Kongreden sonra 510 saldırı
Dosya Haberleri —

Kamaran Osman
CPT yöneticisi Kamaran Osman ile PKK’nin sembolik silah bırakacağı bu kritik süreci, sahada yıllardır yürüttükleri insan haklarını ve uluslararası çalışmalarından elde ettikleri verileri konuştuk
- Türk ordusu, Güney Kürdistan’da özellikle Duhok iline bağlı dağlık bölgelerde kalıcı olarak konuşlanmıştır. Bu konuşlanma Metîna, Gare, Amêdîye, Kanî Masî, Şêladizê, Deraluk, Bêrwarî Bala, Nahêlê, Batufê ve Zaxo çevresini kapsamaktadır. Bölgede şu ana kadar 84 askeri yerleşim kurulmuş, 140’ın üzerinde kontrol noktası oluşturulmuştur.
- PKK ile Türkiye arasında barış görüşmeleri başladığından bu yana, PKK ateşkese bağlı kalmasına rağmen Türkiye’nin saldırılarında herhangi bir azalma yaşanmadı. Aksine, tespitlerimize göre saldırılar yüzde 45 oranında artış gösterdi. Özellikle Gare, Amêdî ve Duhok bölgelerinde, geçmiş dönemleri aşan yoğunlukta bir askeri saldırı söz konusu.
- Etkinliğin gerçekleşeceği gün hava sahasında hiçbir drone görmek istemiyoruz. O gün, Süleymaniye üzerinde hiçbir insansız hava aracının uçmaması gerekir. Sadece dronelar değil, savaş uçaklarının da keşif amaçlı dahi olsa hava sahasını ihlal etmemesi şarttır. Bu nedenle o gün Süleymaniye hava sahasının tamamen kapatılması büyük önem taşımaktadır.
ERKAN GÜLBAHÇE
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın çağrısı üzerine PKK’nin kendini feshedip silahlarını susturma kararı almasına rağmen, Türkiye’nin Güney Kürdistan’da yürüttüğü sınır ötesi operasyonlar hız kesmeden devam ediyor. Yerinden edilen binlerce sivil, boşaltılan yüzlerce köy, kalıcılaşan askeri üsler ve giderek artan hava saldırıları, barış söylemlerinin gölgesinde bölgeyi her geçen gün daha fazla militarize ediyor. 1991’den bu yana devam eden bu saldırılar, Güney Kürdistan’da çok sayıda yurttaşın yaşamını yitirmesine neden oldu, ve yine binlerce yurttaşın evlerini terk etmesine yol açtı.
Barışın konuşulduğu bu dönemde, Güney Kürdistan’a saldırıların en yoğunlaştığı bir süreçten geçiyoruz. CPT (Community Peacemaker Teams / Toplumsal Barışı İnşa Timleri) yöneticisi Kamaran Osman, PKK’nin ateşkes yaptıktan sonra saldırdıların yüzde 45 arttığını söylüyor. Osman, Türkiye’nin Güney Kürdistan’daki askeri varlığının siviller üzerindeki çok boyutlu etkilerini çarpıcı istatistiklerle gözler önüne sererken, PKK’nin Süleymaniye’de planladığı silah bırakma töreninin hem siyasi hem de sembolik boyutunu kapsamlı biçimde değerlendirdi.
Elinizdeki en güncel verilere göre Türkiye’nin Güney Kürdistan’daki askeri varlığı hangi bölgelerde yoğunlaşmış durumda? Kurulan üslerin sayısı ve sivil yerleşim yerlerine yakınlığı nedir? CPT olarak bu durumun yerel halk üzerindeki etkilerini nasıl gözlemliyor ve belgeliyorsunuz?
Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), Güney Kürdistan’da özellikle Duhok iline bağlı dağlık bölgelerde kalıcı olarak konuşlanmıştır. Bu konuşlanma Metîna, Gare, Amêdîye, Kanî Masî, Şêladizê, Deraluk, Bêrwarî Bala, Nahêlê, Batufê ve Zaxo çevresini kapsamaktadır. Bölgede şu ana kadar 84 askeri yerleşim kurulmuş, 140’ın üzerinde kontrol noktası oluşturulmuştur. Bu noktalar, zamanla 35 kilometre (km) derinliğe kadar inmiş ve birbirine bağlanan sistematik bir ağ oluşturulmuştur.
Bu askeri yayılma, sivil yaşamı doğrudan tehdit etmektedir. 1991’den bu yana Türk hava saldırılarında en az 350 sivil hayatını kaybetmiş, 490’dan fazla kişi yaralanmıştır. Şimdiye kadar 185 köy tamamen boşaltılmış, 604 köy tehdit altında kalmış; 405 köy arasındaki yollar kapanmış, insanlar birbirlerine ulaşamaz hâle gelmiştir. Sadece 2024’ün ilk yarısında Duhok vilayetinde 8 köy boşaltılmış, 182 aile göç etmek zorunda bırakılmıştır.
Sahada yaptığımız çalışmalara göre, TSK’nin kurduğu üslerin çoğu sivil yerleşimlere çok yakın yerlerde bulunmaktadır. Bombardımanlar ve İHA faaliyetleri halkta sürekli bir tehdit duygusu yaratmakta; yaşam alanları daralmakta, zorunlu göçler yaşanmakta; bazı bölgelerde internet ve telefon hatları kesilerek sivillerin dış dünya ile bağlantısı koparılmaktadır.
Bölge halkının geçim kaynakları olan tarım ve hayvancılık da ciddi şekilde zarar görmektedir. 2024 yazında yalnızca Duhok çevresinde yaklaşık 65 bin dönüm tarım arazisi, bombardıman ve yangınlar sonucu tahrip olmuştur. Bu süreç, sadece ekonomik değil, aynı zamanda psikolojik yıkımlara da yol açmıştır. Özellikle kadınlar ve çocuklarda güvensizlik, korku ve kalıcı travma belirtileri yaygındır.
Biz bu etkileri köy ziyaretleri, halkla yapılan görüşmeler, sağlık kuruluşlarından alınan veriler, uydu görüntüleri ve psikososyal gözlem formları aracılığıyla belgelemekte; hazırladığı raporlarla bu çok yönlü etkileri uluslararası kamuoyuna sunuyoruz.
CPT’nin kayıtlarına göre bugüne kadar bombardımanlar nedeniyle kaç köy boşaltıldı? Özellikle hangi bölgeler ve köyler en yoğun saldırı altındadır?
CPT’nin gözlemlerine göre, 1991’den bu yana Türkiye’nin hava saldırıları ve kara operasyonları nedeniyle Güney Kürdistan’da yüzlerce köy etkilenmiştir. En yoğun saldırıya uğrayan bölgeler Gare, Metîna ve Zap dağlarıyla Amêdî, Bêrwarî Bala, Şêladizê, Kanî Masî ve Zaxo çevresidir. Bu alanlar hem hava saldırılarına hem de kara konuşlanmalarına en yoğun biçimde maruz kalan yerler olarak tespit edilmiştir.
Sadece Gare Dağı çevresinde, 1996’dan bu yana 55 köy ya tamamen boşaltılmış ya da yaşanamaz hâle gelmiştir. Bêrwarî Bala, Deraluk ve Kanî Masî kırsalları da askeri faaliyetlerden en çok etkilenen bölgeler arasında yer almaktadır. Bu alanlarda neredeyse her ay yeni bir üs kurulmakta veya mevcut üsler genişletilmektedir. Buradaki köyler günlük düzenlediği saldırılarla sivillerin evlerini, camileri ve kiliseler gözetmeksizin her yeri bombalamaktadır. Halkı zor durumda bırakmak ve göç ettirmek için elektrik şebekelerini, köylülerin tarlalarını, hayvanlarını, yaylaya çıkan köylüleri bombalamaktadır. Askeri varlık, halk üzerinde ciddi psikolojik etkiler yaratmaktadır. Sürekli bombardıman tehdidi, özellikle kadınlar ve çocuklarda korku, güvensizlik ve kalıcı travmalara neden olmaktadır. CPT olarak bu etkileri video ve fotoğraf belgeleri, doğrudan mülakatlar ve psikososyal izleme araçları ile kayıt altına alıyor, bulgularını uluslararası kamuoyuyla paylaşıyoruz.
27 Şubat 2025 tarihinde sayın Öcalan açıklamasıyla başlayan barış sürecinden sonra Türkiye’nin Güney Kürdistan’a saldırıları ne yöne evrildi?
PKK ile Türkiye arasında barış görüşmeleri başladığından bu yana, PKK ateşkese bağlı kalmasına rağmen Türkiye’nin saldırılarında herhangi bir azalma yaşanmadı. Aksine, tespitlerimize göre saldırılar yüzde 45 oranında artış gösterdi. Özellikle Gare, Amêdî ve Duhok bölgelerinde, geçmiş dönemleri aşan yoğunlukta bir askeri saldırı söz konusu.
Mart ayında yalnızca Hewlêr’de 55, Duhok’ta 51, Süleymaniye’de ise 12 olmak üzere toplam 118 saldırı gerçekleştirildi. Nisan ayında Duhok’ta 198, Hewlêr’de 12 saldırı yaşanırken, Süleymaniye ve Ninova’da herhangi bir saldırı kaydedilmedi. Nisan ayında toplam saldırı sayısı 210’a ulaşarak daha da arttı. En dikkat çekici örnek ise, PKK’nin fesih kongresini gerçekleştirmesinin ardından yaşanan gelişmelerdir. Bu kongreden sonra toplamda 510 saldırı gerçekleştirildi. Üstelik bu saldırıların tamamı Duhok ve çevresinde yoğunlaştı. Haziran ayında yalnızca dokuz saldırı Hewlêr’e yapılırken, geriye kalan tüm saldırılar yine Duhok ve çevresinde gerçekleşti. Sonuç olarak, barış sürecinin başlaması Türkiye’nin saldırılarını durdurmadı; aksine saldırılar her ay artarak devam etti.
Bombardımanlar nedeniyle yerinden edilen halkın şu anki durumu nedir? Bu insanlar için yerel ya da uluslararası düzeyde yürütülen bir destek mekanizması bulunuyor mu?
Şu ana kadar yaptığımız en güncel saha gözlemlerine göre, Türkiye’nin Güney Kürdistan’daki hava saldırıları ve kara operasyonları sonucunda yerinden edilen halkın büyük bölümü hâlâ belirsizlik ve güvencesizlik içinde yaşamaktadır. Bu insanlar çoğunlukla kendi köylerine dönememekte; çevre köylere, akrabalarının yanına, kamplara veya kent merkezlerine sığınmak zorunda kalmaktadır. Barınma, gıda, temiz su ve sağlık hizmetlerine erişim ciddi şekilde sınırlıdır. Birçok aile korumasız, kırılgan ve son derece yoksun koşullarda yaşamaktadır. Tarım ve hayvancılıkla geçinen bu topluluklar, geçim kaynaklarını kaybettikleri gibi, aynı zamanda derin bir psikolojik yıkım da yaşamaktadır.
Destek mekanizmaları ise oldukça yetersizdir. CPT olarak bizler bu süreçte koruyucu eşlik, saha belgelemesi ve uluslararası savunuculuk çalışmaları yürütüyor; yerinden edilen ailelerin sesini duyurmak için çaba gösteriyoruz. Yerelde bazı yardım kuruluşları temel insani ihtiyaçları karşılamaya çalışıyor. Kurdistan Save the Children (Kürdistan çocukları koruyun) gibi STK’ler çocuklara yönelik psikososyal destek sunuyor. Uluslararası düzeyde bazı BM kuruluşları ve STK’ler de geçici barınma, insani yardım ve tarımsal yeniden entegrasyon programları yürütüyor. Ancak bu yardımlar hem kapsam hem de süreklilik açısından yeterli değil.
Özellikle kırsal bölgelerde yaşayan halk, hayvancılık ve tarımla geçinirken, saldırılar nedeniyle topraklarını terk edip ekinlerini biçemeden, hayvanlarını geride bırakarak şehir merkezlerine göç etmek zorunda kaldı. Kırsalda yaşamaya alışık olan bu insanlar, şehir hayatına uyum sağlayamıyor; çoğu yeniden ekin ekmeye ve üretime dönmüyor.
Ne yazık ki şimdiye kadar ne Irak merkezi hükümeti ne de Hewlêr hükümeti bu insanlara ciddi bir yardımda bulundu. Saldırılar sırasında hayatını kaybeden pek çok kişi oldu ancak ailelerine herhangi bir destek sağlanmadı. Oysa insanların can güvenliği Irak merkezi hükümeti ile Kürdistan Bölgesi Hükümeti’nin sorumluluğundadır. Bu güvenlik sağlanmadığı için yaşamını yitirenler ve yurdunu terk edenler adına mahkemelere başvurular yapıldı fakat henüz hiçbir sonuç alınamadı.
Erbil ve Bağdat yönetimleri Türkiye’nin askeri varlığına karşı gerçekten bir itirazda bulunuyor mu, yoksa bu durumu zımnen kabul mü ediyorlar? PKK’nin silah bırakma kararı sonrası bu tutumda bir değişiklik bekliyor musunuz?
Türkiye’nin Güney Kürdistan’daki askeri varlığına karşı ne Erbil ne de Bağdat yönetimi açık ve tutarlı bir itiraz ortaya koymamaktadır. Türkiye’nin sınır ötesi operasyonları ve üs kurma faaliyetlerine rağmen her iki taraf da büyük ölçüde sessiz kalmakta; zaman zaman yapılan açıklamalar ise herhangi bir somut adıma dönüşmemektedir. Özellikle KDP öncülüğündeki Erbil yönetimi, Türkiye ile kurduğu siyasi ve ekonomik ilişkiler nedeniyle kamuoyuna açık bir eleştiride bulunmaktan kaçınmaktadır. Bağdat yönetimi ise zaman zaman egemenlik ihlallerine dikkat çeken açıklamalar yapsa da, bunlar da pratikte bir karşılık bulmamaktadır.
Bu sessizlik, Türkiye’nin bölgede kalıcı askeri varlığını fiilen meşrulaştırmakta; Metîna, Gare ve Zap gibi alanlarda kurulan üslerin sayısının artmasıyla birlikte sivil yaşam doğrudan etkilenmektedir. CPT olarak bölgede yaptığımız çalışmalarda, sınır hattında yürütülen askeri yol inşaatları ile İHA faaliyetlerini belgeledik. Bu araştırmalarda, Erbil ve Bağdat yönetimlerinin bu faaliyetlere karşı herhangi bir caydırıcı müdahalede bulunmadığını net biçimde gözlemledik.
PKK’nin 2025 yılında aldığı silah bırakma ve örgütsel fesih kararı, Türkiye’nin askeri gerekçelerini zayıflatabilecek önemli bir gelişme olmasına rağmen, Türkiye sahada operasyonlarını sürdürmektedir. Özellikle Metîna ve Amêdîye çevresindeki bombardımanlar devam etmektedir. Bu durum, Ankara’nın yalnızca PKK tehdidine karşı değil, bölgede kalıcı bir güvenlik alanı oluşturma stratejisi izlediğini göstermektedir. Bu çerçevede, Erbil ve Bağdat yönetimlerinin pasif tutumlarının kısa vadede değişmesi beklenmemektedir. Aksine, bu sessizliğin daha da kurumsallaşabileceği görülmektedir. Oysa dış saldırılara karşı Irak merkezi hükümetinin topraklarını koruması anayasal bir sorumluluktur. Ne yazık ki bugüne kadar Türkiye’nin saldırılarına karşı güçlü bir tutum alınmamış, bu sessizlik adeta saldırıların kabullenilmesi anlamına gelmiştir.
Ancak bütün bu gelişmelere rağmen halk, kendini savunma refleksiyle hareket etmektedir. Özsavunma temelli bir çaba içinde olan siviller, hayatta kalma ve topraklarını koruma mücadelesi vermektedir. Irak merkezi hükümeti ve Güney Kürdistan hükümeti zaman zaman Türkiye’nin saldırılarını kınayan açıklamalarda bulunsa da, bu açıklamalar sözde kalmakta, sahada hayata geçirilen herhangi bir adım görülmemektedir. Bu nedenle saldırılara karşı suskunluk içinde kalmayı tercih ettikleri açıkça ortadadır.
PKK’nin Süleymaniye’de gerçekleştirmeyi planladığı silah bırakma etkinliği ciddi güvenlik risklerini de beraberinde getiriyor. Süreci provoke edebilecek aktörler olabilir mi ve bu tür girişimlerin önüne geçmek için ne tür önlemler alınmalı?
PKK’nin Süleymaniye’de planladığı silah bırakma etkinliği, yalnızca örgütsel bir dönüşüm değil; aynı zamanda bölgedeki güç dengelerini etkileyebilecek sembolik ve siyasi açıdan büyük bir adımdır. Bu nedenle, etkinliği istemeyen çevrelerin olası provoke girişimlerini göz ardı etmemek gerekir. Olası bir sabotaj ya da saldırı yalnızca törenin fiziksel güvenliğini değil, sürecin siyasi meşruiyetini ve toplumsal etkisini de hedef alabilir.
Bu tür yüksek profilli bir girişim, çatışmalardan çıkar sağlayan ya da mevcut durumu korumak isteyen aktörler açısından provoke edilmeye açıktır. Paramiliter ve istihbarat bağlantılı yapılar, PKK’nin silahsızlanmasını meşru bir siyasal aktöre dönüşüm olarak görüp bu sembolizmi ortadan kaldırmak isteyebilir. CPT’nin geçmişte belgelediği suikast ve silahlı saldırıların çoğunda faillerin tespit edilememesi, bu tür yapıların etkisini düşündürmektedir. Etkinliğin başarıyla gerçekleşmesi için Güney Kürdistan Hükümeti’nin özellikle güvenlik konusunda gereken tüm önlemleri alması büyük önem taşımaktadır. Irak merkezi hükümeti ile Erbil yönetimi, bu güvenliği sağlamakla yükümlüdür.
Umut ediyorum ki tüm taraflar sağduyulu davranır. Hem PKK’nin hem de Türkiye’nin bu silah bırakma töreninin başarılı geçmesi için gerekli özeni göstereceklerine inanıyorum. Her ne kadar sembolik olarak küçük bir grubun silah bırakması planlansa da, bu girişimin barış sürecine etkisi büyük olacaktır. Bu etkinliğin iyi organize edilmesi ve başarıyla tamamlanması, sürecin devamının önünü açacaktır.
Böyle bir etkinliğe yönelik herhangi bir saldırı, kimden gelirse gelsin, barış sürecini ciddi biçimde çıkmaza sokar. Bu durum ne PKK’nin ne de Türkiye’nin lehine olur; aksine daha fazla kan dökülmesine ve yeni acıların yaşanmasına neden olur. Eğer Türkiye böyle bir törene saldırırsa, uluslararası kamuoyu önünde zor bir duruma düşer ve bunu açıklamakta güçlük çeker.
Açıkça söylemek gerekirse, bu topraklarda farklı devletlerin çeşitli çıkarları bulunmaktadır. Bu çıkarları korumak için savaş ya da barış yönünde adımlar atabilirler. Umudum, gerek İran, gerek Irak, gerekse bölgedeki diğer güçlerin bu süreçte barışın önünü açacak bir yaklaşım benimsemeleri ve sabote edici bir tutumdan uzak durmalarıdır. Gerçekçi olmak gerekirse, Kuzey Kürdistan sorunu çözülmeden Ortadoğu’ya kalıcı bir barışın gelmesi mümkün olacaktır. Bu nedenle, bölgedeki en temel sorunlardan biri, hatta başlıcası, Kuzey Kürdistan sorunun çözümüdür.
CPT olarak bu etkinliğin güvenliğinin sağlanması için nasıl bir izleme ya da gözlem mekanizması öneriyorsunuz? Sivil varlığın korunması adına hangi önlemler alınmalı?
CPT’ye göre, PKK’nin Süleymaniye’de gerçekleştirmeyi planladığı silah bırakma etkinliği yalnızca bir örgütsel dönüşüm değil; aynı zamanda sivil alanın güvenliği, demokratikleşme süreci ve bölgesel istikrar açısından da kritik bir adımdır. Bu nedenle etkinliğin sadece sembolik boyutuyla değil, işlevsel güvenlik ve gözlem mekanizmalarıyla desteklenmesi gerektiği belirtilmektedir. Sürecin şeffaf ve çok taraflı denetim altında yürütülmemesi durumunda, hem güvenlik açıkları hem de meşruiyet krizleri yaşanabileceği unutulmamalıdır.
Süleymaniye’de gerçekleştirilecek silah bırakma törenini yerinde izlemek üzere davet aldık, ancak henüz bir karar vermedik. Bu konuyu CPT içinde tartışacağız. Elbette gözlemci olarak bu sürece katkı sunmak isteriz. Her kurumun bu tür bir adımı desteklemesi gerektiğine inanıyoruz. Özellikle güvenliğin eksiksiz sağlanması hayati önemdedir.
Süleymaniye yönetiminin bu konuda iyi bir sınav vereceğini düşünüyoruz. Etkinliğin gerçekleşeceği gün hava sahasında hiçbir drone görmek istemiyoruz. O gün, Süleymaniye üzerinde hiçbir insansız hava aracının uçmaması gerekir. Sadece drone’lar değil, savaş uçaklarının da keşif amaçlı dahi olsa hava sahasını ihlal etmemesi şarttır. Bu nedenle o gün Süleymaniye hava sahasının tamamen kapatılması büyük önem taşımaktadır.
Eğer herhangi bir taraf o gün Süleymaniye semalarında drone ya da savaş uçağı uçurursa, bunun iyi niyetli bir yaklaşım olmadığı açıkça ortaya çıkar. Umut ediyorum ki uluslararası güçler de bu sürece katkı sunar ve hava sahasının kapatılması için gerekli girişimlerde bulunurlar.















