Kürt diasporası için fırsat
Dosya Haberleri —

Diaspora Kürtleri/ foto:AFP
Barış Akademisyeni Celil Kaya, "Avrupa'daki Kürt Diasporasında Kimlik İnşası" saha çalışmaları ışığında diasporanın dinamiklerini değerlendirdi
- Yaptığım araştırmada, “Anavatana dönüş fikri nedir?” ve “Kürt sorunu çözüldüğünde anavatana dönmek ister misiniz?” gibi sorular yönelttim. Herkesin cevabında, belki şu an mümkün olmasa da, bir gün Kürdistan’a dönme arzusu vardı.
- Kürt diasporası için hem Kürdistan toprakları hem de Kürdistan düşüncesi, kimliğin önemli bir parçasını oluşturuyor. 1980’li ve 1990’lı yıllarda politik göçle birlikte gelişen bilinç, diaspora kimliğinin siyasal olarak örgütlenmesini sağladı.
- Devletsiz ve statüsüz olan Kürt diasporası, anadilinde eğitim ve inanç ihtiyaçlarını karşılayacak bir temsiliyetten yoksun. Sayın Öcalan’ın ‘Barış ve Demokratik Toplum’ çağrısı hayata geçerse, diaspora kurumlarının faaliyet alanı genişleyecektir.
BARIŞ BALSEÇER
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın 27 Şubat'ta "Barış ve Demokratik Toplum" başlığı ile yaptığı çağrıyla başlayan barış süreci diasporada da umut yarattı. Barış Akademisyenlerinden Celil Kaya ile gerçekleştirdiğimiz söyleşide, Kürt diasporasının anavatanla bağlarından kimlik oluşumuna, Avrupa’daki siyasi-kültürel faaliyetlerden devletsiz bir diaspora olarak karşılaştığı zorluklara uzanan geniş bir yelpazeyi ele aldık. Türk devletinin baskı politikalarının diaspora kimliğini nasıl şekillendirdiğini, Avrupa ülkelerinin göçmen politikalarının etkilerini ve Sayın Öcalan’ın “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısı ile PKK’nin feshi sonrasının olası yansımalarını tartıştık. “Kürt diasporasının kimliği, anavatanla bağları ve Avrupa’daki mücadeleleriyle hem geçmişi hem de geleceği şekillendiriyor” diyen Celil Kaya, "Avrupa'daki Kürt Diasporasında Kimlik İnşası" saha çalışmaları ışığında diasporanın dinamiklerini değerlendirdi.
Kürt diasporası, kimlik oluşumunda anavatanla bağlarını nasıl kuruyor ve sürdürüyor?
Anavatan, tüm diasporalar için en temel olgudur ve diaspora kimliğinin oluşumunda merkezi bir unsurdur. Diaspora kelimesi Yunanca kökenli olup, anavatanından ayrı düşerek farklı bölgelere dağılan toplulukları tanımlar. Bu nedenle anavatan, diasporalar için güçlü bir kavramdır. Ortak bir anavatan düşüncesi ve buna duyulan bağlılık, diaspora kimliğinin temelini oluşturur. Anavatanın fiziksel bir yer ya da siyasi bir varlık olması gerekmez; ancak Kürtler için bu, fiziksel olarak Kürdistan’dır. Kürtler için hem Kürdistan toprakları hem de Kürdistan düşüncesi, kimliğin önemli bir parçasını oluşturur. Yaptığım araştırmada, “Anavatanla nasıl bağ kuruyorsunuz?”, “Anavatana dönüş fikri nedir?” ve “Kürt sorunu çözüldüğünde anavatana dönmek ister misiniz?” gibi sorular yönelttim. Herkesin cevabında, belki şu an mümkün olmasa da, bir gün Kürdistan’a dönme arzusu vardı. Bu, tüm diasporalarda ortak bir özelliktir: Anavatana dönüş, belki hiçbir zaman gerçekleşmeyecek bir hayal olsa da, zihinlerde bir fikir olarak varlığını sürdürüyor.
Avrupa’da doğup büyüyen ve Kürdistan’la sınırlı bağı olan genç nesiller, diaspora kimliğini nasıl benimsiyor? Saha çalışmanız, bu nesillerin aidiyet duygusunu nasıl açıklıyor?
Diaspora kimliği, genellikle en az üç kuşak geçtikten sonra oluşur. Diasporanın temel unsurları, anavatan ve bulunulan ülkedeki toplumla kurulan ilişkilerdir. İlk kuşak, gittikleri ülkeye “geçici” olarak bakar ve uzun yıllar boyunca o ülkenin toplumuyla genellikle ilişki kurmaz. Bu kesim, daha çok “göçmen” olarak tanımlanır. Örneğin, Türkiye’deki Suriyeliler buna benzer bir durumdadır; henüz bir “Suriye diasporası”ndan söz edemeyiz. Diaspora kimliğinin oluşması için uzun bir süre gerekir. İkinci ve üçüncü kuşaklar ise diaspora kimliğinin içine doğar. Bu kimliği ailelerinden ve çevrelerinden edinirler. Bulundukları ülkede bilinçlenirler ve siyasal bilinçleri burada şekillenir. Araştırmalarım, bu kuşaklarda güçlü bir diaspora kimliği, bu kimliği sahiplenme ve özellikle gençlerde belirgin bir aidiyet duygusu olduğunu gösteriyor. Çalışmam, yakın zamanda göç edenleri değil, en az 15-20 yıldır Avrupa’da yaşayan ya da ikinci, üçüncü, hatta Almanya’da dördüncü kuşak bireyleri kapsadı. Kürdistan’ın diğer parçalarından da göçler olsa da, özellikle 1960’lı yıllarda Türkiye ile Almanya, Fransa ve diğer Batı Avrupa ülkeleri arasındaki işgücü anlaşmaları nedeniyle Kuzey Kürdistan’dan daha yoğun göç gerçekleşti.
Türk devletinin baskı politikaları, Kürt diasporasının siyasal örgütlenmesini ve göç dalgalarını nasıl etkiledi? Politik bilinç bu süreçte nasıl bir rol oynadı?
Kürtlerdeki siyasi göçe dair iki temel dönem var. 1960’larda işçi göçü ön plandayken, 1970’lerin ortasından itibaren siyasal göç başladı. 1960’lı yıllarda “Kürt diasporasından” bahsetmek mümkün değildi; çünkü Türkiye’den Türk kimliğiyle göç edenler, “Türk” olarak sınıflandırılmıştı. Geldikleri devlete göre tanımlanmışlar ve “Kürt” kimliği resmi kayıtlarda yer almıyordu. 1990’lı yıllardan itibaren diasporadan bahsedebiliyoruz.
Bu göçü iki aşamada ele almak gerekir: 1970’lerin ortasından 1980’li yıllara kadar daha bireysel, siyasi kadroların siyasi sığınmacı olarak göçü söz konusuyken, 1990’lı yıllarda köy yakmaları ve zorla yerinden etme politikalarıyla kitlesel zorunlu göçler gerçekleşti. 1980’li ve 1990’lı yıllardaki göçle birlikte politik bilinç gelişmeye başladı. Bu bilinç, diaspora kimliğinin siyasal olarak örgütlenmesini sağladı.
Kürt diasporasının Avrupa’daki siyasi ve kültürel faaliyetleri, anavatanlarındaki Kürt hareketiyle nasıl bir ilişki kuruyor?
Diaspora kimliğini, ulusal kimliğe benzetiyorum. Bir ulus kimliğinin devamı için sürekli yeniden üretilmesi gerekir. Bu, ulus-devletlerde okullar, eğitim kurumları veya askerlik gibi mekanizmalarla sağlanır. Medya da bu süreçte önemli bir rol oynar. Kültürel ve siyasi faaliyetler, diaspora kimliğinin ayrılmaz bir parçasıdır ve kimliğin sürekliliğini sağlar. Diasporada siyasal ve kültürel faaliyetler, kimliğin yeniden üretiminin temel araçlarıdır. Diasporanın anavatanla her zaman bir bağı vardır. Son 30-40 yılda, Avrupa’daki Kürtler, Kürt Hareketi temelinde anavatanla daha sıkı bağlar kurdu. Kürt Hareketi’nin siyasi faaliyetleri daha aktif ve kapsayıcı hale geldi. Ancak Almanya, Türkiye ile ilişkileri nedeniyle Kürtlere sıkça baskı uyguluyor. İsveç’te de bazı dönemlerde benzer baskılar yaşanıyor. Güney Kürdistan’daki KDP, Avrupa’da resmi olarak tanındığı için diplomatik anlamda daha rahat hareket edebiliyor.
Bu nedenle, anavatanla sürekli bir iletişim ve ilişki içindeydiler. 1970’li yıllara kadar Avrupa’da dağınık bir Kürt toplumu varken, 1980’lerden itibaren politik şahsiyetler ve zorunlu göçle gelen siyasi göçmenler, diasporayı örgütlü hale getirdi. Bununla birlikte, kültürel bağlar da oldukça güçlüdür. Ailelerle ilişkiler devam eder. Diaspora kimliğinin örgütlenmesi için siyasi yapılar kritik bir rol oynuyor. Bugün “diaspora kimliğinin örgütlülüğü” denildiğinde, bu siyasal kadrolar ön planda yer alıyor. Konserler, ulusal bayramlar (örneğin, Kürtler için Newroz), tüm Kürtlerde yankı uyandıran sanatçıların konserleri, düğünler ve sanatsal-kültürel etkinlikler, diaspora kimliğinin sürekliliğini sağlayan önemli platformlardır.
Avrupa ülkelerinin göçmen politikaları ve Türkiye’nin baskı politikaları, Kürt diasporasının kimlik gelişimini nasıl etkiliyor? Daha destekleyici politikalar için hangi adımlar atılabilir?
Ev sahibi ülke ve toplumlarla kurulan ilişkiler, en temel meselelerden biridir. Avrupa genelinde durum homojen olmasa da, bazı ülkelerin mevcut göçmen politikaları dışlayıcı ve göçmen karşıtı bir tutum sergiliyor. Almanya üzerine yaptığım incelemede, 1990’lı yılların sonuna kadar dışlayıcı politikaların hâkim olduğunu gözlemledim. Kapsayıcı bir yaklaşım benimsenmiyordu. Almanya, göçmenleri “geçici” ya da “geri gönderilecek” kişiler olarak görüyordu. Bu nedenle, ülkede otuz, kırk yıl gibi uzun süre yaşayan bireylerin vatandaşlık hakkı belirsizdi. Orada doğup büyüyen çocukları olmasına rağmen vatandaşlık elde edemeyenler vardı. Bu durum, bazılarının eğitim haklarından yoksun kalmasına yol açtı. Almanya, ancak 2000’li yıllarda resmi olarak bir göçmen ülkesi olduğunu kabul etti ve politikalarını bu doğrultuda yeniledi. Fransa ise, tarihsel olarak sömürge geçmişinden dolayı (Özellikle Afrika’nın çeşitli bölgelerinden) yoğun göç aldığı için göçmenlik olgusuna daha alışkındır. Fransa’nın göçmen politikaları, Almanya’ya kıyasla daha olumlu bir çerçeve sunuyor.
Avrupa Birliği sürecinde, yani 2000’li yılların başında, göçmenlere yönelik daha liberal bir dönem başladı. Bütün göçmen toplulukları gibi Kürtler de bu süreçten olumlu yönde etkilendi. Kürt mücadelesi Avrupa’da iyi bilindiğinden, diğer göçmen topluluklarına kıyasla Kürtlere daha olumlu bir yaklaşım sergileniyor. Özellikle Fransa’da 1970’li yıllardan beri olumlu ilişkiler kuruluyor.
Almanya’nın 19. yüzyılın başından beri Türkiye ile sürdürdüğü müttefiklik ilişkileri, Kürtlere yönelik çok sert olmayan bir baskıya yol açıyor. Ancak bu baskının temel nedeni Türkiye-Almanya ilişkileridir. Kürtlere yönelik politikalar belirlenirken, Kürtçe eğitim ve okullarda Kürtçe seçmeli dersler konusunda ciddi sorunlar yaşanıyor; özellikle öğretmen bulma konusunda büyük zorluklar devam ediyor. Yakın zamana kadar Türkiye, Kürtçe dersler için öğretmen gönderiyordu, ancak bu öğretmenler, Türkiye’nin politik çizgisine uygun kişilerdi. Kürt kurumları, öğretmen temini konusunda büyük mücadeleler verdi ve 2022-2023 yıllarında kısmi başarı elde etti. Genel göçmen politikalarının ötesinde, Kürtlere özgü böyle özel bir durum söz konusu.
Ne yazık ki, Kürt diasporasının daha destekleyici politikalar için lobi faaliyetleri düzeyinde yeterince kurumsallaştığını söyleyemiyorum. Kültürel ve siyasal pek çok kurumu olsa da, bulundukları ülkelerde Kürtlerin hak alanlarını genişletmek için faaliyet yürütecek kurumlar mevcut, ancak bunlar yeterli değil. Bu kurumların güçlenmesi, o ülkedeki toplumlar nezdinde birlikte yaşamı inşada Kürtlerin durumunu ve kültürünü daha fazla tanıtacak. Ayrıca devletler nezdinde Kürtlere yönelik daha destekleyici politikalar üretilmesi için lobi yapmalarını sağlayacaktır. Bu noktada bir eksiklik göze çarpıyor.
Devletsiz veya statüsüz bir diaspora olarak Kürtlerin kimlik inşası, sömürge bir ulusun mirasından nasıl etkileniyor?
Kürtler ve Cumhuriyet kitabında yer alan makalemin ana teması da buydu. Kürdistan, modern anlamda siyasal bir statüye sahip olmayan, statüsüz bir bölgedir. Bu statüsüzlük, çok ciddi olumsuz sonuçlar doğuruyor. Kürtlerin adına hak arayacak, anadilinde eğitim sağlayacak öğretmenler ya da inanç ihtiyaçlarını karşılayacak din görevlileri gönderebilecek bir devlet temsiliyeti bulunmuyor. Türkiye’de anadilinde eğitim alamayan ve inancını özgürce yaşayamayan Kürtler, diasporada da bu haklardan mahrum kalıyor. Türkiye’nin dünyanın birçok yerinde büyükelçilikleri ve konsoloslukları bulunuyor. Türk diasporası, bu kurumlarda sorunlarını çözebiliyor, seçimlerde oy kullanabiliyor ya da haklarını arayabiliyor. Avrupa’ya kaçan muhalif bir Türk bile bu imkânlardan yararlanabilir. Almanya’daki camilerden okullara kadar Türkiye’ye ait kurumlar, Türkiye’nin gönderdiği imamlar ve öğretmenler aracılığıyla Türklerin eğitim ve inanç ihtiyaçlarını karşılıyor. Üstelik Türkiye, diasporada Kürtlerin aleyhine işleyen bir süreç yürütüyor. Örneğin, Kürtlerin anadilinde eğitim almasını engelliyor. Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB) aracılığıyla atanan imamlar, çoğunlukla Türkiye’deki siyasi iktidarların çıkarlarına hizmet ediyor. Bu imamlar, adeta Türkiye’nin güvenlik görevlileri gibi hareket edebiliyor.
Elbette devletsiz veya statüsüz diaspora yalnızca Kürtlerle sınırlı değil. Türkiye’deki Çerkez diasporası ya da Sri Lanka’dan göç eden Tamil diasporası gibi örnekler de var.