Putin komünist mi?

Ferda ÇETİN yazdı —

  • Putin’in 25 Nisan 2005 tarihli ulusa sesleniş konuşması, Rusya’nın bugünkü politikası ve Ukrayna işgali hakkında önemli işaretler içermektedir; “Sovyetler Birliği’nin çöküşü yalnızca 20. Yüzyılın en büyük jeopolitik felaketi değil, aynı zamanda Ruslar için bir trajedidir. Bugün on milyonlarca Rus kökenli kandaş insanımız Rusya topraklarının dışında yaşıyor. Çözülme ve ayrılıkçılık hastalığı bir salgın hastalık gibi tüm Rusya’yı sarmıştır. Halkın 70 yıllık birikimleri eriyip gitti... Ülkenin bütünlüğü terörizm tehdidi ve verilen ödünler nedeniyle büyük zarar görmektedir.”

 

Büyükbabası Lenin ve Stalin’in aşçısıydı. Babası Hitler’e karşı savaşta yaralanmış bir gaziydi. St.Petersburg Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Mezun olur olmaz Sovyetler Birliği İstihbarat Örgütü’ne(KGB) katıldı.

1989 yılına kadar Doğu Almanya’da KGB görevlisi olarak çalıştı. Bir röportajında, “KGB’de kazanmış olduğum deneyim, Rusya’yı yönetmede bana önemli katkılar sunuyor” demektedir.

Berlin Duvarı’nın 1989’da yıkılması üzerine doğduğu şehre döndü.

Hukuk Fakültesinden hocası, St.Petersburg Belediye Başkanı Anatoly Sobhack’ın sekreteri oldu.

St.Petersburg’a, “Putin’in hayatını belirleyen şehir” deniyor. 

Putin’in yönetimde görev verdiği bir çok isim onun St. Petersburg’daki yakın arkadaşlarıdır. Eski Rusya Devlet Başkanı ve Başbakanı Dimitri Medvedev, eski Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakanı Sergey İvanov, Eski Maliye Bakanı Alexei Kudrin, Rusya Federasyonu eski Meclis Başkanı Sergey Mironov Putin’in St. Petersburlu hemşehrileri ve gençlik arkadaşlarından sadece bir kısmıdır. Kamuoyu, Rusya siyasetinde hala etkili olan bu grubu, “Putin’in St.Petersburg grubu” olarak adlandırmaktadır.

Ukrayna’ya savaş ilan eden Putin klasik bir Rus otokratı, sert bir KGB’li mi? 

Komünist mi? Avrupalı bir liberal yoksa gerçek bir demokrat mı? 

Pekin Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Profesörü Wang Zhengquan; “Putin’in en önemli niteliği avantajları doğru tespit ederek onları geliştirmesidir. Farklı güç odaklarının durumundan ve farklı ideolojik eğilimlerden Rusya için yararlı olabileceğine inandığı şeyleri sentezleyerek yeni bir politikaya dönüştürmektedir” diyerek pragmatist bir siyasetçi tarifi yapmaktadır.

Yeltsin döneminin Başbakan Yardımcısı ve Enerji Bakanı, 2000 sonrası Rusya sağının önderlerinden Boris Nemtsov; “Putin’in şaşırtıcı bir iletişim yeteceği var, farklı eğilimi olan insanlarla doğru ve gereken tonda bir iletişim kurabiliyor. O, benimle konuşurken bir sağcı, Zyuganovla görüşürken solcu olabiliyor.” (Putin’in önde gelen muhaliflerinden olan Boris Nemtsov 27 Şubat 2015 tarihinde uğradığı suikast sonucu öldürüldü.)

Eski Rusya Devlet Başkanlığı İdaresi Başkanı Anatoli Çubays, “Putin’le görüşen herhangi biri bu görüşmenin ardından, Putin’in kendisiyle aynı çizgide olduğuna inanabilmektedir” diyor.

Rusya Komünist Partisi lideri ve Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Üyesi Andreyeviç Zyuganov, Putin’i Komünist Parti’yi taklit etmekle suçluyor; “Putin bizim programımızı taklit ediyor. Bunun için onu hırsızlıkla mı suçlayalım?” diye soruyor.

Putin ise özellikle komünist ithamları, “Rusya Avrupa uygarlığının parçasıdır. Rusya Avrupa modelini izlemeli, yalnız ve yalnız Avrupa tarzı pazar ekonomisini benimsemeli ve Batı Avrupa ile ilişkisini en öncelikli ilişki olarak ele almalıdır” sözleri ile reddetmektedir.

Putin’in, bu anlaşılmaz, “biraz ondan biraz bundan” çizgisi nasıl tanımlanabilir?

Prof. Wang Zhengquan, “Putin’in siyasal çizgisini belirleyen dört önemli miras”tan söz ediyor: St. Petersburg mirası, Sovyetler Birliği mirası, KGB mirası ve Yeltsin mirası.

Hemen belirtilebilir ki “miraslar” üzerinden yapılan bu belirleme, Putin’i ve bugünün Rusya’sını anlamayı güç hale getiriyor. Çünkü Putin’in Sovyetler Birliği vârisliği, Putin’in sahip çıkmak istemediği; ideolojik-politik yönlerinden arınmış, mülkiyet ve hegemonya içeren bir vârisliktir. KGB mirasının Putin’in yaşamında ve politik yöntemlerinde etkili olduğu ise gerçektir. 

Putin’in siyaset sahnesine çıkmasında belirleyici rolü olan Yeltsin’in, Putin’in yönetim ve siyaset tarzı üzerindeki etkisi bir o kadar zayıftır.

Putin, yaptığı çeşitli konuşma ve röportajlarda Sovyetler Birliği’nin sahip olduğu askeri ve nükleer gücü savunmakta, bu gücü, dünya istikrarı ve barışı bakımından etkili ve iyi bir denge unsuru olarak değerlendirmektedir.

15 Ocak 2002’de yaptığı bir röportajda Stalin’i değerlendirirken, “Stalin’in bir diktatör olduğu tartışılmaz fakat asıl önemli olan, Sovyetler Birliği’nin Hitler’e karşı savaşında, onun liderliği altında, onun ismiyle anılması gereken büyük bir zaferin kazanılmış olmasıdır. Bu gerçeği reddetmek aptallıktır” demektedir.

Putin’in 25 Nisan 2005 tarihli ulusa sesleniş konuşması, Rusya’nın bugünkü politikası ve Ukrayna işgali hakkında önemli işaretler içermektedir; “Sovyetler Birliği’nin çöküşü yalnızca 20. Yüzyılın en büyük jeopolitik felaketi değil, aynı zamanda Ruslar için bir trajedidir. Bugün on milyonlarca Rus kökenli kandaş insanımız Rusya topraklarının dışında yaşıyor. Çözülme ve ayrılıkçılık hastalığı bir salgın hastalık gibi tüm Rusya’yı sarmıştır. Halkın 70 yıllık birikimleri eriyip gitti... Ülkenin bütünlüğü terörizm tehdidi ve verilen ödünler nedeniyle büyük zarar görmektedir.”

Yaptığı açıklamalar ve sürdürdüğü politikalar, Putin’in sosyalist ve komünist ideolojiyle aidiyet bağlarının olmadığının açık göstergeleridir. Sovyetler Birliği sistemi içinde geçen ömrü, sadece duygusal bağlar ve nostaljik etkiler yaratmış olabilir. Hepsi o kadar.

Kommersant gazetesinde çalışan üç gazetecinin hazırladığı “Zirvedeki Adam Putin” isimli kitapta, gazetecilerin “Komünist Partisi’nden ne zaman ayrıldınız?” sorusuna “hiçbir zaman ayrılmadım. Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin artık işlevsiz kaldığı koşullarda ben de parti kimliğimi çekmeceme koydum” demektedir.

İzlediği politika, yaptığı açıklamalar, Rusya’yı toprak ve hegemonya bakımından büyütme hırsı, liberal ekonomiyi geliştirme çabaları; toplumun refahı ve özgürlüğü yerine devleti büyütmeye odaklanması Putin’in ayrı ve farklı bir sistemin değil; Biden, Merkel, Viktor Orban, Jair Bolsonaro, Macron, Johnson ile aynı dünyaların insanı olduğunu gösterir.

Kapitalizmin yıkıcı, birbirlerini yeniden üreten sınırsız büyüme ve sınırsız rekabet özelliği Putin’in ve bugünkü Rusya’nın can suyu ve varlık sebebidir.

Bu nedenle de Putin ve Rusya, hiçbir tereddüte yer bırakmayacak bir açıklıkla kapitalist sistemin temsilcisi ve parçasıdır. Ukrayna, sistem içi bu dizginsiz rekabette araya giden zayıf halkadır.

Çok açık ki Ukrayna savaşı, kapitalizmin büyüme ve yeniden paylaşım sorunlarının bir sonucu; Putin de, kapitalizmin “aile içi anlaşmazlığında” şiddete eğilimli yaramaz çocuğudur.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.