Öcalan’a özgürlük barışa cesaret
Kadın Haberleri —

Sebahat Tuncel
- Amed’den Ankara’ya, 250 kadının umutla yürüdüğü bu yol, Sayın Öcalan’ın özgürlüğü ve Kürt sorununun demokratik çözümü için toplumsal bir iradeyi sembolleştirdi; barış özlemi, halkın ve kadınların kolektif mücadelesiyle buluştu.
- Amed’den, Kürtlerin başkentinden, Kürt halkının ve Kürt kadınlarının taleplerini; Riha, Dîlok, Adana ve Mersin’deki kadınların, halkların taleplerini de yüklenerek Türkiye’nin başkenti Ankara’da sonlandırdık.
SEBAHAT TUNCEL
Kadınlar olarak “Umutla Özgürlüğe Yürüyoruz” sloganıyla yola çıktık. Bu yolculuk, 1 Ekim’de Amed’de başlamadı elbette. Kadınların binlerce yıllık deneyimlerinden ve özgürlük umudundan süzülerek gelen bir yolculuktu bu. Her yürüyüş, herkesin kendi kişisel yürüyüşünü de kapsayan kolektif bir yol almadır. Güzergah boyunca konakladığımız aileler, temas ettiğimiz kadınlar, gençler, değerli aileler; hepsinin düşüncesi benzerdi: “Elbette barış olsun istiyoruz, ama bu devlete güven olmaz. Ama Başkan’a, Önderliğe güveniyoruz. Onun attığı adımı destekliyoruz” diyorlardı. Gittiğimiz aileler arasında çocuklarını savaşta yitirmiş veya evlatları cezaevinde olanlar vardı. Barışı en çok isteyen, amasız fakatsız destekleyen onlardı. Yaşanmışlıklar, barışa verilen değerin anlamını da belirliyordu.
Cibin Köyü’nden toplumsal umuda
Sayın Öcalan’ın ilkokula gittiği Cibin köyünde halkla buluştuk, evlerine misafir olduk. Köyün şimdiki siyasini tutumunu beğenmiyorlar. “Eskiden daha devrimciydi” diyorlardı. Aslında sadece Cibin’de değil, neredeyse gittiğimiz her yerde eskiye bir özlem vardı. Siyasetimizde de çok dile gelen bir konu: Yeniyi yaratamayınca, eski aranır oluyor doğal olarak. Cibin köyünde şimdi Türkmenler yaşıyor, ama eskiden Ermeniler yoğunluktaymış. Kilise de bunun kanıtı. Köyün esas ismi Jibin zamanla Cibin olmuş. Kürtçe’de “altında” demek. Köyün altında, aydınlatılmamış bir tarih olduğunu ve sit alanı olacağının belirlendiğini anlattılar. Ermeniler artık yok; onlardan kalan kilise camiye çevrilmiş. Köyde herkes, “Abdullah Öcalan bu okulda okudu, bu bakkalda alışveriş yapardı, okulun karşısı o zaman boştu, orada yemeklerini yerlerdi. Başkan kışın geldiğinde elleri yara olurdu, çünkü soğuk suyla abdest alırdı. Soğuktan elleri çatlardı” gibi birçok hatırayı anlattılar. İnsan köylüleri dinlediğinde, acaba küçük Abdullah mı bu kadar iz bıraktı, yoksa halkların eşitliği ve özgürlüğü için mücadele eden, halklara önderlik eden Sayın Öcalan’ın kendisini toplumsallaştırması ve halklara umut olmasının yarattığı bir olgu mu? Anlatılanlara bakılınca, Ömerli’den Cibin’e okumaya gelen küçük Abdullah da kendisini toplumsallaştırmayı başarmış ve insanların hayatlarına dokunmayı, hayatlarında iz bırakmayı başarmıştı.
Kolektif özgürlük talebi
Yürüyüşümüzün temel talebi, Sayın Abdullah Öcalan’a özgürlüktü. Bu, kişisel bir talepten ziyade toplumsal bir talepti ve yol boyunca bu toplumsallık çok net görüldü. Sayın Öcalan, kendisini toplumsallaştırmayı, kolektif bir iradeyi kendisinde sembolleştirmeyi başarmıştı. Yani, Sayın Öcalan’ın özgürlüğü kişisel değil, toplumsaldır.
Biz kadınları harekete geçiren de bu toplumsallıktır. Sayın Öcalan’ın özgürlüğü, halklarımızın özgürlüğü kadar kadınların özgürlüğü açısından da önemli bir kazanım olacaktır. Bizler, Abdullah Öcalan’a özgürlük talep ederken, Sayın Öcalan hepimize “Umut İlkesi”nin uygulanmasını talep etmektedir. Umut İlkesi, henüz gerçekleşmemiş ama gerçekleşme potansiyeli taşıyan bir durumu anlatır. Bu açıdan, eşitlik ve özgürlük talebi, Umut İlkesi’nin temelini oluşturur. Biz kadınlar, eşit, özgür, sosyalist bir yaşamı gerçekleştirmek için mücadele ediyoruz. Sayın Öcalan’ın söylediği Umut İlkesi, biz kadınların mücadelesi açısından da çok önemli ve bizi harekete geçiriyor.
Yürüyüşün dönüştürücü gücü
250 kadın, “Umutla Özgürlüğe Yürüyoruz” diyerek yola çıktıklarındaki duygu ile geri dönerken hissettikleri duygu aynı değildi. Bu yürüyüş, bir yandan yürüyüşe katılan kadınları birbirine daha çok yakınlaştırırken, diğer yandan da konakladıkları evlerde yürütülen tartışmalarla halkın gündemlerini, yaşadıkları toplumsal ve ekonomik sorunları, sürece dair eleştiri, öneri ve çelişkileri dinleyerek, tartışarak, bir nevi örgütlenme faaliyeti yürütmenin sorumluluğuyla yeni sürece daha etkin ve güçlü bir katılım kararlılığıyla döndüler.
Amed’den Ankara’ya barış ve özgürlük
Amed’den, Kürtlerin başkentinden, Kürt halkının ve Kürt kadınlarının taleplerini; Riha, Dilok, Adana ve Mersin’deki kadınların, halkların taleplerini de yüklenerek Türkiye’nin başkenti Ankara’da sonlandırdık. Önce Sincan Cezaevi önünde siyasi tutsaklara özgürlük istedik ve Türkiye’yi bir hapishaneye çeviren bu sistemden, ancak Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümünü esas alan yeni bir toplumsal sözleşme ile çıkılabileceğini, bunun yolunun da Sayın Öcalan’ın 27 Şubat çağrısının gereği olan hukuki ve siyasi adımları atmak olduğunu hatırlattık. Yürüyüşümüzün taleplerini Güvenpark’ta halklarla (her ne kadar etrafta güvenlik güçlerinden, etten ve otobüslerden oluşan bir duvar olsa da) paylaştık. Daha sonra da Meclis çatısı altında taleplerimizi dile getirdik.
Cesaretimizden vermeye geldik
1999’da, Sayın Öcalan’ın çağrısıyla barışa katkı sunmak için “Barış Grubu” ile gelen sevgili Yüksel Genç’in Meclis kürsüsünde söylediği sözleri hatırlattık: 26 yıl önce geldiklerinde gerekli adımlar atılmış olsaydı, 26 yılda yaşanan kayıplar yaşanmayacaktı. 26 yıl önce barışa cesaret edemeyen Ankara, bugün edebilecek cesareti göstersin diye yürüyen kadınlar adına söylediği, “Eğer barışsa kararınız, o zaman Sayın Öcalan özgür olmalıdır. Sürecin dili kazan-kazan olmalı. Meclis, asli görevini, 1921’deki kuruluş felsefesine dönerek, Türkiye’deki tüm kimlik ve kültürlerin eşitliğini ve özgürlüğünü esas almalıdır. Kuşun bir türlü inşa olmayan ikinci kanadı için cesareti olmayanlara, dilerlerse cesaretimizden bir parça vermeye geldik” sözü kadınların barıştaki kurucu iradesi ve mücadeledeki ısrarını göstermektedir. Bu irade ve ısrar onurlu barışın yolunu açacaktır.













