Muhalefet dövüyor iktidar kullanıyor
Dosya Haberleri —

- Türkiye ve Kuzey Kurdistan’da da göçmen nüfusu her geçen gün artış gösteriyor. Türk Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Avrupa’ya karşı sık sık koz haline getirdiği “Suriyeli mülteciler”in yanı sıra Taliban’ın Afganistan’da yönetimi ele geçirmesi ve Rusya-Ukrayna savaşı ardından oluşan göçlerle birlikte Türkiye ve Kuzey Kurdistan, göçmenler için transit topraklar haline geldi.
- Suriye’den başlayan, sonrasında Irak’ın hayata geçirdiği Arap Kemeri ismiyle hayat bulan durum, son zamanlarda Türkiye tarafından da yeni bir Arap Kemeri biçiminde gelişiyor. Demografik müdahalelerle Kurdistan’ı boşaltma, boşaltılan yerlere kendilerine bağlı grupları yerleştirerek hem Kürt nüfusunu minimalize etme hem de yeni bir coğrafi-demografik durum yaratılmaya çalışılıyor.
- Van sınırları içerisinde ve Rojhilat sınırında yaşanan ölümlere dikkat çeken Serhat Göç Araştırmaları Derneği (Göç-Der) Eşbaşkanı Gülşen Kurt, “8-10 yaşlarındaki iki çocuğuyla sınırı geçerken donarak ölen bir kadının, annenin dramına şahitlik ettik. Elleri, avuçları soğuktan yanmış çocukların acısı mülteciliğin başka bir yüzüydü” dedi.
NUDA KOÇAK/VAN
Tarihsel bir geçmişi olan göç olgusu, özellikle kapitalist moderniteyle birlikte bir yoğunluk kazandı. Tarihte başta Yahudiler ve Kürtler olmak üzere, çoğunlukla Ortadoğu halklarının yaşadığı fakat neredeyse dünyanın her bölgesinde yaşanan göç olayı, insanlığın trajik bir gerçeği. Ulus devletlerin tarih sahnesine çıkışı, emperyalizmin kullanılabilir kaynaklara erişim amacıyla giriştikleri sömürgeleştirme operasyonları göç olgusunu zirveye çıkardı. Özellikle dünya çapında yaşanan iki büyük savaş sonrası kitlesel olarak yaşanan göçler, iltica ve bağlantılı olarak mültecilik gerçeğini de genel bir sorun haline getirdi. Ortaya çıkan bu karmaşık tabloya bir düzenleme sağlamak adına Birleşmiş Milletler 1951 yılında Cenevre Sözleşmesi’ni hazırladı. Söz konusu sözleşme, 22 Nisan 1954 tarihinde yürürlüğe girdi. Sözleşmenin başlıca amacı, 2. Dünya Savaşı sonrası uluslararası konjonktürde oluşan iki bloklu sistemin de etkisi ile Sovyetler Birliği’nden kaçan insanların korunması. Sözleşmenin iki temel dayanağı bulunuyor. Biri, Birleşmiş Milletler Anlaşması, diğeri de İnsan Hakları Evrensel Bildirisi. Bunların dışında asıl ilkesi ise, ayrımcılık yapmama ilkesiydi.
Avrupa’nın ikiyüzlülüğü
Cenevre Sözleşmesi ilk yürürlük yıllarında 1951 öncesi gerçekleşen ve Avrupa’da meydana gelen savaşlar ve ekonomik krizler nedeniyle ülkesini terk etmiş kişileri kapsıyordu. Yani daha çok Avrupalı mültecileri korumaya yönelik bir sözleşmeydi. Bu durum gelişmekte olan ülkeler tarafından çokça eleştirildi ve sözleşmenin yenilenmesi gerektiği yönünde tartışmalar başladı. Bunun üzerine 4 Ekim 1967 tarihinde hazırlanan Ek Protokol ile sadece Avrupa’yı kapsayan sınırlama kaldırıldı. Elbette her ne kadar mültecilere ilişkin belli sözleşmeler yapan ve bu insanlık dramını yönetmeye çalışan Avrupa ülkeleri olduysa da sorunun kaynağının da yine özelde Avrupa genelde ise batılı ülkeler olduğunu unutmamak gerekir.
Erdoğan’ın kozu ‘Suriyeli mülteciler’ krizi
Türkiye ve Kuzey Kurdistan’da da göçmen nüfusu her geçen gün artış gösteriyor. Özellikle 2011 yılında başlayan Suriye savaşı ardından yoğun göç yaşandı. Türk Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Avrupa’ya karşı sık sık koz haline getirdiği “Suriyeli mülteciler”in yanı sıra Taliban’ın Afganistan’da yönetimi ele geçirmesi ve Rusya-Ukrayna savaşı ardından oluşan göçlerle birlikte Türkiye ve Kuzey Kurdistan, göçmenler için transit topraklar haline geldi. Dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de göçmenler yoğun bir ırkçılıkla karşı karşıyayken hayatta kalma mücadelesi veriyor.
Felaketin sorumluları
Serhat Göç Araştırmaları Derneği (Göç-Der) Eşbaşkanı Gülşen Kurt ile göçmenlerin yaşadıkları sorunları konuştuk. Mülteci sorununun ortaya çıkmasında asıl failin ABD ve AB gibi güçler olduğunu hatırlatan Kurt, aynı ülkelerin mültecilerin kendi ülkelerine gelmelerini engellemek için önlemler alan ülkeler olduğunu da sözlerine ekledi.
Kurt, “ABD, Meksika sınırına; AB ise Türkiye-Yunanistan sınırına duvar örüyor. Özellikle Akdeniz ve Ege denizleri adeta ‘mülteci mezarlığına’ dönüşmüşken, ‘yüzyılın felaketi’ olarak nitelendirebileceğimiz mülteci gerçeğini hem yaratıp hem bu insanları yüz üstü bırakmak, onları başka ülkelerde para karşılığı tutarak konforlarını korumaya çalışmak, kapitalist modernitenin en aleni ve kirli yüzlerinden biri olarak karşımıza çıkıyor” dedi.
Gülşen Kurt bu durumun samimiyetten ve çözümden uzak olduğunu ifade ederek şöyle devam etti: “Ulus devletler insan onurunu aşağılayıcı bu tutumu derhal terk edip barış temelli, sınırların olmadığı demokratik çözümler üretmelidir. Bu duvarlar aslında arka tarafta olan trajediye sadece seyirci kalmak ve sorunun asıl nedeninden uzaklaşma politikasıdır.”
Ne göçmen ne de halk memnun
Türkiye’deki iktidar, bir yandan AB ile “Geri Kabul Anlaşması” yapıp ülkeyi batılı emperyalist ülkelerin gönüllü mülteci deposu yaparken, diğer taraftan bu mültecileri dış politikada batılı ülkelere karşı koz olarak kullanıyor. Erdoğan iktidarı kendi halkından çaldığı gibi mülteciler için Türkiye’ye ayrılan fonları da amacına uygun kullanmıyor. Öyle ki Suriyeli mültecilerin sayılarının artmasıyla birlikte ihtiyaçlarının da artması, bugün hem maddi hem de manevi açıdan devletin ve yerel halkın imkânlarını zorlayan hale geldi. Ucuz işgücünde kullanılan Suriyeliler ile işsiz kalan yerel halk arasında gerilim ve hoşnutsuzluk giderek artıyor.
“Türkiye’nin bugün mülteci deposu olarak kullanılmasının sonuçlarından birisi de mültecilerin siyaset malzemesi olarak kullanılmasıdır” vurgusunda bulunan Gülşen Kurt, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Milliyetçi kesimler tarafından düşman olarak görülüp, iktidar tarafından ‘din kardeşleri’ olarak tanımlanan mülteciler üzerinden kutuplaştırıcı ve ırkçı bir politika izleniyor. İktidar kimi mültecileri vatandaş pozisyonuna alarak onların oy kullanmasını sağlayarak tekrar iktidar olmayı sağladı. Ana muhalefetin de dili insanlar arasında mültecilere dönük nefret kavramını genişletti. Öyle ki çoğu yerde ırkçı saldırılara sebebiyet verdi.”
Özellikle bazı medya organlarının mültecilerle ilgili yaptıkları haberlerde kullandığı ayrıştırıcı dil, sosyal medyada, mültecileri adeta bütün asayiş olaylarının temel nedeni gibi gösterme durumu, bu gerilimi daha da tırmandırıyor.
‘Suriyeli olduğumu anlamasınlar’
Suriyeli mültecilerden hem yararlanma hem de onları birer nefret öğesi olarak görme, gelişen politikaların bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Göçmenlerin uğradıkları ayrımcılığın en trajik örneğini son yaşanan depremde gördük. Hatay’da enkazdan çıkarılan Suriyeli kadına gazeteciler, nasıl kurtarıldığını sorduklarında, kadının yanıtı “Bağırırsam Suriyeli olduğumu anlar beni kurtarmazlar diye düşündüğüm için bağırmadım. Sadece duvarlara vurarak orada olduğumu duyurmaya çalıştım” şeklinde oluyor. Bu yanıt, Türkiye’nin “sahip” çıktığını gösterdiği mültecilere karşı derinden nasıl bir mülteci düşmanlığı yarattığının boyutunu, mültecilerin bunu ne kadar derinden hissettiğinin geldiği düzeyi gösteriyor.
Ucuz işgücü olarak kullanılıyorlar
Ucuz iş gücü olarak görülen Suriyeli mülteciler karın tokluğuna çalıştırılıyor. Şu an Türkiye’de çalışma hayatında bir milyon Suriyeli olmakla birlikte, bunlardan yalnızca 60 bin kadarının çalışma izni var. Geri kalanlar ise kayıt dışı çalışıyor. Bu durum elbette devletin bilgisi dahilinde oluyor. Çünkü eğer Suriyeli mülteciler çalışmazlarsa, geçimlerini sağlayamayacaklar ve dolayısıyla devletin kendi bütçesinden yardım yapması gerekecek. Bunun olmaması için kayıt dışı da olsa çalışmalarına göz yumuluyor. Öyle ki dönemin Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, geri gönderme tartışmalarının devam ettiği günlerde, “Şu anda Türkiye'de tarım sektörü, sanayide, hallerde istihdama ihtiyaç var. Benim babamın koyunları var mesela 'Çoban bulamıyorum' diye söyleniyor” diyerek, Suriyeli mültecilerin bu alanlarda ucuz iş gücü yarattığını itiraf ediyor.
Göçmenlerinin geçiş güzergahı Van
Afganistan, İran, Pakistan ve Bangladeş gibi doğu ülkelerinden gelen düzensiz göçmenlerin Türkiye’ye en çok giriş yaptığı noktalar ise Van sınırı. Van’a gelen göçmen ve mültecilerin büyük bir kısmı Türkiye’de kalmak istemiyor. Türkiye onlar için bir transit geçiş ülkesi olarak değerlendiriliyor. Bu göçmenlerin asıl hedefleri “uygun” bir Avrupa ülkesi. Ancak özellikle hayatları tehlikede olan göçmenler, başka seçenekleri olmadığında Türkiye’de kalmayı tercih ediyor.
Van sınırları içerisinde ve Rojhilat sınırında yaşanan ölümlere de dikkat çeken Kurt, “Türkiye ve oradan Avrupa ülkelerine göç etmek isteyen insanlar yaşamları pahasına bu yolu göze alıyor. 1 Ocak 2022’de, 8-10 yaşlarındaki iki çocuğuyla sınırı geçerken donarak ölen bir kadının, annenin dramına şahitlik ettik. Çocukları donmasın diye çoraplarını çocuklarına eldiven yapan anne, bütün dünyanın mülteciler karşısındaki ikiyüzlülüğünü ve kayıtsızlığını gösteren bir fotoğraf gibiydi. Elleri, avuçları soğuktan yanmış çocukların acısı mülteciliğini başka bir yüzüydü” diyerek, mültecilerin yaşadığı drama dikkat çekti.
Kürtlerin tepkisi kime?
Mülteci düşmanlığına bir kesim Kürtler de bilinçsizce, belki de tepkisel olarak dahil oluyor. Bu tepkiselliğin altında devletin mülteci meselesini Kürtlere karşı demografik bir silah olarak kullanmaya çalışması tutumu yer alıyor. Suriye’den başlayan, sonrasında Irak’ın hayata geçirdiği Arap Kemeri ismiyle hayat bulan durum, son zamanlarda Türkiye tarafından da yeni bir Arap Kemeri biçiminde gelişiyor. Demografik müdahalelerle Kurdistan’ı boşaltma, boşaltılan yerlere kendilerine bağlı grupları yerleştirerek hem Kürt nüfusunu minimalize etme hem de yeni bir coğrafi-demografik durum yaratılmaya çalışılıyor. Kürtlerin buna tepkisi, görünürde mülteci karşıtlığı gibi olsa da aslında devletin bu siyasetinedir.
Kürtler potansiyel mülteci
Türkiye’de yaşayan Kürtler de deyim yerindeyse potansiyel mülteci durumunda. “Bunun temel nedeni 80’lerden bu yana Bölgede yaşanan çatışmalı süreçler ve 2015 -2016 yıllarında yaşanan sokağa çıkma yasaklarıdır” hatırlatmasında bulunan Gülşen Kurt, bunların Kurdistan’da yaşayan halkın Türkiye metropollerine göç etmesine zorunlu sebebiyet verdiğini söyledi. Kurt şöyle devam etti: “Güvenlik problemleri en temel geçim kaynağı olan tarım ve hayvancılığın yok olmasını da beraberinde getirmiştir. Bunun yanı sıra yapılan siyasi baskılar nedeniyle birçok Kürt yurttaş Avrupa’ya göç etmek zorunda kaldı.”
***
Şiddet, taciz, istismar
Mültecilere ilişkin en temel sorunlar ve buna yönelik çözüm önerilerini ise Serhat Göç Araştırmaları Derneği (Göç-Der) Eşbaşkanı Gülşen Kurt, şöyle sıralıyor: “Mültecilerin yaşadığı en temel problemler barınma ve iletişimdir. Bu insanlar geldikleri yerlerde ya ağır koşullardaki toplama kamplarında ya da kötü şartlarda barınak tarzı yerlerde kalmakta. İletişim problemlerinden dolayı sosyal yaşama adapte olmakta zorlanıyorlar. Özellikle kadınlar ve çocuklar bu problemleri yoğun hissediyor. Toplama kamplarında şiddet, taciz ve istismara maruz kalıyorlar. Bunun için öncelikle uluslararası toplumların bu trajediye duyarsız kalmamaları gerekiyor. Bu insanların topluma adaptasyonu için sosyal projeler geliştirmek, psikolojik destek sağlamak, çocukların eğitimi için uygun kurslar açmak, kadınlar için uygun iş kolları oluşturmak en öncelikli yapılması gerekenler.”
Ne yapılmalı?
Göçmenliğin ve mülteciliğin ortaya çıkmasının nedenleri, süreç içerisinde yaşanan sorunlar ve devletlerin buna yaklaşımı birlikte değerlendirildiğinde çözüm olarak şunları ifade edebiliriz:
AB ile Türkiye arasında imzalanan Geri Kabul Anlaşması iptal edilmelidir. AB’nin mültecileri sınırları dışında tutma ve Türkiye’yi bir mülteci deposu olarak görme yaklaşımı değişmeli.
* Mültecilerin uluslararası siyasette müzakere aracı olarak kullanılmasına son verilmeli ve onların temel haklarını göz önünde bulunduran bir politika izlenmeli.
* Mültecilerin üçüncü ülkeye geçmelerinde güvenli yollar açılmalı, sığınma talepleri ve mülteci statüleri kabul edilmeli.
* Mültecilerin ülkeye girişlerini önlemeyi amaçlayan duvar inşaatları durdurulmalı. Hayati risk altındaki insanları duvarın arkasında ölüme mahkûm etme yaklaşımından vazgeçilmeli, temel haklara saygılı bir iltica sistemi işletilmeli.
* Mültecilere insani yaşam koşulları sağlanmalı, eğitim, sağlık, barınma, beslenme, iş gibi temel ihtiyaçları karşılanmalı.
* Mültecilere yönelik ayrımcılık ve nefret saldırıları önlenmeli.
* 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası koruma kanununda bulunan “Geri İade Yasağı” uygulanmalı.













