Pera’nın seslerinden adımlara

Kültür/Sanat Haberleri —

Pera'nın seslerinden adımlara

Pera'nın seslerinden adımlara

  • Aralarında opera, bale ve çağdaş sanatçıların olduğu 17 sanatçı Dünya Dans Günü’nde tarihi Meryem Ana Kilisesi’nde sahnelediği performansla beğeni topladı. Projenin yaratıcısı Damla Ürk, “Proje önce kalbime düştü” diyor.
  • Sanatçıların giydikleri kostümlerin söyledikleri eserler ve yaptıkları dansla ilintili olarak her birinin bir hikayesi var. Sanatçı Serhat Kural ise söz ve müziği kendisine ait Kovî (Yabancı) adlı Kürtçe eser ve dans performansıyla sahne aldı.

BİRCAN DEĞİRMENCİ/İSTANBUL

Samatya’dan Yenikapı’ya doğru yıllardır aşina olduğumuz güzergahta adımlarımızı yabancılamadan atıyoruz. Yenikapı’daki üst geçitten geçerek Kumkapı’ya giden yola ayak bastığımızda bambaşka bir dünyaya adım attığımızı hissediyoruz. Yabancı dillerde tabelalar, kaldırımda oturup sohbet eden kadınlar, sokaklarda oynayan çocuklar, çöp kenarında yatan siyahi adamlar, pencerelerden dışarı doğru asılan çamaşırlar, seyyar satıcılar, Uygur, Afgan, Özbek lokantaları, kulağınıza çalınan farklı diller.. İstanbul’un arka sokaklarındaki kozmopolit aynası çarpıyor yüzünüze adeta. En son Mıgırdıç Margosyan’ın cenaze törenine katılmak için gittiğimiz Kumkapı Meryem Ana Kilisesi’ne bu kez “Pera’nın seslerinden adımlara” projesini izlemek için gidiyoruz. Tarihi kilisenin mistik avlusundan içeri giriyoruz. Kulis olarak kullanılan bölümde sanatçılar oldukça heyecanlı. Aralarında opera, bale ve çağdaş sanatçıların olduğu 17 sanatçı az sonra yapacakları performans için son hazırlıklarını yapıyor. Onların heyecanını paylaşmak için bekliyoruz.

Proje önce kalbime düştü

Projenin yaratıcısı Damla Ürk’le performans öncesinde ders verdiği Sanat Okulu’nda bir araya geldiğimizde heyecanı gözlerinden okunuyordu. Bale eğitimini tamamlayıp bir kaç müzikalde oynadıktan sonra Cihangir’de Ru Sanat Okulunu açmış. Üretme halini 33 yıldır sürdürüyor.

“Proje önce kalbime düştü” diyen Ürk, bunun sebebini de Grand Pera’nın tarihi binasında izlediği tek kişilik çello konsere bir dansçının eşlik etmesinin üzerinde yarattığı etkiyle açıklıyor: “Sanatçılar izleyenlerle birlikte orada inanılmaz bir bütünleşme yaşadılar. Hemen çok yakın bulduğum sanatına değer verdiğim sanatçılara mesaj attım. Bu da Dünya Dans Günü’ne denk geliyordu. İçerik nasıl oldu derseniz; tamamen hissederek, olmak istediğimiz bir hayat üzerinden yola çıktım. Yani farklı dillerin, etnik kökenlerin kendini ifade ettiği ve bunun içine farklı dans adımları ve seslerin girdiği bir çalışma olsun, sadece alıştığımız bir dinleti, bir konser gibi olmasın derken yavaş yavaş oluşmaya başladı zaten.”

Projenin ismi de Beyoğlu’nun geçmişten bugüne zaman zaman sosyal ve siyasal gelişmelere göre değişkenlik gösterse de farklı kimlikleri içerisinde barındırmasından kaynaklanıyor.     

“Beyoğlu’nda yaşıyorum, orayı ve orada yaşayan kültürleri çok seviyorum. Bu sentez benim için fazlasıyla bir  umut barındırıyor. Ne kadar şikayet etsek de basit bir dille anlatılsa da biz o dinamiği seviyoruz.”

Herkes kendi gibi orada

Projenin bir diğer amacını da “birbirimize ve sanata sahip çıkmak” olarak tanımlıyor Ürk. “Belki burada hiçbir şey yapmayacağız. Bir adım atacağız ama birçok şey anlatacağız. En önemlisi de Pera’nın ismi çıktıktan sonra sanatçıların kendi alanlarında özgür kalmalarıydı. Herkes ne istiyorsa onu yapacak ve dolayısıyla kendini bulacaktı. Bu tarihe de kendi tarihiyle  eşlik edecekti. Kimsenin özgürlük alanına, sınırlarına girilmiyor. Hep aradığımız bir şey bence. Kendimiz olabilmek, sahneye çıkmak ama kendi istediğim gibi. Ve bunu da insanlarla paylaşmak. Burada ilgi çeken tek şey belki bu olabilir. Herkes kendi gibi orada.”

Sanatçıların her biri kendi provalarını tamamladıktan sonra proje 29 Nisan Dünya Dans Günü’nde Grand Pera’da sahnelenir. Aralarındaki uyumlu çalışma ve dinamizm seyirciye de yansır. Ve projeyi tarihi binaların mistik ortamında devam ettirmek isterler. Şimdi yeni adres Kumkapı Meryem Ana Kilisesi’dir.

Seyirciyle birlikte hissetmek

Avluda beklerken projede solist olarak yer alan sanatçı Şeniz Erdinç, böyle bir çalışmada yer almanın çok güzel bir duygu olduğunu söylüyor.

“Proje bana geldiğinde ne şekilde tınlayacağını çok iyi hissetmiştim. Hareketle sesin birleşiminin insana olan etkisinin çok doğru biçimde yansıtılacağını düşünmüştüm. Bu ikinci performans. Kostümler, makyaj, mekan ve bütün bu projeyle beraber çok başka bir boyuta ulaştı. Sanırım bu proje yol aldıkça her seferinde repertuarlardaki değişiklik, eklemeler, çıkarmalar ve yenilenmelerle beraber çok ses getirecek. Özellikle tarihi mekanlarda olması çok başka bir ambians yaratıyor. Seyirciyle bir olduğumuzu hissettiğimiz, seyirciye dokunabildiğimiz, onların da bize dokunabildiği bir proje. İnteraktif bir şey bu. Zaten amacımız da buydu. İnsanların ruhlarına, zihinlerine dokunmak, aynı tabiatın içinde olmak gibi beden diliyle sesin birleşiminin yansımasını seyirciyle birlikte hissetmek.”

Kostümümün adı Göbeklitepe

Kostümler ise uluslararası alanda ismini duyurmuş sanatçı Fırat Neziroğlu’na ait. Sanatçıların giydikleri kostümlerin söyledikleri eserler ve yaptıkları dansla ilintili olarak her birinin bir hikayesi var. Şeniz Erdinç şöyle devam ediyor: “Mesela benim kostümümün adı Göbeklitepe. Bu kostümün kumaşı Göbeklitepe’de dokunmuş. Biz oraların enerjisini taşıyoruz, kostümlerle o görsel güzelliği yansıtmaya çalışıyoruz. Hepsinin bir ismi var. Benim başımdaki taç üzerinde bulunan hayvan tüyleri Göbeklitepe’deki hikayelerle ilintili şeyler.

Dans ile 40 yıl

Dansçı Sibel Sürel için de profesyonel dans yaşamının 40. yılı olması sebebiyle proje daha büyük bir anlam ifade ediyor. 

“Projenin en büyük anlamı birlik ve beraberlik. Çünkü farklı kültürlerin bir araya gelmesi kadar dünyanın şu anda öğrenmeye, hissetmeye, algılamaya, ihtiyacı var. Aynı zamanda barışı da ifade ettiği için çok anlam yüklü. Bir kelimeyle anlatmak zor ama benim için anlamı bir olmak. 40 yıl boyunca benzer işler olmuştur ama böylesine kollektif, bu kadar farklı kültürlerin birarada olduğu bu yoğunlukta ilk olabilir. Bu tür mesajlar veren sanat eserlerinin çok fazla olması gerekiyor. Çünkü başka türlü iyileşmemiz mümkün değil.”

Sesler ve adımlar

Az sonra seyirciler performans mekanına alınıyor. Piyanist Terane Abbaszade piyanonun başına geçiyor. Önce genç bir opera sanatçısının sesi yükseliyor ve ardından sanatçılar dans adımlarıyla izleyicileri kendilerine eşlik etmek için elinden tutuyor. Bu interaktif başlangıcın devamında barok ve etnik ritimlerin dansıyla müzik hayat buluyor. Sahnenin, ses sisteminin olmadığı akustik ortamda tıpkı bir ayin gibi sesler ve adımlar birbirine karışıyor. Pera'nın özgün seslerini içinde toplayan mistik, etnik ve hayatın akışı kadar devinimler içeren sesleri, sanatçılarla önce adımlara ardından dansa dönüşüyor. O kubbenin altında herkes farklılıklarıyla tek bir duyguda birleşiyor. Ermenice, Almanca, İtalyanca sesler yükselirken birazdan tanıdık bir ses geliyor kulağımıza. Baba Tahir Ûryan’ın rubailerinden biri olan “Bê Wefa” eseri dansçı ve müzisyen Serhat Kural’ın sesiyle yankılanıyor. Salondaki herkes pür dikkat kulak kesiliyor. Bülbülün güle olan aşkının içli yakarışlarla dile getirildiği performansta dansçı Destan Taşdan Kural’a eşlik ediyor.

Bir dağ keçisi ve kadının çığlığı

Kural’dan proje için iki Kürtçe eser ve bir dans performansı istenmiş.

“Proje kadrosundan bahsettiklerinde daha da heyecanım arttı. Çok önemli ses sanatçıları ve dansçılardan oluşan değerli bir buluşma. Kendi alanında bu kadar usta ismin yan yana geldiği ender projelerden birisi. Ben de kendi eserlerimle katılmaya karar verdim.”

Söz ve müziği Kural’a ait olan Kovî (Yabani) adlı eser ise çok katmanlı bir içeriğe sahip.

“Kovî hem benim çocukluk hikayelerimde büyülü bir kahraman hem de günümüzde hala maruz kalınan kadın ve yabani dağ keçilerine yönelik katliamları içeriyor. Tarih boyunca ürkekliğin avcı kültüründen geldiğine inanırım. Kovî sembolü ve kadınların hikayesini birbirine çok benzetirim.”

Kural, “Kovî” olanların sesini haykırırken Destan Taşdan da hem bir kadın olarak hem de bir ceylan olarak çırpınıyor.

“Çok anlamlı bir buluşma oldu benim için. Seyirciden de bu paralelde geri bildirim alıyorum. Bu acının feryadı ve bir trajedinin hikayesi olduğu gibi geçebiliyor seyirciye.”

Ermenice bir Gomidas eseri olan “Hol ara Yezo” Artür Bağdasaryan ve Murat İçlinalça düetine de Serhat Kural dansıyla eşlik ediyor.

Bir saat süren klasik ve etnik müziğin birbiriyle buluştuğu; multidisipliner sanat kollarının iç içe interaktif bir deneyime dönüştüğü bu özel etkinliğin bitiminde sanatçılar ayakta alkışlanıyor. Avluda herkes birbirine sarılırken özlenen dünyadaki ortaklaşmanın buruk bir mutluluğu yaşanıyor. Omuzlarımızdaki umut yorgunluğuyla yürüdüğümüz yolları tekrar geri dönerken, kulağımızdaki farklı seslerin tınılarına ve adımlarımıza sokaktan gelen sesler eşlik ediyor. Sanatın gücünün siyasetten fazla olduğunu duyumsayarak, “Keşke diyoruz. Keşke...”.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.