Lozan’ın gölgesinde bir yüz yıl!

Dosya Haberleri —

Erdoğan Aydın

Erdoğan Aydın

Lozan tartışmalarını değerlendiren Tarihçi Erdoğan Aydın, Yeni Özgür Politika gazetesinin sorularını yanıtladı

  • Lozan’a “biz Kürtler ve Türkler” diye gidildi. Milli Mücadele de bu ittifakla kazanıldı. Ama oradan gelindiğinde, anlaşma metinlerinde de görüleceği gibi, Kürtlük buharlaştırılmış, sadece Türklük bırakılmıştı. Sadece Kürtlük değil, Lozan sürecinde Meclis’in denetimi, kararı, hatta hükümetin kendisi bile devre dışı bırakıldı.
  • Lozan’ın da milli mücadele tarihinin de yeniden konuşulması gerekir. Çünkü tarihin gerçekleri bizi özgürleştirecektir ve kaderimizi hakim kılacaktır. 100 yıldır hakim olan egemen siyaset ise kendi ezberlediği şeylerin tartışılmasını engellemeye çalışıyor. Çünkü gerçek bir cumhuriyet arayışından yola çıkacaksak, teslim edelim ki ilk düğme yanlış iliklendi.

ERDOĞAN ALAYUMAT

PKK’nin fesih ve silah bırakma kararlarını açıkladığı kongresiyle ilgili tartışmalar devam ediyor. İktidar; bu kararları Kürt sorununun barışçıl çözümü, eşit haklar temelinde ortak bir gelecek kurmanın dayanağı olarak kullanmak yerine kendi çıkarları ve bekası için araçsallaştırma peşinde koşuyor. Öte yandan milliyetçi-ulusalcı siyasi çevreler Lozan Anlaşması ve 1924 Anayasası’nın eleştirildiği bu kongre kararlarının “bir ihanet belgesi” olarak yorumluyor. Milliyetçi-ulusalcı çevreler, kongre kararlarını “PKK; kaynağını Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasası'ndan alan Kürt inkâr ve imha siyasetine karşı, halkımızın özgürlük hareketi olarak tarih sahnesine çıktı” ifadesi üzerinden tartışırken, PKK’nin Kürt sorunundaki çözümsüzlüğün bir sonucu olduğu gerçeğine gözlerini kapatmış durumdalar. Peki, cumhuriyetin değerlerini savunmanın ve bölünmenin önüne geçmenin yolu gerçekten bu metinleri “tartışılmaz” kabul etmekten mi geçiyor? Tarihçi Erdoğan Aydın bu görüşün hatalı bir görüş olduğunu söylüyor. Yeni Özgür Politika Gazetesine konuşan Aydın, Lozan Anlaşması, 1921-1924 Anayasası, başta Kürtler olmak üzere cumhuriyetten dışlanan ve yok sayılan diğer inanç ve halkların yaşadığı sorunların yüz yıl önceye dayandığını belirtiyor.

İlk olarak 1978 yılında kurulan Türkiye ve Ortadoğu siyasetine damgasını vuran PKK 12. Kongresi ile kendini fes ettiğini duyurdu. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Kürt hareketi daha 2013-2015 çözüm sürecinde “Silahlı mücadelenin ömrünü bitirdiğini artık barışçıl yollarla ilerlemenin çok daha mümkün, doğru olduğu” görüşünü zaten açıklamıştı. Hem Kürt sorununun çözümü açısından hem Türkiye’de ve bölgede barışın elde edilebilmesi hem de demokrasi karşıtı güçlerin kullandıkları bahaneleri ortadan kaldırmak açısından olumlu görüyorum. Önümüzdeki sürecin demokrasiyi, barışı ve eşit yurttaşlığı elde etmek için çok daha avantajlı olacağı bir hale geleceğini düşünüyorum.

 

 

PKK açıkladığı fesih deklarasyonunda "Söz konusu kararların uygulanması Öcalan'ın süreci yürütüp yönlendirmesini, demokratik siyaset hakkının tanınmasını ve sağlam bütünlüklü bir hukuki güvenceyi gerektirir" ifadelerini kullandı. Peki bu ifadeler 26 yıldır İmralı F Tipi Cezaevi'nde tutulan Öcalan'ın koşullarıyla ilgili ne anlama geliyor?

Ben artık giderek aşılacağı görülen o engeller üzerinden konuşmaktan çok, başlayan sürecin somut gereklerinin yapılması üzerinden konuşmanın daha işlevsel olabileceği kanaatindeyim. İnanıyorum ki Öcalan’ın koşulları önümüzdeki günlerde daha da genişleyecektir. Devlet, Öcalan’ın bu süreçteki kritik rolünü biliyor. Öcalan sadece Kürt ulusal bilincinin kendi örgütünün kritik eşikleri atlamasında önemli bir akıl değil aynı zamanda devletin rasyonel bir davranışa zorlanmasında da kritik bir aktör durumunda. Üstelikte herhangi bir işbirlikçi bir pozisyondan değil, tersine sürece karşıdan bakabilen, dolaysıyla sürecin tıkanma noktalarını çözerek halkaların hem birlikte hem de haklarıyla yaşadığı demokratik bir Türkiye açısında önemli ufuk açıcı bir yerde durduğu kanaatindeyim. Bu pozisyonun, O'nun koşullarını da iyileştirmek yönünde baskı yaratacağını düşünüyorum.

Fesih deklarasyonunda Lozan Antlaşmasına atıfta bulunuluyor. Lozan Anlaşması genellikle Türkiye’nin bağımsızlığını tescilleyen diplomatik bir başarı olarak anlatılıyor. Ancak aynı metin, sadece gayrimüslim toplulukları azınlık olarak tanıdı; Kürtler, Aleviler gibi Müslüman topluluklar bu tanımın dışında bırakıldı. Sizce bu tercih, Cumhuriyet'in kuruluşunda nasıl bir toplumsal mühendislik anlayışını yansıtıyordu? Bu kararın uzun vadede kimlik politikaları üzerindeki etkisi ne oldu?

Lozan’a “biz Kürtler ve Türkler” diye gidildi. Milli Mücadele de bu ittifakla kazanıldı. Ama oradan gelindiğinde, anlaşma metinlerinde de görüleceği gibi, Kürtlük buharlaştırılmış, sadece Türklük bırakılmıştı. Sadece Kürtlük değil, Lozan sürecinde Meclis’in denetimi, kararı, hatta hükümetin kendisi bile devre dışı bırakıldı. Lozan delegasyonu Meclis inisiyatifi dışında belirlenirken, Misak-ı Millîde direnme kararı da geçiştirilecek ve imza aşaması öncesinde de Meclis fesih edilecekti. Kısacası zafer ve Lozan’a gidilmesi halklar arası mutabakatın sonucudur, ancak Lozan’da imzalanan anlaşma bu mutabakatın ihlali ekseninde şekillenmiştir. Bu kez mutabakat İngiltere ile ve Kürtlerin inkarı ve topraklarının paylaşılması ekseninde kurulmuştur.

Lozan’a “Kürtler ve Türklerin öz kardeşlik hukuku ve ülkesi” adına gidilmiş Lozan’dan Türkiye eşittir Türklük statüsüyle çıkılmıştır. Bu statüyü elde etmenin karşılığı olarak Musul İngilizlere verilmiştir. İkinci karşılık ise Kürtlerin büyük parçasının asimilasyonu için İngiltere’nin onayının ve İngiltere ile 1941’e kadar kurulan dostluk statüsünün elde edilmesidir. Yani Kürt yurdunun İngiltere ile Türkiye arasında paylaşılmasının ifadesi olan Irak sınırı, hak eksenli değil güç ve çıkar eksenli, deyim uygunsa “cetvelle” çizilen bir sınır örneğidir. Buradan bakıldığında maddelerde ne yazıldığından öte muhtevası ile ilgili çok ciddi bir sorun bulunmaktadır. 

Bu aynı zamanda, uluslararası onaylanmışlıkla içerideki güç ilişkilerinin yeniden yapılandırılmasına da geçiştir ki bunun ilk adımı, Misak-ı Millîde ısrar eden Meclisin feshi ve Lozan anlaşmasını imzalayabilir bir Meclis üretilmesidir. Bu Meclis, bizzat Nutuk’taki açıklaması ile “Görüşlerimizi kabul edip milletvekili olmak isteyen kişiler, önce görüşlerimize katıldığını bana bildiriyordu. Adayları ben saptayacak ve partimiz adına ben ilan edecektim. Böyle bir yöntem izlemeyi gerekli görmüştüm” yani halkın değil Mustafa Kemal’in belirlediği bir yeni Meclis kurulacaktır. Nitekim birinci Meclis Musul’suz Türk-Kürt eşitliğini reddeden bir Lozan anlaşmasını imzalaması imkansızken, ikinci Meclis’in yaptığı ilk iş Musul’suz ve Kürtleri artık inkâr eden yeni bir siyasal konsepti onaylayan bir Meclis olacaktır.

Sürekli Lozan’ın bir tapu senedi olduğundan söz edenler, aslından o ana kadar Türklere, Kürtlere ve diğerlerine ait olan tapunun, İngiltere’den devşirilen destekle sadece Türklüğün kılındığı, yani kardeşlik taahhütlerini inkâr ettiklerinin tartışılmasını istemiyorlar. Bu açıdan bence evet Lozan Türklükle özdeşleşen bir Türkiye açısından hiç kuşkusuz bir zaferdir. Ama yüz yıl boyunca Kürt’ü inkâr eden, asimile eden ve bu asimilasyonu da başarabilmek için sürekli sıkıyönetim uygulamaları, sürgün kararnameleri, ıslah politikaları, iskân kararnameleri ile bir türlü demokratikleşemeyecek bir devlet rejimine geçiş anlamına gelmektedir. Bu anlamda

Lozan’ın gerisine gitmek değil ama sorgulanması, demokratik bir toplumsal vizyon oluşturma, gerçekçi bir tarih bilinci yaratmak için çok önem taşımaktadır. Lozan’daki bu mutabakat aynı zaman İzmir iktisat kongresinde İngiltere’ye, Türkiye’nin kapitalist yoldan kalkınacağına dair bir taahhüt verilmesiyle elde edilmiştir. Oysa Lozan’a ilk gidildiğinde, Türkiye’de uygulanacak iktisat politikasını dışardan vesayet altına almaktan da Musul ve Kürt-Türk kardeşliğinden vazgeçme hattında uzak bir yerde duruluyordu.

 

 

Lozan’daki nüfus mübadelesiyle yaklaşık 1,5 milyon Ortodoks Rum Yunanistan’a, 500 bin Müslüman Türk ise Türkiye’ye göç ettirildi. Bu büyük değişim çoğunlukla ‘zorunlu uyum’ olarak anlatılıyor ama bir yandan da homojen bir ulus yaratma hedefinin parçasıydı. Sizin gözünüzde bu karar, çok kültürlü Osmanlı mirasının sonu anlamına mı geliyor? Ve bu sürecin Kürtler, Aleviler ve diğer kimlik grupları açısından devam eden etkileri oldu mu?

Osmanlı mirasında olumsuzlukların baskın olduğunu unutmadan gireyim konuya. Teslim edilmeli ki Cumhuriyet İttihatçıların yenilgi nedeniyle yarım kalan programını tamamlama hattında şekillenecekti. Hak ve özgürlükleri kullandırmayan, demokrasiyi sevmeyen, toplumu tek tipleştiren ve egemenlik kullanımını engelleyen ‘mış’ gibi bir cumhuriyet kurulacaktı. Cumhuriyet, halkın egemenliğin şekillenmesine katıldığı bir rejim demektir ki yüz yıllık tarihimizde bunun gerçekleştiğini iddia edemeyiz. Oysa 21 anayasası egemenliğin kayıtsız şartsız millette olacağı taahhüdü başlatmıştı.

1924 Anayasası’nda da bu söz korunur ama her şeyin merkezden belirlendiğinin başlatılmasına geçilmektedir. Kuşkusuz öncesinde de ciddi hak ihlalleri var. Başta Koçgiri’de yaşananlar, Çerkes Ethem ve sosyalistlerinin fiziki şiddetle tasfiye edilmesi, Bektaşi dergahının kendi inanç gereklerinin engellenmesi, vs. Ama bu dönem de yapılanlar Anayasaya rağmen oldu bittiye getirilip yapılan işlerdi.

Sonraki dönem de bu işler anayasal hale getirildi. 1924 Anayasası öncesi yapılanlarla sonrasında yapılanlar arasındaki fark, ikincisinin anayasallaştırılmış olması. Arkasından Şark Islahat Planı, İskan Kanunu, Tunçelli Kanunu, Olağanüstü Hal, Umumi Müfettişlikler geldi. Oysa 1921 Anayasası ve bu dönemdeki taahhütler, bizi, farklılıklarımızla birbirinin haklarına saygı duyan öz kardeşler olarak tanımlıyordu. Bu durum 1924 Anayasasına nasıl yansıdı, “hepimiz Türk’üz” olarak yansıdı.

Bazı milliyetçi yorumcular bize “bu ırkçı bir yaklaşım değil bu sadece herkesi Türk kabul ederiz vatandaşlık hakkıdır” diyor. O Türk vurgusu, farklı anadillerin yasaklanması, nüfus mühendisliği, hepimizi Orta Asya’dan getirten tarih kurguları ve ırk yüceltmeleriyle şekillenecektir. Bu nedenle 1924 Anayasası’nın ruhuyla ne eşit yurttaşlığın ne demokratik bir cumhuriyetin gerçekleşmesi mümkün değildir. 1921 Anayasası’nın ruhu ise siyasetin aşağıdan yukarı kurulması vurgusuyla başlıyor ve yerel yönetim özerkliğini garanti altına alan bir yerden kurumlaşıyor. 1924 Anayasası ise bilindiği gibi bunları tasfiye ediyor. Yerine devletin ülkesi ve milleti ideolojisini inşa ediyor.

 

 

1921 Anayasası, halk egemenliğini ve yerel yönetim yetkilerini esas alan oldukça demokratik bir metindi. Özellikle “mahalli özelliklere göre yönetim” ilkesiyle Kürtler başta olmak üzere farklı topluluklara kendi kendini yönetme imkânı tanıyordu. Ancak bu anayasa kısa ömürlü oldu ve 1924 Anayasası ile merkeziyetçi bir yapı kuruldu. Sizce bu dönüşüm neden yapıldı? Ankara bu yetki paylaşımını neden sürdürülebilir bulmadı?

Çünkü sürdürmek istemedi. Çünkü Ankara’ya hakim olan çizgi aslında ittihatçı çizgiydi. Ziya Gökalp’in sistematize ettiği Türkleştirmek, Sünnileştirmek ve kapitalistleştirmek çizgisiydi. Çizgi bu olunca, milli mücadelede muhtaç oldukları Kürtlere, “Biz sizinle eşit bir gelecek kuracağız” dediler fakat Lozan’da İngilizlerle anlaşma imzalayınca o taahhütlere artık ihtiyaçları kalmadı ve tersini yaptılar. Lozan’la sağlanan statüye dönüp dünkü müttefiklerini tasfiye ettiler.

Tabii bu sistem Türkleri de özgürleştirmeyecek, devletin Türkleri olarak yeniden dizayn edildiler. Devlete boyun eğen, ama sınıfsal haklarını savunmayan, farklı siyasal fikirlere oy veremeyen, farklı siyasi partiler kuramayan, lideri ve partiyi denetlemeyen bir Türklük inşa edildi. Bu devletin Türklüğüdür. Tarih boyunca Osmanlı İmparatorluğuna itiraz etmiş, hak talep etmiş Türklüğü de tasfiye ettiler. Devletin ve kapitalizm çıkarlarına uygun yeni bir Türklük tanımı yarattılar.

 

 

1921 Anayasası’nda ne “Türk milleti” tanımı vardı, ne de etnik bir aidiyet vurgusu. Bu yönüyle kapsayıcı ve çok kimlikli bir yapı önerdiği söylenebilir. Ancak birkaç yıl sonra gelen 1924 Anayasası’yla birlikte, “Türklük” kimliği anayasal düzeye taşındı. Bu geçişi nasıl okumalıyız? Sizce bu sadece siyasi bir tercih miydi, yoksa yeni rejimin Kürtleri, Alevileri ve diğer toplulukları dışlamaya başladığının açık bir göstergesi miydi?

Bu bir rejim tercihiydi. Kavramı da kullanmak lazım. “Egemen sınıf, egemen siyasal kadro, egemen lider.” Kendi ihtiyaçlarına ve çıkarlarına göre bir Türkiye’yi dizayn ettiler. Bu Türkiye, 1 Mayısların yasak Nazım Hikmetlerin hapishanelerde olmasını beraberinde getirdi. Bu dizayn Kürdün Kürt olabilme hakkını yasakladı, Alevi cemlerinin basıldığı ve suçlu ilan edildikleri, Lozan Anlaşması’nda farklı inançlara verilmiş azınlık haklarının tasfiye edilmesini beraberinde getirdi. Açık ki 1921 Anayasasının ruhuyla yol alınabilmiş olsaydı başka bir Türkiye olacaktı? Liderin, partinin ve devletin olmayacaktı.

“O koşullarda bu olur mu?” diye soruyorlar. Milli Mücadele böyle başarıldı, çoğulcu bir Meclis’le. Saltanatı bu Meclis kaldırdı, hem de oy birliğiyle. Bakın İsmet İnönü çok net bir şekilde diyor ki “Milli Mücadele Kürtler cansiperane bir şekilde Türklerle birlikte hareket ettiler. Biz Lozan’daki mücadeleyi Türkler ve Kürtler olarak kazandık.” Şimdi demek ki mücadele başta Türk ve Kürt halkı olmak üzere diğer hakların varlığıyla birlikte kazanılmışsa, milli mücadele sonrası barışçıl bir dönem pekala çoğulcu bir şekilde yaşanabilirdi. Böyle bir toplumda kolay kolay demokrasi elinizden kaçıp gitmezdi. 

Oysa cumhuriyetin övünçle andığı kadınlara seçme ve seçilme hakkını tanıdı. Ama kadınların seçme seçilme hakkı, istediklerini değil, sadece liderin belirlediği adayları seçmekten ibaretti. Kadınlar Halk Fırkasına bile izin verilmedi. O partinin siyaset yapabilme imkanı yasaklandı. Bu cumhuriyette laiklik de kadın hakları da sadece biçimsel anlamda kurumsallaştı, gerçek anlamda kurumsallaşmadı. 

Kısacası geçmişi mutlaka ve bu kez gerçeklere uygun yazmak zorundayız. O nedenle Lozan’ın da milli mücadele tarihinin de yeniden konuşulması gerekir. Çünkü tarihin gerçekleri bizi özgürleştirecektir ve kaderimizi hakim kılacaktır. 100 yıldır hakim olan egemen siyaset ise, kendi ezberlediği şeylerin tartışılmasını engellemeye çalışıyor. Çünkü gerçek bir cumhuriyet arayışından yola çıkacaksak, teslim edelim ki ilk düğme yanlış iliklendi.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.