gibi birçok alanda olmazsa olmaz araçlardan biri olan fotoğraf, aynı zamanda tarihe tutunma işlevi de görebiliyor. Her şeyin hızlıca tüketilip unutulduğu çağımızda fotoğraf ezilenler, yok sayılanlar, görmezden gelinenler ve sömürülenler açısından tarihte iz bırakmanın da en mümkün, pratik ve ekonomik aracına dönüşebiliyor. Dönüp baktığımızda, geride kendisinden yalnızca bir fotoğrafın kaldığı öyle çok şey var ki… Arzella Bektaş ile fotoğrafın yaşamla kurduğu ilişkiyi, kişisel yolculuğunu, belgesel üretimlerini ve özellikle statüsüz toplumlarda fotoğrafın nasıl bir misyon kazandığını konuştuk.

Fotoğrafçılığa uzanan kişisel yolculuğun nasıl başladı? Geçmiş çalışmaların ve deneyimlerin neler?

Aslen Licêliyim, Farqîn doğumluyum. Atatürk Üniversitesi’nde reklamcılık önlisans bölümünden mezun oldum. Fotoğrafa ilgim, küçük yaşlarda babamın analog bir fotoğraf makinesi almasıyla başladı. Babamın vefatının ardından yaşadığımız maddi sıkıntılar nedeniyle İstanbul’a göç ettik. Bir süre İstanbul’da yaşadıktan sonra, yeniden Amed’e döndük.

O dönemlerde yarı dijital bir fotoğraf makinesi aldım. Makinenin hiçbir ayarını bilmeden, sadece hislerimle çekimler yapıyordum. İlk set deneyimim “Ax û Jiyan” dizisiyle oldu. Dizi bittikten sonra Ortadoğu Sinema Akademisi’ne katıldım ve burada Uluslararası Film Festivali'nde yer alma fırsatı buldum.

O yıllarda Yapım 13’ün Kısa Film Atölyesi kapsamında Batman’da çekilen “Kapsül”, “Xal û Xwarzî” ve “Karpuz Cenneti” filmlerinde görev aldım. Ayrıca, Ortadoğu Sinema Akademisi yapımcılığında, Şenay arkadaşımla beraber Avrupa sinemasında çalışan kadın bir makinistin hikayesini anlatan bir belgesel çektik. Ne yazık ki bu belgeseli hiçbir yerde yayınlama fırsatımız olmadı ve arşivde kaldı. Bir süre sinemaya ara verdim ve fotoğraf eğitimi aldım. Yeniden İstanbul’a giderek sinema sektöründe çalıştım ve ardından bir daha Amed’e dönüp fotoğrafla ilgili üretimler yaptım. Bir grup kadınla birlikte kadına şiddet temalı bir proje yürüttük. Bu projede hem makyaj yaptım hem model oldum hem de çekimleri üstlendim. Projemizin sonunda ilk sergimizi açtık.

Fotoğraf yarışmalarına katıldım ve çeşitli ödüller kazandım. Daha sonra uluslararası yarışmalarda da yer aldım ve AFIAP (The International Federation of Photographic Art) Fotoğraf Sanatçısı unvanını aldım. Fotomaratonlara katılarak oralarda da başarılar elde ettim.

Son yıllarda kendi projelerimi üretmeye odaklandım. Unutulmaya yüz tutmuş zanaatları fotoğrafladığım bir çalışma yaptım. Bu çalışma kapsamında 41 fotoğraftan oluşan bir sergi açtım ve aynı zamanda bu projenin belgeselini de çektim.

Fotoğrafla nasıl bir düşünsel ve duygusal ilişki kuruyorsun? Fotoğraf senin için ne ifade ediyor?

Benim için fotoğraf, yalnızca bir estetik üretim alanı değil bir varoluş biçimi, bir düşünme ve hatırlama pratiği. Görüntüyle kurduğum ilişki, yüzeysel bir güzelliğin ötesine uzanır. Fotoğraf, bana göre bir aynadan çok, bir bellek yüzeyidir. O yüzeyde zaman birikir, sesler yankılanır, suskunluklar görünür hale gelir. Fotoğraf çekmek, bazen bir anı dondurmak değil aksine onu yeniden canlandırmaktır. Görüntü, yalnızca görünenin değil unutulmuş olanın da temsilidir. Her karede bir eksiklik, bir sessizlik, bir hatırlama çabası vardır. Benim için fotoğraf, bir tanıklık etme halidir. Bazen bireysel bir hikayeye, bazen de kolektif bir hafızaya tanıklık ederim. Kimliğin, aidiyetin, göçün ya da toplumsal cinsiyetin izleriyle ilgilenirken, görüntü bana bu izleri yeniden düşünme imkanı sunar.

Fotoğrafı, bir son değil bir başlangıç olarak görürüm. Çektiğim her kare, yeni soruların kapısını aralar: Ne görüyorum? Ne gizleniyor? Ne hatırlanıyor? Ne unutuluyor? Bu nedenle fotoğraf benim için sadece bir sanat formu değil. Bir içsel araştırma, bir sorgulama alanıdır. Her kare hem bana hem izleyene dönük bir sorudur, çünkü görüntü yalnızca göze değil hafızaya, sezgiye ve zamana da hitap eder. Fotoğrafın gücü, gösterdiği kadar gizlediğinde, sustuğunda ve eksik kaldığında da saklıdır. Ben o eksikliklerin peşindeyim. Çünkü bazen en derin hikayeler, görüntünün dışına taşan sessizliklerde gizlidir. Dolayısıyla diyebilirim ki fotoğraf benim için bir tanıklığın estetiğidir, hem kişisel hem de toplumsal bir hatırlama biçimi. Her kare, bir iz bırakma değil, zaten orada olan bir izi yeniden görünür kılma çabasıdır.

Fotoğrafın belge niteliğini ve belgesel çalışmalarındaki yaklaşımını nasıl tanımlarsın? Kaydetmek senin için ne anlama geliyor?

Fotoğrafın anı kaydetme yönü, ona doğal olarak bir belge olma niteliği kazandırıyor; ama ben bu belge olma halini salt bir kayıt işlevi olarak değil, az önce değinmeye çalıştığım gibi, duygusal ve tarihsel bir tanıklık biçimi olarak görüyorum. Videolu belgesel çalışmalarımda da benzer bir yaklaşımım var. Kamera benim için sadece bir kayıt aracı değil, zamana tanıklık eden duyguları, sesleri ve sessizlikleri de belgeleyen bir bakış biçimi. Video, fotoğraftan farklı olarak zamanın akışını hissettirme gücüne sahip. Bu da bana daha derin bir hikaye anlatma alanı sunuyor. Benim için önemli olan, sadece “olanı göstermek” değil, o anın ardındaki hissi, belleği ve anlamı görünür kılmak. Her çekimde hem kendi duygusal dünyamla hem de toplumsal bir gerçeklikle yüzleşiyorum. Bu nedenle belgesel üretmek benim için hem sanatsal hem de insani bir sorumluluk.

Bugünden yarına bir şeyleri kaydetmek bazen umut, bazen de bir ağırlık hissettiriyor. Çünkü her görüntü, gelecekte birine geçmişi anlatacak; bir iz, bir hatırlama biçimi olarak kalacak. Bu yüzden neyi nasıl kaydettiğim, benim için etik bir mesele de. “Güzel şeyler kaydetmek” ifadesi bende estetik anlamda bir güzellikten çok, gerçeğe dokunan bir samimiyet çağrıştırıyor. Kamera aracılığıyla sadece güzeli değil, kırılgan olanı, eksik olanı, sessiz kalanları da görünür kılmak istiyorum. Çünkü zamanın içindeki en gerçek şey, çoğu zaman bu kırılganlıklar oluyor. Sonuçta ister fotoğraf olsun ister video, benim için mesele hep aynı: İnsana, zamana ve hafızaya tanıklık etmek. Sanat, bu tanıklığı geleceğe taşımanın en derin yolu.

Toplumsal yaşam, zanaatlar ve gündelik hayat neden çalışmalarında bu kadar merkezi? Bu alanı seçmenin özel bir nedeni var mı?

Toplumsal yaşam aslında benim için sadece bir tema değil, bir varoluş alanı. Fotoğraf çekerken ilgimi çeken şey “insan”ın gündelik hayat içindeki yalın hali. Kaybolmakta olan meslekler, eski zanaatlar ya da sıradan insanların portreleri… Bunların her biri, bir dönemin ruhunu sessizce taşıyor. Fotoğraf sanatında toplumsal yaşamın elverişli bir alan olduğu doğru, ama benim için mesele sadece estetik değil. Bu görüntülerin arkasında bir hafıza var, bir süreklilik duygusu var. Belki de kaybolup gitmesini istemediğim şeyleri kayda alma çabası diyebilirim. Yani seçimim biraz belgesel bir sezgiden, biraz da insana duyduğum meraktan kaynaklanıyor.

Statüsüz toplumlar -özellikle Kürtler- için fotoğrafın nasıl bir rol veya misyon üstlenebileceğini düşünüyorsun?

Kürtler gibi statüsüz veya marjinalize edilmiş toplumlar için fotoğraf sanatı, sadece estetik bir araç değil, güçlü bir tanıklık ve ifade aracı haline gelir. Fotoğraf, bu toplulukların özgürlük, adalet ve yaşam mücadelesini görünür kılabilir; onların sesini dünyaya duyurabilir.

Fotoğrafın kazanabileceği misyonları şöyle sıralayabiliriz:

Toplumsal hafızayı koruma: Toplumların kültürel mirasını, günlük yaşamını ve tarihsel deneyimlerini belgeleyerek unutulmayı önler.

Adalet ve görünürlük sağlama: Fotoğraf, dış dünyaya adaletsizlikleri, ayrımcılığı ve direnişi gösterebilir; farkındalık yaratır.

Empati ve insanlaştırma: İzleyiciye doğrudan insan hikayelerini sunar; mücadele eden insanların acı ve umutlarını hissettirir.

Direniş sembolü: Görsel anlatım toplumsal direnişi ve dayanışmayı güçlendirir; bir toplumun sesini güçlendirir.

Kısaca fotoğraf, toplumların ve özelde de Kürtlerin varoluş mücadelesinin hem tanığı hem de savunucusu olarak bir misyon üstlenir; sıradan bir belge olmaktan çıkar, toplumsal ve politik bir araç haline gelir.

Yakın zamanda gerçekleştirmek istediğin yeni projeler neler?

Önümüzdeki süreçlerde, Mezopotamya’da yaşayan kadınların hayatlarına, yüzlerine ve sessiz direnişlerine odaklanan bir fotoğraf serisi hazırlamak istiyorum. Bu toprakların kadim ruhunu, kadınların üzerinden anlatmak benim için çok anlamlı. Şu anda ise yok olmaya yüz tutmuş bir ritüelin senaryosu üzerinde çalışıyorum; tamamlandığında çekimlere başlamayı planlıyorum. Tüm bu süreçte tek başıma ilerliyorum, hiçbir yerden destek almadan… Zor ama bir o kadar da güzel bir şey bu. Çünkü yaptığım işi seviyorum ve her projemde kadınların sesini görünür kılmak için üretmeye devam ediyorum.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.