Leon: Network’ün Gücü

Kültür/Sanat Haberleri —

Leon

Leon

  • Yerleşik eril düzenin iddia ettiği gibi, güç sahibi erkeklerin işlerini ellerinden almaya muktedir olmadı hiçbir zaman. Woody Allen, Roman Polanski ya da Luc Besson gibi pedofilik eğilimleri sabit erkek yönetmenler ne yazık ki boy göstermeye devam edecek.

BİLGE AKSU

80. Venedik Film Festivali, çok sayıda tartışmanın odağında başladı bu yıl. Daha birkaç ay öncesinden festivalin katılımcı listesi açıklandığında patlayan tartışmaların özü, öne çıkan üç yönetmenin geçmişindeki bazı davalar ve ifşalara dairdi. Woody Allen, Roman Polanski ve Luc Besson, farklı tarihlerde çok kez kamuoyunda konuşulan haberlerle gündeme gelmiş, bu haberlere kimi sinemacılar da açıktan destek vermişti. Davalar sürerken bazı sivil toplum örgütleri bu konuları gündemde tutmaya çalışsa da, kültür sanat camiasının çoğunda görülen kulağının üstüne yatma refleksi yeniden çalışmış ve bu üç isim (ve daha birçoğu) kariyerlerine kaldıkları yerden devam etmişlerdi.

MeToo hareketi

ABD’de başlayan ve dalga dalga dünyaya yayılan MeToo hareketi, öncelikle birkaç cesur kadının kendi kariyerlerini riske atmak pahasına, sektörü elinde tutan bazı yapımcı ve yönetmenleri ifşa etmesiyle başladı. Çok geçmeden Harvey Weinstein isminde yoğunlaşan bu ifşalara karşı Hollywood daha fazla direnemeyince, Weinstein’ı bir nevi günah keçisi ilan edip, elinde kalan tacizcilerle yoluna devam etmeyi seçti. Hareketin yayılma hızı ve odaklandığı isimlerin büyüklüğü, sektördeki taşları yerinden oynatacak gibiydi ve en azından birini kurban etmek zorunda kalmışlardı. Bu minik zafer seremonisinin ardından çok geçmemişti ki, kadın hareketlerine yönelik bir karşı salvo tertip edildi. Sosyal medyanın başı çektiği bu hamlede ana fikir, bazı kadınların hırslı ve kişisel hedeflerine odaklı ifşa mekanizmalarını çalıştırarak çok sayıda erkeğin ‘ekmeğini elinden aldığı’ şeklindeydi. Elbette bu girişimin alıcısı epey fazlaydı ve MeToo tarzı hareketlerin geleceğine gölge düşürme harekatı başarıyla sonuçlandı.

Woody Allen

Bu yılki Venedik Film Festivali’ni benzer tartışmaların odağına çeken üç yönetmene baktığımızda, söz konusu karşı salvonun başarısını bir kez daha görüyoruz. Her biriyle ilgili oldukça skandal iddialar bulunmasına rağmen bu yönetmenler, dünyanın en prestijli festivallerine katılmaya devam edebildikleri gibi, salonlarda dakikalarca ayakta alkışlanarak bir de taltif edildiler. Başta Woody Allen olmak üzere, söz konusu alkışları gurur ve kibir içinde dinleyen bu erkek yönetmenlerin neler yaptığına bir kez daha bakmakta fayda var.

Woody Allen’ın ifşası, bizzat elinde büyüyen Dylan Farrow tarafından yapıldı. 1985 doğumlu Farrow, 92 yılında üvey babası Allen’ın kendisini taciz ettiğini ileri sürdüğünde yıl 2013’tü. Aslında bu olay kamuoyu tarafından ilk kez duyulmuyordu. Dylan’ın annesi Mia Farrow olayın yaşandığı sene bu konuyu gündeme getirmiş fakat olayın daha fazla büyümemesi adına davaya dönüştürmemişti. Yani Woody Allen’ın istismarla suçlandığı, 1992’den beri bilinen bir gerçekti. Fakat sektörde bu husus ne konuşuldu ne de Allen’ın filmografisinde herhangi bir aksaklığa sebep oldu.

Roman Polanski

Bir başka isim Roman Polanski’nin durumu daha enteresan. Kendisi 1977 yılında ABD’de suçlu bulunduğu bir davadan yargılandı. Davaya göre Polanski, Samantha Geimer isimli birine, mağdur henüz 13 yaşındayken tecavüz etmişti. Geimer’ın iddiasına göre olay, Jack Nicholson’ın evindeki bir parti sırasında, genç kızın yönetmenle fotoğraf çektirmek için baş başa kaldığı esnada yaşandı. O sırada 43 yaşında olan Polanski, genç kızı şampanya ve uyku ilacıyla bayılttıktan sonra bu saldırı gerçekleştirdi. Olayın açığa çıkması, genç kızın bu durumu erkek arkadaşına ve annesine anlatmasından sonraydı. Dava açıldı ve Polanski o dakikada ABD’yi terk edip Fransa’ya kaçtı. Fransa Hükümeti, suçlamalara karşın Polanski’yi koruyup ABD’ye iade etmeyince, ünlü yönetmenin yeni memleketi bu ülke oldu. Seneler sonra, 2009’da yaşam boyu başarı ödülünü almak için gittiği Zürih’te tutuklanması şok etkisi yaratsa da asıl şaşırtıcı olan kısım elbette böyle bir yaşantının ödüle layık görülmüş olmasıydı. Ki Polanski, MeToo hareketi sırasında birçok ifşaya daha maruz kalmış ve bu harekete etmedik hakaret bırakmamıştı.

Luc Besson

Diğer isim Luc Besson hakkındaki tartışma ise 2018’deki davasına ilişkindi. Buna göre oyuncu Sand Van Roy, yönetmenle bir otel lobisinde bir araya geldiğinde içtiği çaydan sonra uyuduğunu, uyandıktan sonra kendini bir otel odasında yalnız bulduğunu iddia etmişti. Odada bir miktar para da bulan Roy, konuyu derhal mahkemeye taşımış fakat Fransa’nın hukuki süreçlerine takılarak davanın düşürülmesiyle karşı karşıya kalmıştı. Bir süre sonra yeni delillerle davayı tekrar başlatsa da herhangi bir sonuç alamadı. Hatta dava sonuçlandıktan sonra Sand Van Roy para cezasına çarptırıldı ve Avrupa’nın herhangi bir ülkesinde bu konuyu bir daha hukuki yollara taşıması yasaklandı.

Fakat Luc Besson’la ilgili asıl ilginç olan şey bu dava değildi. Malum, kendisi birçok popüler filme imza atmış olsa da, en çok konuşulanlarından biri 1994 yapımı “Leon: Sevginin Gücü” filmiydi. Bu filmde 46 yaşındaki Jean Reno’ya, o sırada 13 yaşındaki Natalie Portman eşlik ediyordu. Filmde, ailesi öldürüldükten sonra bir tetikçi tarafından himaye edilen küçük bir kızın hikayesi anlatılıyordu. Başlangıçta korumacı ve şefkatli bir ilişkinin betimlendiği anlatı, film ilerledikçe bazı sahnelerde ayyuka çıkan romantik sahneler içeriyor ve bir bakıma pedofili anlatısına dönüşüyordu. Gerçi filmin pedofiliye dair olup olmadığı hala tartışılan bir husus fakat Luc Besson’ın filmden kestiği yaklaşık 25 dakikalık kısmın, ilk gösterimlerde gelen tepkiler üzerine çıkarıldığı da iddia ediliyor. Ki zaten kesilmiş halinde dahi bu tartışmaların yıllar boyu sürmesi, filmin izleyici nezdindeki algısını yeterince açıklıyor.

Luc Besson bu filmi yazarken ‘mutlu bir evliliğin’ ilk demlerindeydi. Genç aktris Maiwenn Le Besco ile 1990’da başlayan ilişkilerini, 92 yılında Le Besco’nun hamile kalmasıyla evliliğe taşımışlardı. İlişkiye başladıkları yıl Le Besco, tam olarak Leon filmindeki Natalie Portman’ın yaşındaydı. Dolayısıyla filme ilişkin bazı iddialarda geçen, Luc Besson’ın hayatından izler taşıdığı bilgisi tamamıyla doğruydu.

Luc Besson’ın böyle bir ilişkiye ve evliliğe imza atması sinema sektörü için hiçbir zaman sorun teşkil etmedi. Yönetmen, başta bir nevi bu ilişkiyi anlattığı Leon da dahil olmak üzere, sonrasında sayısız filme imza attı ve birçok ödülle kutsandı. Taxi serisi, The Transporter, Valerian ve Bin Gezegen İmparatorluğu gibi hem gişede hem de eleştirmenler nezdinde başarılı bulunup alkışlanan bazı filmleri, bütün bu olaylar yaşandıktan sonraydı. 2018’de açılan davasından sonra ise hem bazı festivallerde onur konuğu oldu hem de bu yılki Venedik Film Festivali’nde görkemli bir şekilde boy gösterdi.

Erkek dayanışması

Yazının başındaki bir hususa geri dönersek, MeToo ya da benzeri hareketlere ilişkin erkek dayanışmasının iddia ettiği hususun çok geçmeden, bizzat kendileri tarafından çürütüldüğünü söylememiz yanlış olmaz. Kadınların, toplumsal normlar ve erkek egemen hukuk sistemi yüzünden elde edemediği travmalarıyla yüzleşme hakları, geçtiğimiz dönemde çok kısa bir süre için, kendi güçleri sayesinde ortaya çıkmış gibiydi. Fakat binlerce yılın birikimi olarak bu erkekler sistemi ilk sarsıntıyı hızlıca atlattı ve yaptığı karşı salvoyla, böyle çıkışları itibarsızlaştırmanın yolunu anında buldu. Bazı ‘histerik’ ve ‘ajandası olan’ kadınlar, onların işlerini ellerinden alıyor ve hiçbir vicdana sığmayacak karalamalar yaparak kariyerlerini sonlandırmak istiyordu. Bu durumun acilen ve en üst düzeyde çözülmesi şarttı onlara göre. Nitekim, sosyal medyanın son yıllardaki gücünü de devreye sokarak, meseleleri henüz doğru değerlendiremeyen genç ve heyecanlı bir hayran kitlesini arkalarına aldılar ve aktivist kadınları itibarsızlaştırma operasyonuna başladılar. Hatta kimilerine göre medyada dahi yayınlanan o tuhaf Johnny Depp davası bile bunu pekiştirmek içindi. Nitekim o dava da onların beklentileri doğrultusunda sonuçlanarak, Amber Heard’ün ne denli tuhaf bir kadın olduğu vurgusuyla medyaya servis edildi.

Network’ün gücünü aşmak

Sözün özü, ‘cancel kültürü’ tartışılmaya devam etse de, yerleşik eril düzenin iddia ettiği gibi, güç sahibi erkeklerin işlerini ellerinden almaya muktedir olmadı hiçbir zaman. Woody Allen, Roman Polanski ya da Luc Besson gibi pedofilik eğilimleri sabit erkek yönetmenler, 2023 yılının en prestijli festivallerinden birinde boy göstermeye devam ettiğine göre, ne yazık ki uzun bir süre daha böyle kalacak bu durum. Network’ün gücünü aşmak, aynı network’ün içinde kalarak pek mümkün olmayacağa benziyor. Belki de reçete, 2020’deki Caesar Ödülleri’nde Roman Polanski’nin ödüllendirileceğini duyduğunda Adele Haenel’in yaptığı gibi, salonu terk etmektir. Toplu bir protesto yapıldığında hem belki de, Adele Haenel’in de oyunculuğa geri dönüşünün yolu açılır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.