Radikal kötülüğün sıradanlaşması

Sara AKTAŞ yazdı —

Geçtiğimiz hafta Türkiye bağlamında, Arendt’in deyimi ile radikal kötülüğün oldukça sıradanlaştığı birçok olaya bir kez daha tanık olduk. Türkiyede bir devlet geleneği haline gelen linç kültürünü; 6-7 Eylül olayları, Maraş, Sivas katliamları gibi sayısız örnekten çoktandır biliyoruz, ancak şimdilerde daha korkunç olan tüm bu barbarlık geleneğinin günlük olarak tekrarlanan rutin gelişmelere dönmüş olmasıdır. Öyle ki Hitler’in kitlesi gibi Erdoğan’ın kitleside bir düğmeye basılmasıyla, genellikle milli hassasiyetler olarak sunulan, vatan, bayrak, şehit, hain, dış güçler çerçevesindeki resmi devlet yalanlarının arkasına gizlenerek tüm vahşetini sergilemekte bir insan dışılık görmemektedir.

Bu bakımdan Kürt halkına karşı geliştirilen bin çeşit ırkçı saldırı artık günlük hayatımızın bir sıradanlığı haline geldi. Örneğin; mezarlıkların tahrip edilmesi ve çıkarılan cenazeler, yetmiyor oğlunun cenazesini kargoyla bir anneye gönderilmesi, gözaltılar, siyaset yasakları, sivil faşist örgütlenmeler, gözaltında yapılan işkencelerin ses kayıtlarının paylaşılması ve şimdi Kürtçe şarkı dinlediği için bıçaklanarak öldürülen yeni bir genç! Bakkal, öğretmen, avukat, işçi, öğretim üyesi, mühendis, ev kadını, işsiz, komşu, mahalleli farketmez, düğmeye basıldığı anda tüm bu insanlar bir anda Kürt avına çıkabilmekte, gördüğü yerde en barbarca ve akıl dışı saldırıyı oldukça sıradan bir görev duygusuyla yapabilmektedir.

İşte bu nedenle bir kez daha Hannah Arendt’i hatırlatmak istiyorum. İki büyük dünya savaşını yaşamış bir siyaset bilimci olarak Arendt, tüm bu yıkıcı olaylar esnasında ortaya çıkan şiddetin kamusal alanı nasıl yıktığını ve kitlelerin buna nasıl alet edildiğini gözler önüne sermek için, modernizm, şiddet, iktidar, kitle ve totalitarizm kavramları arasındaki bağı anlamaya çalışmış, “Totaliterliğin Kökenleri” ve “Kötülüğün Sıradanlığı” isimli kitaplarıyla belleklerimizde yer edinmeyi başarmış bir siyaset felsefecisidir.

Arendt, “Totaliterliğin Kökenleri” isimli kitabında; totaliter iktidarın amacını, insanın çoğulculuğunu, bireyselliğini imha etmek ve insanlığı gereksiz kılmak olarak ortaya koymakta ve bunu “radikal kötülük” olarak tanımlamaktadır. Arendt’e göre tek bir partinin ve tek bir liderin egemenliği altında her tür politik, ekonomik ve toplumsal faaliyetin devlet tarafından organize edildiği, medya tarafından devletin resmi ideolojisinin desteklendiği, gizli polisler aracılığıyla geniş bir alanda terörün uygulandığı, bireyin özgürlüğünün kısıtlanarak yönetim tarafından manipüle edilmesine açık hale getirildiği, bireyin yönetime karşı fikir beyan edemediği, bireyin elinden her türlü özgürlüğünün alınabildiği bütünsel tahakkümü amaçlayan bir yönetim biçimi olarak tanımlanan totalitarizm, bir hastalık ve en radikal kötülüktür. Totalitarizm ile toplum, kitle toplumuna, birey kitle insanına dönüştürülerek her türden itaata hazır hale getirilmiştir.

Arendt’ın en önemli kitaplarından bir diğeri ise “Kötülüğün Sıradanlaşması” isimli kitabıdır. Eski Nazi subayı Adolf Eichmann’ın 1961’de yargılandığı davayı eksen alan kitapta faşizmin kitle psikolojisi çok yönü analiz ediliyor. Eski Gestopa şefi olan Holokost’un faillerinden Eichmann, Nazi ve Nazi işbirlikçileri Yasası’na göre yargılanmış ve Hannah Kudüs’te yapılan bu davaya, muhabir gözlemci sıfatıyla katılmıştır. Duruşmada aldığı notlar ve hazırladığı raporlara dayalı olarak Arendt’e göre Nazilerin Yahudilere yaptıkları barbarlıktı ama bir de bu barbarlığı hayata geçiren insanlar vardı. Yapılanlar kadar korkunç olan esas şey, en barbarca işkenceleri yapan bu insanların en sıradan emri yerine getirir gibi hareket etmesiydi. Arendt’i en çok dehşete düşüren bu normallikti. Ona göre, bu normallik yapılan bütün kötülüklerin toplamından daha dehşet vericiydi. Eichmann, yaptığı kötülüğü idrak edemeyecek denli körleşmiş, düşünce gücü dumura uğratılmış, Nazi ideolojisiyle şekillendirilmiş sıradan biridir. Üstelik yalnız değildir, geniş kitlelerin yaşadığı tam da budur. Kötülük sıradanlaşmış, kitlesel katliamları olanaklı kılacak şekilde yayılmış, halk kitlesel olarak faşistleşmiştir.

Tekrar başa dönersek, Arendt’in vurguladığı kötülüğün sıradanlaşmasının en açık resmini artık Türkiyede kesintisiz bir biçimde görüyor, tanık oluyoruz. Kötülük sıradanlaşmış ve yaygınlaşmıştır. Kitlesel bir faşistleşme süreci işlemektedir. Her yeni barbarlık örneği hızla unutulmakta ve yerini yenisine bırakmaktadır. Ancak her şeye rağmen aynı tarihsel deneyimlerden bildiğimiz bir gerçek daha var; radikal mücadele yaygınlaşıp birleşik bir direniş cephesi örgütlendiği sürece tıpkı Nazi Almanyası gibi Erdoğan Türkiyesi de bizzat halkın eliye hak ettiği tarih çöplüğüne atılabilinecektir. Dolayısıyla kesintisiz direniş dışında hiç bir seçeceğin bu koyu karanlığı dağıtamayacağını bir kez daha hatırlatmakta fayda var.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.