Laschet'in başkanlığı: CDU'da yeni bir şey yok

Dosya Haberleri —

.

.

  • CDU’daki başkan adayı Merz, kutuplaşmayı arttıracak biri. Korona krizinin tam ortasındayız. Yoksullaştıran dalga, orta sınıfı da tehdit etmeye başladı. Bence işveren temsilcilerinin ve CDU yöneticilerinin bir kısmı, bu dönemde kutuplaştıran bir adaydansa birleştiren bir adayın daha uygun olacağında karar kıldı. ABD’dekine benzer bir durum.

 

FEHMİ KATAR

Almanya’da Şansölye Angela Merkel’in partisi Hristiyan Demoklatlar Birliğinin (CDU) yeni başkanı olarak geçtiğimiz günlerde Armin Laschet seçildi. Laschet’i diğer adaylar karşısında öne çıkaran ne oldu? Bu seçim Almanya’nın Türkiye ve Kürtlerle ilgili politikasını nasıl etkiler? CDU’nun koalisyon politikasına etkilerde bulunur mu? Özellikle Almanya’nın Türkiye ve Kürdistan politikasını yakından takip eden tarihçi Dr. Nick Brauns ile konuştuk.

 

CDU başkanlığı için öne çıkan üç aday vardı: Armin Laschet, Friedrich Merz ve Norbert Röttgen. Sonunda Laschet kazandı ama sağ popülist söylemlerle gündeme gelen Merz’e de destek büyüktü; hatta ilk turda aralarında sadece beş oy fark vardı. Sonunda Merz’in değil de Laschet’in kazanmasını sizce nasıl yorumlamalıyız? Bunun Almanya’nın iç politikasına nasıl etkileri olacak?

Merz partideki tüm desteğe rağmen şu an için çok kutuplaştırıcı görüldü bence. Ama ilk olarak şu soruyu sormamız lazım: Merz kimdir? Merz, burjuvazinin de değil, direkt olarak sermayenin adayıdır; uluslararası finans kapitalin Almanya’nın en büyük partisine başkan adayı, hatta daha sonrası için başbakan adayı ve olası başbakanıdır. Bu minvalde Merz, aynı anda CDU içindeki kendilerini Alman sermayesi ve endüstrisinin temsilcileri olarak gören büyük bir kesimin de adayıydı. 

Şu anda Merz, temsil ettiği siyasi yaklaşım itibariyle, kutuplaşmayı arttıracak biri. Korona krizinin tam ortasındayız. Yoksulluk giderek artıyor. Bu yoksullaştıran dalga, orta sınıfı da tehdit etmeye başladı. Bence bu koşullardan dolayı işveren temsilcilerinin ve CDU’nun yöneticilerinin bir kısmı, kutuplaştıran bir adaydansa birleştiren bir adayın daha uygun olacağında karar kıldı.

Şunu da söylemek lazım tabii: Merz’e destek verenler, bunu Merz’in BlackRock* ile bağlantılarından dolayı değil, onun başkan olduğu durumda (sağ popülist) AfD’den oy kazanacaklarını düşündüklerinden yaptılar. İlginç olan ise şuydu: AfD ve FDP içinden, yani Almanya’nın en ırkçı partisi ile en neoliberal partisinden Merz, kendi partisindeki üyelerin desteğinden daha fazla destek aldı. Yani Merz’in seçilmesi, bu iki parti seçmenlerinden oy devşirmek anlamına gelecekti ama bir yandan da mesela olası bir “Yeşil-Siyah” (Yeşiller ve CDU/CSU) koalisyonunu zora sokacaktı. Her ne kadar Yeşiller Merz’in olduğu bir koalisyona da açık olduklarını söylese de Merz, seçilmesi durumunda masada Yeşiller’in olmayacağını söyledi.

 

Laschet hem Yeşiller ile hem de SPD ile koalisyon görüşmeleri yapabilecek bir isim mi?

Evet, Laschet daha çok Merkel CDU’sunu temsil ediyor. Seçim zaferine SPD’nin verdiği tepki de ilginçti zaten. SPD, Laschet için yayınladığı tebrik mesajında, “Burada maden işçisi bir babanın oğlunun sermaye temsilcisi birini yenip seçilmesi, bizim de uğruna mücadele ettiğimiz bir şeydir” dedi. Aslında SPD bununla, “Gelecekte kurulacak bir koalisyonda Laschet, severek beraber çalışacağımız biridir” diyor. Bence şu durumda Laschet, daha fazla opsiyon oluşturduğu için seçildi. Benzer bir durumu ABD’de de görüyoruz. Orada da Joe Biden, kutuplaştırıcı olmadığı, daha dengeleyici olduğu için seçildi.

 

Laschet birkaç gün önce katıldığı televizyon programında ısrarlı sorulara rağmen başbakan adayı olup olmayacağını söylemedi; bunu kardeş partileri CSU (Hristiyan Sosyal Birlik) ile görüştükten sonra kararlaştıracaklarını belirtti. Gelenek olarak CDU başkanı, her zaman başbakan adayı olmuştur. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Laschet’in yerine başka bir ismin CDU/CSU’nun başbakan adayı olma ihtimali var mı?

Bu tartışma CDU içinde parti başkanlığı seçimlerinden önce de yürütülüyordu. “Şimdiye kadar CDU başkanı hep başbakan adayı da oldu ama böyle olmak zorunda değil” deniliyordu. Bu, CDU içinde daha çok Merz’in öne çıkardığı bir propagandaydı; yani bu tartışma, “Merz CDU başkanı olabilir ama ille de başbakan adayı olması gerekmiyor” algısı oluşturarak destek toplamak için de yapılıyordu.

Bence Laschet’in başbakan adayı olma ihtimali yüksek ama kesin de değil, çünkü ortada bir de Markus Söder (Bavyera Başbakanı) faktörü var. Söder kendisini sürekli büyük işler yapan biri olarak sunuyor. Bavyera’da koronavirüs vakalarının yüksekliğine rağmen durum kontrol altındaymış imajı yaratan ve bunu kendi çalışmaları mümkün kılmış gibi sunan Söder’in başbakanlık adaylığı için de yarışacağı kesin. Diğer taraftan tabii ki CDU’da “Aşırı sağdan nasıl oy alabiliriz” tartışmaları da yapılacak ve bu da Merz’in de tam olarak devre dışı kalmadığı anlamına geliyor.

 

Söder’in seçilmesi halinde CDU/CSU tarihinde ilk defa Bavyeralı bir aday çıkarmış olacak, değil mi?

Evet, şimdiye kadar Bavyera’dan bir başbakan adayı çıkmadı, çünkü CSU adaylarına çok büyük destek yok. Aday adayı olsalar da bugüne kadar seçilemediler ama Söder çok farklı biçimde yorumlanabilir. Almanya genelinde Söder’e belli bir sempati yaratılmış durumda; özellikle pandemi döneminde kendisini başarılı bir yönetici olarak sunabildiği için halen başbakan adaylığı için güçlü kartlara sahip. Söder aynı zamanda Yeşiller’le koalisyon ihtimaline de açık biri. Esnek biri ya da “onulmaz bir oportünist” olarak da tanımlanabilir. Eski katı sağcı, yeni yeşil sağcı olarak Söder’in bu nedenlerle başbakanlık adaylığının güçlü adaylarından biri olduğu söylenebilir ama tabii henüz hiçbir şey kesin değil. Pandeminin daha ne kadar süreceği, oluşturacağı ekonomik kayıpların ne ölçüde kontrol alınıp alınamayacağı da hangi ismin başbakan adayı olacağını etkileyecek.

 

Aday kim olursa olsun CDU/CSU’nun hükümette kalacağı daha bugünden kesin gibi. Şu anda elimizde olan bilgi ise Laschet’in parti başkanı olduğu… Seçildiğinde hem Almanya’nın demokratik kamuoyunda hem de Kürt medyasında endişeler dile getirildi; Türk medyasında ise tam tersine sevinç ve memnuniyet dile getirildi. Laschet’in başkanlığını, daha önce gündeme gelen siyasal İslamcılar ve ırkçı Türk örgütleri olan ilişkileri bağlamında nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben Laschet’in şimdiye kadarki iç ve dış politikaya dair söylemlerinde büyük farklılıklar gözlemliyorum. “Şimdiye kadar” diyorum, keza Laschet bugüne değin daha çok yerel bir politikacıydı, dış politikaya dair bir sorumluluğu yoktu; dışarıya dair kurduğu söylem de aslında iç politikaya ilişkindi. Burada ilginç bir politik fenomen var: Laschet mesela Erdoğan ile kurulan ilişki biçiminden memnun değildi ve bunu da dile getiriyordu. Erdoğan’ın tehditlerine çok net yanıtlar verdi ve mesela mülteciler konusundaki tehditlere pabuç bırakmayacaklarını söyledi. Yine Erdoğan Köln’deki DİTİB camisinin açılışına geldiğinde bu etkinliğe katılmayı reddedip bunu şu cümlelerle gerekçelendirdi: “Ben inanç cemaatlerinin devletten bağımsız olması gerektiğini düşünüyorum. Eğer Erdoğan gelmeseydi ve sadece Almanya’daki inanç topluluğu katılsaydı, bu açılışa katılacaktım.”

Buna benzer dış politikaya dair açıklamaları Laschet, sürekli olarak yaptı ama söylediğim gibi dış politikaya dair bir sorumluluğu da yoktu. Hiçbir zaman eleştirdiği meselelerin direkt olarak tarafı değildi. Sadece Köln’deki cami açılışı meselesinde taraf oldu; oradaki tavrı da davete icabet etmemekten ibaretti.

Bunun yanında Armin Laschet, iç politikada neredeyse her zaman siyasal İslamcı sayılabilecek farklı örgütlerle ilişkiler kurdu. 2005’te Kuzey Ren-Vestfalya (NRW) eyaletinde Entegrasyon Bakanı iken “Türk Armin” olarak anılmaya başlanmıştı, çünkü o dönemde daha liberal bir göç politikasını savunuyordu. Siyasal İslamcılarla ve Türk milliyetçisi örgütlerle görüşmeler yaptı. Laschet uzun süredir Türk ırkçıların/ülkücülerin CDU’ya girmesine izin vermekle de suçlanıyor. Daha önce Milli Görüşçülerle, DİTİB temsilcileriyle ya da Müslüman Kardeşler’e yakın derneklerin temsilcileriyle yaptığı görüşmelerle de gündeme gelmişti. Ama bunların hepsi iç politika hamleleriydi ve bunlar da Erdoğan’a sert eleştiriler yapmasına engel olmadı.

 

Ama bir ABD gazetesinde geçtiğimiz günlerde yayımlanan bir yorumda Laschet’in Erdoğan, Putin gibi otoriter liderlerle iyi ilişkiler kurabilecek, ortak işler yapabilecek biri olduğu belirtiliyordu. Bu fikri paylaşır mısınız? Siz Laschet’in olası başbakanlığında mesela Almanya’nın Türkiye’deki Erdoğan rejimiyle ilişkilerinin nasıl olacağını öngörüyorsunuz?

Erdoğan Almanya’nın iç işlerine karışmaya çalışmadığı ve Almanya’yı tehdit etmediği sürece Laschet’in Erdoğan’la bir sıkıntısı olmayacağını düşünüyorum. Laschet için bir liderin otoriter olup olmaması sorun değil; sorun ancak, bu lider Almanya’da da bir etki alanı oluşturmaya çalışırsa yaşanır. Erdoğan kendi ülkesinde ne kadar baskı yaparsa yapsın Laschet bunu görmezden gelecektir. Almanya’daki ırkçı Türk derneklerinin de CDU’nun oy depoları, destekçileri oldukları sürece sorun olmayacaklarını düşünüyorum ama DİTİB gibi örgütler Almanya’da AKP politikası yürütmeyi sürdürürlerse sorun olabilir. Mesela Almanya’da DİTİB ile Türk istihbaratının ilişkileri ortaya çıktığında Laschet, hemen tepki göstermiş, DİTİB’ten bu kişilerle arasına mesafe koymasını talep etmiş ve bu kişilerin Almanya’yı hemen terk etmesi gerektiğini söylemişti.

 

Bundan ne anlamalıyız? Sizce Merkel dönemindeki Almanya-Türkiye ilişkileriyle olası Laschet dönemindeki lişkiler arasında bir fark olacak mı?

Hayır, olmayacak. Laschet, dediğim gibi, yerel bir yöneticiyken Erdoğan’ın tehditlerine pabuç bırakmayacaklarını söylemişti ama kendisi sorumlu bir pozisyonu geldiğinde aynı tepkiyi vermeyebilir. Biliyorsunuz, Almanya’nın Türkiye ile tarihi bir silah kardeşliği var. Başta kayzer de olsa, Hitler de olsa, CDU ya da SPD de olsa Türkiye ile ilişkilerde bir şey değişmiyor; sadece iç politikadan dolayı bazen tonda bir değişiklik oluyor. CDU halen bazen kendi ırkçı veya İslamofobik üyelerinin gazını almak için Türkiye’ye göstermelik tepkiler veriyor ama politikasında ciddi bir değişiklik yok. Laschet de bir CDU başkanı olarak bunlardan farklı bir politika yürütmeyecek. Ki dediğim gibi, Laschet’in başbakan olup olmayacağı da halen net değil.

Laschet’in Türkiye politikasıyla ilgili açık olan bir başka şey ise, Türkiye’deki sağcı muhalifler ile kurduğu ilişki. İki sene önce Gülen Cemaatinin çıkardığı bir dergiye bir yazı yazdı. Yazının içeriğinin hiçbir önemi yok, sonuçta yayınlandığı yer belli ve Laschet de yazının nerede yayınlandığını biliyordu. Görünen o ki Laschet, Gülen Cemaati üyelerine yapılan baskılara dair ya da mesela AKP’den ayrılanların kurduğu partilere bir baskı yapılırsa ona dair bazen sert eleştiriler yapabilir ama burada da kelimelerin ötesinde bir şey olacağını ben zannetmiyorum. Mesela Laschet’in Demirtaş için ya da Leyla Güven için bir şeyler söyleyeceğini de sanmıyorum. Keza ben Laschet’in, herkesle bir araya gelebilmesine rağmen mesela Kuzey Ren-Vestfalya’daki yoğun Kürt nüfusuna rağmen Kürt örgütleriyle görüştüğünü de zannetmiyorum.

 

Görüşmek şöyle dursun, Almanya’daki Kürt toplumu Laschet’in başbakan seçilmesi ihtimaliyle ilgili kaygılarını dile getiriyor; bunun Kürtlere yönelik baskıyı artırabileceğinden endişe ediyor…

Ben de bu açıdan işlerin iyiye gideceğini sanmıyorum ama daha kötü olacağını da sanmıyorum. Bence şu anki düzey sürdürülecek. Laschet’i şöyle görmek lazım: NRW’de büyükçe bir Türk ve Müslüman nüfus var. Laschet, bu kesimlerin oylarını kazanmak için bu kesimlerde etkili olan kişilerle görüştü ve bu temsilcilerden bazıları da CDU’ya üye oldu. Buna karşı kendi partisinden de eleştiriler oldu ama Laschet bunu partisiyle fikir ayrılıkları olduğu için yapmıyordu, sadece oy için yapıyordu. Bunu kendi partisinde de açıkça dile getiriyordu. Bu oyları Laschet, SPD’ye bırakmak istemiyor. Biliyorsunuz, Almanya’daki Türk sağcılarının partisi normalde SPD’dir. Türk ırkçıları fikir olarak CDU’ya daha yakın olsalar da hep SPD’ye oy verdiler. Ben de bir konferansta Türkiye’de MHP’li olduğunu ama kendisine “Almanya’daki partimiz SPD’dir” denildiği için SPD’ye oy verdiğini söyleyen bir Türk’le karşılaşmıştım. Laschet, CDU’yu bu kesimlere açarak SPD’ye giden oyların bir bölümünü partisine kanalize etti ama nasıl bir politika yapacağını gidip Ülkü Ocaklarına sormayacaktır.

Laschet’in Kürtlerle görüşmüyor olmasının sebepleri de böyle pragmatik sebebler, keza Kürtlerden alabileceği bir şey yok. Kürtler zaten ya Sol Partiye ya da Yeşiller’e oy veriyor, bunu değiştirmek de kolay değil. Laschet de muhtemelen, “Bunun için neden çaba harcayayım ki?” diye düşünüyordur.

 

Bu söylediklerinizle birlikte düşünüldüğünde Almanya’da gündeme gelen Türk faşistlerine yönelik yasak tartışmaları da somut bir yaptırım getirmeyecek gibi görünüyor…

Evet, ben zaten daha mecliste tartışmalar yapılırken böyle bir yasağın getirilmeyeceğini söylemiştim. Bir yasağın çıkacağını sanmıyorum. Daha o meclis oturumunda, tartışmaya sunulan önergede bile bu durum belli oluyordu. DİTİB, ATİP gibi derneklerin yasaklanmasına ilişkin bir sözcük yoktu. O önerge, daha çok Ankara’ya gönderilen bir mesajdı ama yasak hiçbir şekilde hedef değildi. Belki daha önce yapıldığı gibi bir iki motosiklet grubu yasaklanır ama ben başka bir yasak beklemiyorum.

Şunu ama söylemek lazım: Laschet’in başbakan seçilmesi durumunda ülkücülerin yasaklanmasıyla ilgili dilekçe bile sümenaltı edilebilir, çünkü Laschet ülkücülerin kendi partisine girmesinin önünü açan biri. Bu yasak konuşulduğunda da bir ülkücü, “Ben 16 senedir CDU üyesiyim, ne yasağı” diyordu ya da Hamburglu bir CDU parlamenteri, Laschet için, “O önce evindeki ülkücüleri temizlesin” gibi bir şeyler söylemişti. Bu nedenle olası Laschet başbakanlığında ben böyle bir yasağın gündeme geleceğini sanmıyorum.

 

* BlackRock Inc.: New York merkezli Amerikan global yatırım yönetimi şirketi. Şirket, 7,4 trilyon Dolar ile dünyanın en büyük varlık yöneticisidir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.