Kürdistan'ın çalınma hikayesi 

Dosya Haberleri —

.

.

  • Esas mesele Türk entelijansiyası ve onun dünyasında olup bitenler değil. Sınırlı kapasiteleri, yoksunlukları, güçsüzlükleri, kökü kendi tarihine çıkmayan düşünsel ve kültürel birikimlerinin tamamı, ganimet diye arka bahçelerine istiflediklerinden ibaret.

Kürt yok diyordu. Kürt yok!
Güneş yok dermiş gibi,
Ay yok, yıldız yok dermiş gibi.
Bir halk nasıl inkar ediliyordu!

                                 Mehmed Uzun

Gülcan Dereli

Sadece maddi şeyler, eşyalar, nesneler çalınmaz, hırsızlanmaz! Bir ülkenin de bir halkın da adı çalınabilir. Masalları, şiirleri, şarkıları, hikayeleri, destanları, kahramanları, dağları, vadileri, nehirleri, bereketli ovaları çalınabilir... Her halk zulme uğrayabilir, ama dünyada çok az halkın adı ve ülkesi çalınmıştır. İşte Kürt ve Kürdistan böyle hırsızlığa maruz kalmıştır. Ve ne acıdır ki çoğu zaman hırsız evin içindedir! Bir ülkenin ve halkın adının çalınmasına yardım ve yataklık yapılmıştır. Ve elbette Türk 'münevver'leri, 'sanatçıları' bir halkın ve ülkenin adının çalınmasında başat rol oynamış; masalları, şiirleri, şarkıları, hikayeleri, destanları, kahramanları çalmış, yayınevleri 'gurur'la bu yayınları basmıştır. Şimdilerde sıkça yayınevlerinin Kürt ve Kürdistan isimlerini sansür ettiğine dair haberler okuyoruz. Çoğu zaman münferit bir vaka olarak kamuoyuna yansısa da bu aslında yüzyılı aşan bilinçli, içinde 'entelektüel' yağma hevesi de barındıran bir politika. Şimdi geçmişten günümüze bir halkın ve ülkenin adının nasıl çalındığının hikayesini okuyacaksınız. 

“Sadece maddi şeyler, eşyalar, çalınmaz! Bir ülkenin de bir halkın da adı çalınabilir.”  Kürt ve Kürdistan’a dair ne varsa çalınıyor, talan ediliyor. Konu hakkında tarihçi Mehmet Bayrak'a başvurduk, Aram Yayınevi Editörü Arif Altan'a yaşananları sorduk

 


Kürdistan'ın Görsel Tarihi
Dedik ya bu yüzyılı aşan bir hikaye. Öyle. Tarihçi Mehmet Bayrak, Özge Yayınları'ndan çıkan "Kürt ve Kürdistan'ın Görsel Tarihi" adlı kitabında batılı seyyahların, gazete ve dergilerin Kürt ve Kürdistan'a ilişkin yayınlarını kapsamlı bir araştırmaya tabi tutar. Tarihçi Bayrak, Kürt ve Kürdistan'ın batılı kaynaklardan Türkçe'ye çevrilirken nasıl bir sansür ve yağmaya mazur kaldığını onlarca örneğiyle ortaya çıkarır.    

Fikret Otyam örneği
Bayrak, Güneş- Dil Teorisi'nin kuramcılarından Prof. Hasan Reşit Tankut'un arşivinden çıkan Etno-Politika İnceleme Raporları'nda Kürt kültür varlığına nasıl sansür uygulandığını da açığa çıkarmıştı. Bayrak'ın kitabından bir alıntı: "Bir ilginç gizli raporu da Can Dündar ve Rıdvan Akar, Ecevit'in arşivinden bulup gün yüzüne çıkarıyorlardı. 1960 darbesi sonrasında hazırlanan bu türden bir kültürel yol haritasında; Kürt müziğinin mutlaka yasaklanması ve Alevi-Kürt ozanların ve aşıkların Türkçe söylemeye özendirilmesi öngörülüyordu. Gazeteci Fikret Otyam'ın dönemin Devlet Başkanı Org. Cemal Gürsel'le görüşmesi sırasında, Kürt topluluklar arasında yaptığı kılam ve stran derlemelerinin Türkiye radyolarında yayımlanması önerisi, adı geçen başkan tarafından sert tepkiyle karşılanıyordu. Zaten Otyam, Kürtlere ilişkin röportajlarında hep Kürt yerine 'Türkmen' adını kullandığını, böyle yapmasa röportajlarının gazetesi Cumhuriyette yayımlanmayacağını söylüyordu." 

Fatarêş örneği 
Tarihçi Bayrak, İttihad-Terakki'den başlayarak Türkçü resmi görüşün, Kürtlere ilişkin gravürleri nasıl sansür ettiğini de yazıyordu kitabında. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri Kara Fatma, asıl adıyla Kürt Fatarêş'tir. Faterêş Maraşlı Sinemilli aşiretinin bir üyesidir. Bayrak, "Kürt ve Kürdistan'ın Görsel Tarihi" kitabında şöyle anlatır: "Bunun en tipik örneklerinden biri Fransız, İngiliz Alman, Avusturya ve İsveç gibi batılı ülke literatürlerinde ‘Kürt Prensesi’ Kürdistan Kahramanı, Kürdistanlı Kara Fatma, Kürt Amazonu; Osmanlı literatürlerinde Kürt Cengaveri, Kürt Mücahiti, Kürt Presesi gibi sıfatlarla geçen, Kürt literatüründe ‘Fataraş’ olarak alınan, ancak sonra birdenbire ‘Türk Kahramanı Kara Fatma’ya dönüştürülen 1853-56 Osmanlı-Rus Savaşı'nın meşhur kadın kahramanı Kara Fatma'dır.(...) 
Kara Fatma İstanbul ziyareti aşamasında (M. Fossati)'nin bir gravürüyle önce 15 Nisan 1854 tarihli L’lllustration, Journal Universel dergisi yoluyla (2) Fransız basınına yansır. Gravün 'Kürdistan kahramanı Kara Fatma İstanbul'da' anlamına gelen yazısı şöyle: 'Kara Fatma I’heroine du Kürdistan’a Costantinaopll' Kara Fatma ile ilgili uluslararası notlar sadece bunlar değildir. (..) İttihad ve Terakki döneminde 1914’te yayımlanan Siyanet dergisinin 4. sayısında hiçbir kanıt gösterilmeden Kara Fatma (Türk) olarak sunulur. 
Yine aynı gravür Cumhuriyet döneminde kimi 'aydınlar', düzmece belgelere dayanarak aynı gravürü, '93 Harbi’ne katılan Cerid aşiretine mensup Kara Fatma' olarak sunar." 

Kartpostallarda sansür 
Kürt fotoğraf ve kartpostallarında da sansür ve saptırma yapılır. Tarihçi Bayrak kitabında şöyle anlatıyor: "Osmanlı Hamdi bey öncülüğünde hazırlanan 'Elbise-yi Osmaniye Albümü'nde Anadolu’nun ve Kürdistan’ın çeşitli kesimlerinde 20 dolayında Kürt fotoğraflarına yer verildiği gibi, Max Fruchermann tarafından hazırlanan ve Mert Sandalcı tarafından yayımlanan 3 ciltlik 'Max Fruchtermann Kartpostalları Albümü'nde de bu fotoğraflardan bir bölümüne yer verilir. Bunların arasında “Yaşlı Kürt, Kürtler, Saz çalan Kürt Aşık, Yerli giysileriyle bir Kürt, Genç Kürt Erkeği, Kürt dilenci, Kürt kadını, Geleneksel kıyafetleriyle Kürtler, Kürt beyi, Kürt soylusu, Kürt Cengaverler/Kara Fatma, İhtiyar Kürt' başlıklarıyla verilen çoğunluğu renklendirilmiş Kürt kartpostalları bulunur. Bu Kürt fotoğraf ve kartpostalların birçoğunu gazeteci yazar Server İskit’in 1950’li yıllardan itibaren yayımlanmaya başlayan 'Resimli tarih mecmuası'nda yer alır. Ama açıklayıcı alt yazılarıyla nasıl sansürlenerek ve saptırarak verildiğini, yakın dönem tarih dergilerinden 'Toplumsal tarih Dergisi'ndeki objektif örneklerle ve kendi çalışmalarımızdan özgün alt başlıklarıyla karşılaştırarak vereceğiz.

Yozgatlı Kürt Kadını ve en sağda sansürlü hali Yozgatlı İslam Kadını
Kürt Amazonu Kara Fatma ve Sağda sansürlü hali

 

Coelho, Rushdie, Evliyâ Çelebi... 

Dünyaca ünlü yazar Paulo Coelho'nun, Saadet Özen çevirisiyle, Can Yayınları tarafından Türkiye'de yayımlanan 11 Dakika adlı romanındaki 'Kürdistan' kelimesi sansürlendi. Orijinal metinde yer alan "Bir internet kafeye girdi ve Kürtlerin Kürdistan'dan, şu an Türkiye ile Irak arasında bölünmüş, var olmayan bir ülkeden geldiklerini öğrendi" cümlesi sansürlenerek yerine "Kürtlerin Ortadoğu'da yaşadığı yazıyordu" ifadeleri yer aldı.
Yazar Salman Rushdie’den Can Yayınları tarafından basılan “Floransa Büyücüsü” isimli romanında geçen ‘Kürdistan’ kelimesi Can Yayınları tarafından basılan Türkçe baskısında sansürlendi.

Yapı Kredi Yayınları, 17. yüzyılda Evliyâ Çelebi tarafından kaleme alınan 10 ciltlik Evliyâ Çelebi Seyahatnamesinde yer alan ‘Kürdistan’ kelimesini sansürledi. Prof. Dr. Robert Dankoff, Seyit Ali Kahraman ve Yücel Dağlı tarafından Yapı Kredi Yayınları için hazırlanan ve ilk baskısı 2006 yılında yapılan kitabın orijinal metninde yer alan ‘Kürdistan’ kelimesi 4 yerde sansürlenerek ‘Kürt diyarı’ olarak okura sunuldu. Yapı Kredi’den açıklama: Günümüz Türkçesine aktaranlar bu ifadeleri uygun buldu. Yani Yapı Kredi'ye göre Kürdistan günümüz Türkçesine uygun değildi! 

Ya her şeyi geri alacağız ya da hiçbir şeyi

 

  • Burada ikiyüzlü, hileli davranan Türk kültür dünyasının bileşenleri ve onun entelijansiyası değil, bu dünyaya yamanmak için ölesiye çırpınan Kürt kültür piyasasının el üstünde tutulanları.

Aram Yayınları editörü Arif Altan'a Kürt ve Kürdistan'a ilişkin sansürü ve yağmayı sorduk.
 
Bu son örneklere bakınca yayıncılık dünyası da Türklük Sözleşmesi'ne uygun bir yayıncılık yapıyor, ne düşünüyorsunuz?

Varlığını reddeden dilini bağışlamayacak. Bedeninden sözcüğüne sana hükmeden, zor ve şiddetle, türünün dehası ve gaddarlığıyla üstüne çöken sana ait olanı geri vermeyecek. Zorla gelen, zorla kurulan, zorla hüküm süren gerilemeyecek, fazlasını, hep daha fazlasını isteyecek. 
İstemekle yetinmeyecek, söküp alacak. Bağını, bahçeni, toprağını, emeğini gasp eden, eh, bu kısa gün talanına sözcüklerini, ezgilerini, renklerini eklemiş, hurcuna hikâyelerini, söylencelerini doldurup götürmüş ne gam! Çok görmemek gerek, altın ve mücevher sandıklarına işçiliği hiç de fena olmayan fazladan biraz bakır, çanak çömlek de atmış dert mi! Ayıplanacak, yanlışa sayacak bir şey yok bunda, tüm bunlar soygunun doğasına dahil. 
Alınıp götürülen alıp götürene ait. Haram olanı helale yontan, kılıcın keskin ağzı. Kendisine helal olan, sana haram. İşin hüviyeti, yasanın muhtevası böyle. “Yayıncılık dünyası” (!) tanımlama nasıl şirin, tınılar nasıl gönül çelici! İlim irfan dağıtıcı şu yüce müessese bu huruç kervanına katılmış! Katılan değildi ki, başını çekendi. Hep en önde, en tutkulu, en özverili müfreze, ilk günden beri. 
Olanların yanında “sansür” lafı öyle hafif, öyle ferahlatıcı ki. Her an düzeltilebilir, her an yeni biçimler verilebilir yumuşacık, naif bir nesne gibi. Ama hayır, doğrusu sansürlemiyor, çünkü sansür diye bir şey yok. Haksızlığın vardırıldığı zirvelerden aşağıya bakıp diplerde hafifçe parlayan, pek de fark edilemeyecek kadar küçük bu türden önemsiz şeylerin sözü bile edilmez. Yani yitirdiğin senin değildir, kaybettiğin başkasınındır. O da çökmüş, kapmış işte. Yaptığında fazladan bir haksızlık bulunmuyor. Genel kazanca dâhil haklılığa vardırılmış bu küçücük haksızlık. Yazarında alınganlığın emaresi yok, öyleyse yayıncı neden gerilesin, lafı gevelesin. Mülk sahibi çiti çekmiş, duvarı dikmiş. Malına dokundurmuyor, kendisinin kıldığına yaklaştırmıyor, o kadar. Dünyanın bin türlü meselesi üzerine istediği gevezeliği yapmakta hürdür sevgili yazar çizeri, çitleri aşıp mülküne girmediği sürece. Yaptığı ve söylediği şu an ve her zaman, tam da bu. Bir muğlaklık yok. Açık, net, berrak. Alan memnun, satan memnun. Hile karartan ve yasaklayana değil, alışverişten payına düşeni almışken sonradan karartıldığını, silindiğini kekeleyende. 

Yayıncılıkta sadece Kürtçe'ye ve Kürdistan'a yönelik sansür ve tahrifat yok, Kürde ait kültürel tüm üretimlerim, bilgi ve hikayelerin Türkleştirildiği görülüyor. Bunun entelektüel düşünsel arka planı nedir? Türkiye’deki yayıncılık dünyası nasıl bu kadar açık bir tahrifata yönelebiliyor? Bunun yağma kültürü ile nasıl bir bağı var?

Tahrifat yetersiz, ama yağma tam da doyurucu ve uygun düşen tarif. “Düşünsel ve entelektüel arka plan” dediğiniz hesaplı kitaplı bir kıyım, gasp ve el koyma. Ama burada esas mesele Türk entelijansiyası ve onun dünyasında olup bitenler değil. Orada yaşananlar sır değil, ne yapmak istedikleri ve ne yaptıkları ortada. Sınırlı kapasiteleri, yoksunlukları, güçsüzlükleri, kökü kendi tarihine çıkmayan düşünsel ve kültürel birikimlerinin tamamı, ganimet diye arka bahçelerine istiflediklerinden ibaret. Başka halklara, kültürlere, insan yaratımlarına konan, ama onların da özünü çürüten, kısırlaştıran ve sonra da “yüksek düşünce”, “entelektüel üretim” diye üstümüze kusulan sindirimi imkânsız şeyler. Sonuçta çok da derin gizemler taşımıyor bu, dolambaçlı yollara başvurulmadı çünkü. İnce hesaplar, sabır gerektiren uğraşlar, sonraki günü kurtaracak tedbirler, kervanı gören haydudun dert edeceği şeyler değil. O saldırır, koparır ve yağmalar. Kendi dünyasını bu yıkıntılar üzerine kurar. Bu yüzden anlaşılmaz olan haydut değil, ama en büyük sorun onun dünyasında küçücük de olsa bir yer kapmak isteyen mühim Kürt mütefekkiri, âlimi, yazarı, çizeri. Bugün üstünde en az düşünülmesi gerekenin “sansür” olduğu, ondan çok daha gerekli olanı, vaktiyle sana ait ve şu anda da senin olması gerekenin tamamını -kırıntıları değil- ne pahasına olursa olsun geri almak. 
Burada ikiyüzlü, hileli davranan Türk kültür dünyasının bileşenleri ve onun entelijansiyası değil, bu dünyaya yamanmak için ölesiye çırpınan Kürt kültür piyasasının el üstünde tutulanları. Kültür ve sanat üreticisi, devrimci, muhalif ve daha pek çok fiyakalı kılıkta dolaşırken orada görünmek, anılmak, tanımlanmak için can atanları. Kendi çiftliğinde köleleştirilene sözcükleri, şarkıları bağışlanmış veya yasaklanmış, ne önemi var. Gasp edilen yurdu için kılını kıpırdatmayan, bunun için hayatını ortaya koyanı bertaraf etme karşılığında efendisiyle danışıklı halde üstü çizilen üç sözcük, aşırılan beş ezgi için ne büyük felaketlere göğüs gerdiğini anlatmak istiyor. Asıl riyakarlık burada, asıl ahlaksızlık bu çarpıtmada. 

Sahtekarlık dokulara dek işlemiş. Bünye arındığında ne olur? Yalan boynu bükük gezer, iffetsizlik köşe bucak gizlenir. İyiliğin kurulduğu yerde kötülük uzaklaşmanın imkânlarına bakar, cesaretin geçtiği yerden hile kendiliğinden diz çöker. Ondan sonra bir şey ya var ya yoktur, aynı anda “hem var hem de olmayan” en fazla şiirin, felsefenin, sanatın, düşüncenin konusu oluverir. Bu neşeli uğraş tembellikle tutkuyu, heyecan ile huzuru bir kamelyada, hoş bir gölgelikte bir araya getirir. Halkların çözülme, toplumların bozulma, insanın dağılma çağlarına denk gelen “suçu genelleyerek aklama alışkanlığı”ndan kurtulur, bu genel utançtan artık her onurlu ruh “bir zamanlar” diye başlayarak tüm bunlardan tiksintiyle söz eder. Günah herkesin değildir o andan itibaren ve günahkâr günahlarıyla birlikte lanetini üstlenerek yürür, erdemle yolu kesiştiğinde gözlerini indirir, üstüne çöken utancın ağırlığı altında kımıldamaksızın o geçene dek ezile büzüle beklemeyi öğrenir. Bu boynu büküklük, suçun suçsuzluğa, günahın erdeme saygısı oluverir. 
Sonuçta şudur; bugün ya her şeyi isteyeceğiz ya da hiçbir şeyi, ya her şeyi geri alacağız ya da hiçbir şeyi. Bunca felaketten sonra yayıncının sansürü kimin umurunda! Bağımı, bahçemi, üzümümü, şarabımı, buğdayımı, endişesiz uykularımı, korkusuz gecelerimi geri alayım, Lugandaca konuşayım. Kırlarıma, dağlarıma, derelerime, meşelerime, kavaklarıma, narıma, incirime kavuşayım, Sümerce, Hunca, Matorca, Elamca, Hattice, Hititçe, Trakça, dillerinden herhangi biriyle, işaret diliyle, hatta ateşle, dumanla konuşayım. Koyunlarımı, keçilerimi önüme katıp hür insanlar gibi kırlarıma, yaylalarıma açılayım, kavalımdan ölü diller mi derelerimin ritmi, çağlayanlarımın ezgisi, dağ rüzgârlarımın esintisi, bahçelerimin esini mi dökülüverir, ona da hileye gönül vermeden dinleyen ruhlar karar versin.

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.