Mahkemede devletin planı işletildi

Dosya Haberleri —

Kobanî

Kobanî

Kobanî Kumpas Davası’nın avukatlarından Kazım Bayraktar, Perşembe günü davada verilen kararları gazetemize değerlendirdi:

  • Karar sürpriz değil. Bu dava aynı zamanda HDP'nin yükselişinin önüne geçmek amacıyla, HDP’nin önde gelen kadroları ve yöneticilerine yönelik 2015'ten itibaren başlatılan saldırı kampanyasının devamı niteliğindedir. Bu nedenle doğrudan iktidar odaklarının rehinesi durumunda olan siyasetçilerin tutsaklıkları devam ettirilecekti. Bu plana uygun cezalar biçilmesi gerekiyordu...
  • Mardin’e el koymak için herhangi bir yolsuzluk bulamadılar. Bu davayla bir gerekçe yaratmış oldular. Bütün bunları birbiriyle bağlantılı düşünmek gerekir. Bu kararlar üç hakimin oturup hukuksal düşünceyle oluşturdukları bir karar değil. Kararların daha yukarılarda hazırlandığı düşüncesindeyim. Kararlar mahkemenin dışında belli siyasal amaçlar planlanarak belirlendi.
  • Bir kere çözümsüzlük dayatıyorlar ve savaş stratejisi izlemeye devam ediyorlar. Bu iktidar, MHP ile birlikte bütün politikalarını öylesi bir çözümsüzlük ve savaş stratejisine oturttular ki buradan geri dönmeleri artık onlar için de çok olanaksız. Yani mevcut fotoğraf bize savaş ve çözümsüzlük politikalarının süreceğini gösteriyor. Bunu hiçbir koşulda gözden kaçırmamak lazım.

MIHEME PORGEBOL

DAİŞ’in Kobanê’ye dönük saldırılarına karşı 6-8 Ekim 2014 tarihlerinde gelişen protesto eylemleri gerekçe gösterilerek Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski Eşbaşkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş’ın da aralarında olduğu 108 siyasetçinin yargılandığı davada perşembe günü karar açıklandı. Dava duruşması Perşembe günü Sincan Cezaevi Kampüsü'ndeki duruşma salonunda görüldü. Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi, 18'i tutuklu 108 siyasetçiye ceza yağdırdı. Kobanî Kumpas Davası’nın avukatlarından Kazım Bayraktar ile dava sürecini, verilen cezaları ve arka planını konuştuk.

Kazım Bayraktar

 

Bu kadar ağır cezalar bekliyor muydunuz? Tahliye edilenler de zaten yaklaşık 10 yıldır tutsak bulunuyorken bu cezalardan ne anlamamız gerek?

İçinde bulunduğumuz siyasal konjonktürün gidişatına bakınca bu cezalar sürpriz gelmiyor bana, bekliyordum. Bu hukuki bir tahmin değildi, tamamıyla siyasi bir öngörüydü. Bu dava kamuoyunda, HDP'ye yönelik Kobanî eylemleri bahane edilerek yapılan bir kumpas davası olarak biliniyor. Bu dava aynı zamanda HDP'nin yükselişinin önüne geçmek amacıyla, HDP’nin önde gelen kadroları ve yöneticilerine yönelik 2015'ten itibaren başlatılan saldırı kampanyasının devamı niteliğindedir de. Bu nedenle doğrudan iktidar odaklarının rehinesi durumunda olan siyasetçilerin tutsaklıkları devam ettirilecekti. Bu plana uygun cezalar biçilmesi gerekiyordu. Bu davada esas olarak Kobanî olayları, bir demokratik eylem çağrısı niteliğindeki HDP MYK’sinin twiti bahane edildi. Bu cezaların temel noktasını bu twit oluşturuyor. HDP MYK’si komple hedef alındı. MYK’de olmayanlar için de “örgüt üyeliği” gerekçesiyle asgari sınırdan uzaklaşılarak daha yüksek cezalar verildi. Onların da içeride kalmaları böylelikle sağlanmış oldu. Gültan Kışanak, Ayla Akat ve Sebahat Tuncel gibi hem MYK’de olmayıp hem de 8-9 yıldır içeride olan siyasetçilere karşı da elleri mahkum olduğu için tahliye verildi. Biz de zaten onlar için tahliye bekliyorduk. MYK toplantısı sonrası atılan twitle ve HDP MYK’siyle bir bağlantı kuramadıkları için bu isimlere örgüt üyeliğinden yüksek ceza verdiler ama verdikleri ceza zaten infaz edildiği için tahliye vermek zorunda kaldılar. Özetle, yargılanan siyasetçileri içeride tutmayı devam ettirecek oranda ceza ayarlamaları yapıldı.

Ahmet Türk gibi kendisi dışarıdayken hakkında ceza verilenler de var. Bu durumu özellikle yerel seçimlerle ilişkilendirerek yorumlayanlar da var. Burada bir niyet aramak mümkün mü?

Mümkün tabii ki. Mardin’e el koymak için herhangi bir yolsuzluk bulamadılar. Bu davayla bir gerekçe yaratmış oldular. Bütün bunları birbiriyle bağlantılı düşünmek gerekir. Mardin'e el koymayı hedefliyorlardı ve bu amaçlarına ancak böyle bir kararın kesinleşmesiyle ulaşabilirlerdi. Ahmet Türk’e, hiçbir hukuksal temeli olmayan bir ceza vererek onu belediye başkanlığından düşürmek gibi bir amaç söz konusu. Yani bu karar aslında üç hakimin oturup hukuksal düşünceyle oluşturdukları bir karar değil. Kararların daha yukarılarda hazırlandığı düşüncesindeyim. Kararlar mahkemenin dışında verildi. Tahliye ve beraat kararı verilen birkaç arkadaş hariç, HDP'nin asıl gelen insanlarına yönelik verilecek cezaların hepsi belli siyasal amaçlar planlanarak belirlendi.

Hazır siz konusunu açmışken zaten soracağım bir başka bağlam olan siyasi karşılığına gelelim. Sözünü ettiğiniz “belli siyasal amaçlar” nedir?

Bir kere çözümsüzlük dayatıyorlar ve savaş stratejisi izlemeye devam ediyorlar. Bunu hiçbir koşulda gözden kaçırmamak lazım. Tüm politikaların temelinde bu var. Bu strateji devam ederken bir takım uzlaşı beklentilerinin de boş olduğu ortaya çıktı. Zaten Kavala hakkında verilen ret kararını da bu anlamda yorumlamak gerekiyor. CHP'nin başlattığı bir uzlaşı girişimi vardı. Bu uzlaşıdan çok fazla beklenti ortaya çıktı ama bu beklentilerin gerçekleşemeyeceği de sözünü ettiğim strateji temelinden düşündüğümüzde belliydi. Zaten bir uzlaşı olamazdı. Bu iktidar, MHP ile birlikte bütün politikalarını öylesi bir çözümsüzlük ve savaş stratejisine oturttular ki buradan geri dönmeleri artık onlar için de çok olanaksız. Yani mevcut fotoğraf bize savaş ve çözümsüzlük politikalarının süreceğini gösteriyor.

Bir diğer önemli nokta da HDP'nin ve Kürt halkının yasal siyasette nasıl bir gelişme kaydettiğini gördüler. Yani bırakalım silahlı mücadeleyi, Kürtlerin yasal ve barışçıl yollardan bile mücadele etmesini tehlikeli gördüler. Bu tehlike nedeniyle Kürtlerin yasal örgütlerine bu derece saldırıyorlar. Sadece bu dava değil, şu an HDP'nin yerel yöneticilerine ve kadrolarına dönük sürekli operasyonlar yaparak partiyi kapatmadan içini boşaltmak gibi bir taktik izleniyor. HDP’nin artık batıdan da oy almaya başlayan, batıyı da temsil edebilecek bir parti olduğunu görüyorlar, HDP'ye bu nedenle yükleniyorlar.

Hukuki süreç bundan sonra nasıl işleyecek?

Biz başvurumuzu yapacağız ve bundan sonrasını İstinaf Mahkemesi ele alacak. Bu süreçte de birtakım hesaplar yapılacak. Bu hesaplar üzerinden süreç hızlandırılacak veya yavaşlatılacak. Bunları önümüzdeki süreçte göreceğiz ama şu anda sokaklarda iktidarı gerçek anlamda zorlayacak bir halk ve emekçi mücadelesi olmadığı takdirde yukarıdaki uzlaşı ve ittifak bozulmaları üzerinden bir takım sonuçlar beklememek gerektiğini düşünüyorum. Dediğim gibi, bundan sonraki süreçte istinafa gideceğiz, savunmamızı orada da yapacağız. Sürecin nasıl işlediğini, arka planında neler döndüğünü orada da göreceğiz.

Yalnızca Kürt siyasetçiler değil HDP bileşeni ve kurum temsilcisi birçok sosyalist ve devrimci de ağır cezalar aldı ve kamuoyunda bu durum “Kürtlerle dayanıştıkları için Türk sosyalistler de cezalandırılıyor” şeklinde yorumlandı. Bu doğru bir okuma olur mu?

Sonuçta bir ittifak dayanışması içerisinde olunduğu zaman Kürt siyasetçilere verilen ceza ve uygulanan baskı onlarla ittifak yapanlara da doğal olarak uygulanıyor. Daha ağır cezalar olmamakla birlikte Türk sosyalistler de Kürtlerle aynı görülerek, bir ayrıma gidilmeden hepsine aynı saikle ceza verildi. Yani “Türk sosyalist” veya “Kürt siyasetçi” gibi bir ayrım söz konusu değil. Öyle bir yerden bakmayı ben doğru görmüyorum. Sonuçta HDP, faşizme karşı örgütlenmiş bir parti ve içerisinde Türk sosyalist de var, Kürt siyasetçisi de var, sosyalist olmayan demokrat kesimler de var. Böyle geniş kapsamlı bir ittifak partisi olduğu için bunu bir tehlike olarak gören iktidar, bu ittifakın bütün bileşenlerine, aktivistlerine aynı baskıyı uyguladı.

Bunu “bir paradigmaya ve mücadele birliğine dönük rejim saldırısı” olarak tanımlamak mümkün mü?

Kuşkusuz. Zaten şu anda, yukarıda birtakım tepişmeler oluyor MHP ile AKP arasında. Bu tepişmeler arasında CHP de bir uzlaşı denemesi yaptı ama başarısızlıkla sonuçlandı. En azından bu başarısızlık belli oldu. Zaten çok kısa sürdü. Uzlaşı beklentileri boşa düştü. Bu süreçte artık zaten var olan saflaşma daha da pekişti. Faşizm yukarıdan aşağıya merkezileşmiş. İki iktidar ortağı var ve onun altında mafyatik odaklar, sermaye odakları vb. başka odaklar var. Onlar bir safta. Öbür safta ise emekçiler, ezilenler, işçi sınıfı, özellikle çok ciddi bir dinamiğe sahip Kürt işçi kesimi ve bütün olarak Kürt halkı yer alıyor. Bu saflaşma asıl olarak tabandan doğru gelişiyor. Ama iktidar da bir yandan bu saflaşmayı kendi içinde dil farkı, inanç farkı vb farklılıkları öne çıkararak toplumun farklı kesimleri arasında düşmanlığa evirmeye çalışıyor. Tam da bu süreçte iktidarın korkularının üzerine gitmeyi gerektiren bir durum çıkıyor ortaya. Kürt ve Türk emekçilerinin birlikte hareket etmesinden korkuyorlar. Kürt halkının Türkiye'deki ezilen ve sömürülen işçi sınıfı ve diğer kesimlerle birlikte hareket etmesinden korkuyorlar. İktidarın bu saflaşmada temel aldığı motivasyon bu. Aslında Kürt ve Türk işçilerinin birliği çerçevesinde diğer kesimleri de yanına alarak faşizme karşı sokaklarda, fabrikalarda, tarlada, doğa katliamlarında ortak bir pratik içerisinde hareket etmek gerekiyor.

* * *

Yasin Börü sadece bir bahaneydi

Erdoğan, Kobanî eylemleri sürecinde yaşamını yitiren Yasin Börü üzerinden Kürt siyasetçileri hedef aldı. Ancak Demirtaş’ın da aralarında bulunduğu 36 kişi bu suçlamalardan beraat etti. Bu sonuç dahi bu davayı tümden boşa düşürmüyor mu?

Yasin Börü dahil olmak üzere Kobanî olaylarında bütün sonuçlar HDP’ye fatura edilmeye çalışıldı. Yasin Börü davası olarak düşünmek doğru olmaz. Bu dava doğrudan Kürt Özgürlük Hareketi’ne yönelik bir davaydı. Bu olaylar, bu davanın bahanesi niteliğinde. Bu bahaneler arasında Yasin Börü olayı da yer alıyor. Bu olayların azmettirici suçlamasından beraat verildiğinde bu hepsini kapsıyor. Yasin Börü’nün ölümüyle sorumlu tutulmaları mümkün değildi zaten. Diğer olaylar için de aynı şey söz konusu. Böyle bu olaydan da berat etmiş oldular. Ancak hukuk ve yasa hükümleri çok altüst edildiği için tahrik suçu dediğimiz bir suç var ceza kanununda, 214. maddeyi kullanarak bu olayları tahrik ettikleri üzerinden hüküm kuruldu. Yani Yasin Börü olayı ve diğer Kobanî olayları onlar tarafından azmettirilmiş şeklindeki suçlamadan beraat verildi ama tahrik etmekten ceza verildi. Ceza Kanunu gereğince tahrik sonucunda bir olay meydana gelmişse tahrik eden o olayın faili gibi cezalandırılır. Ama öyle yapmadı mahkeme, burada tamamen mantık dışı, hukuk mantığı açısından da son derece ters akıl almaz bir gerekçe ve sonuç çıktı. Basitleştirirsek, Kobanî olaylarını tahrik ettiler ama bu olaylardan sorumlu değiller. Tahrik ettikleri için 302 yani “Türkiye Cumhuriyeti ülkesi ve milletini bölmeye teşebbüs” suçundan ceza verdiler. Tahriki gerekçe gösterdiler ama olaylardan sorumlu tutmadılar böylesine bir çelişki ortaya çıktı. Yaşananlar komedi. Tahrik suçu bağımsız bir suçtur. Tahrik sonucunda olaylar meydana gelmişse bu olaylardan da fail gibi cezalandırılması gerekir. Burada Kobanî olaylarını tahrik ettiniz ama sizi olaylardan sorumlu tutmuyorum diye bir çelişki ortaya çıktı. Buradaki amaç şuydu, olaylardan sorumlu tutmak saçma sapan bir şeydi ve kamuoyunda çok ters tepkiye neden olurdu. Kimseye bunun mantığını açıklayamazlardı örneğin 40 tane müebbet vermek gibi. Böyle yapamazlardı, ama rehin olarak tuttukları için ceza tayin etmeleri gerekiyordu o yüzden de böyle bir saçmalığa başvurdular.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.