Salgın döneminde gizlenen aile içi şiddet vakaları var

Dosya Haberleri —

APARTMAN

APARTMAN

  • “Okula devam eden çocuklar, şiddet uğradıklarında bunu öğretmenlerine yansıtıyordu, şimdi bu durum da yok. Gizlenen şiddet vakaları olduğunu biliyoruz. Karantina veya tedbir bahanesiyle çocukların okula gönderilmediğini de biliyoruz. Çocuğun kendini anlatabileceği yerler sınırlı.”

ERDAL ALIÇPINAR

 

Fırat Avşar, bir sosyal hizmet uzmanı. Sosyal pedagoji eğitimi alan Avşar, Almanya’nın Köln kenti ve çevresinde 10 yıldır Gençlik Dairesi (Jugendamt) ile birlikte çalışıyor; ayrıca psikolojik sorunları olan insanlara destek veren devlet kurumlarıyla da sözleşmeleri var.

Avşar’ın yönetici olarak çalıştığı Kültürlerarası Aile Yardımı (Interkulturelle Familienhilfe, IFH Cologne) isimli merkez, farklı halklardan insanların oluşturduğu bir ekiple, Kürtçe ve lehçelerinin de aralarında olduğu 12 farklı dilde hizmet veriyor.

Avşar ile hem merkezlerinin çalışmaları hem de özel olarak göçmenlerin koronavirüs salgını döneminde ortaya çıkan sorunlarla nasıl karşılaşıp baş ettikleri üzerine konuştuk.

Sosyal pedagog Fırat Avşar, Köln’deki Kültürlerarası Aile Yardım Merkezi’nde yönetici olarak çalışıyor.

 

Çalışmanızın kapsamı tam olarak nedir?

Almanya Anayasası, “Çocuk eğitimi, anne ve babanın yükümlülüğündedir; devlet ise bunu takip etmekle yükümlüdür” diyor. Anayasanın bu hükmüne dayalı olarak Almanya’da Çocuk ve Gençlik Yasası var ve bu yasa, devletin aile hayatına hangi durumlarda müdahil olacağını, anne ve babaların hangi durumlarda destekleneceğini düzenliyor. Bizim çalışmalarımız da bu yasa ile düzenleniyor.

Aileler, bize başvurup mesela çocuklarının eğitim konusunda sorun yaşadığını söylüyor. Bu sorunlar bize okulların, çocuk doktorlarının, polisin ya da başka kurumların bildirimleri ile de ulaşabiliyor. Bu noktada biz devreye girip çözüm bulmaya çalışıyoruz. Gençlik Dairesi’nin finanse ve öncülük ettiği bu çalışmalar, 0-27 yaş arası insanları kapsıyor.

 

Diyelim ki size bir ailede yaşanan sorunlara dair bir bildirim geldi… Ne yapıyorsunuz?

Öncelikle ailenin evinde, Gençlik Dairesi’nde veya bizim kurumumuzda bir görüşme yapıyor ve sorunu anlamaya çalışıyoruz. Ortada şiddet var mı? Psikolojik sorunlar mı yaşanıyor? Başka bir durum mu var? Sorunun tespit edilmesi ardından buna göre hedefler belirleniyor.

Çocukların şiddetsiz bir ortamda büyümesi, her zaman temel hedeflerimizden biri. Çocuk eğitiminde şiddete tolerans göstermiyoruz. Şiddetin ne olduğu ise yasada tarif ediliyor. Şiddet derken yalnızca fiziki şiddeti kastetmiyoruz. Psikolojik baskı, tehdit gibi durumlar da şiddet kapsamındadır.

 

Gençlik Dairesi veya sizin kurumunuz ne zaman aile içi soruna müdahale ediyor?

Gençlik Dairesi, çocuğun tehlikede olmadığı bir durumda müdahil olmaz. Çocuk, ailenin inisiyatifinde kalır. Ama şiddet söz konusu olduğunda aile, en azından yardım almak zorundadır. Şiddetin nedenleri hakkında konuşuruz ve anlamaya çalışırız. Bazen eşler arasında yaşanan sorunlar, şiddetin nedenine dönüşebiliyor; bazı durumda aileler, çocuğu fiziksel şiddet ile eğitmeye, yönetmeye çalışıyor; bazen de şiddetin çok başka psikolojik nedenleri oluyor. Gençlik Dairesi’nin görevi, bu durumda çocuğun çıkarı için devreye girmek ve sağlıklı koşulları yaratmak.

 

Kurumunuza gelen bildirimlere konu olan aileler ile ilgili nasıl bir profil çizebilirsiniz?

2014 öncesinde bize en çok Türkiyeli ve Rus ailelerin sorunları yansıyordu ama 2014’ten sonra bu sıralama değişti. Suriyeli, Iraklı ve Afganistanlı ailelerin yaşadığı sorunlar, diğer grupları geride bıraktı.

 

Bunu neye bağlıyorsunuz?

Almanya’ya ataerkil biçimde şekillenmiş, erkeğin otorite olduğu aileler geldi. Bunun yanı sıra Afganistan, Suriye ve Irak’tan çok sayıda 18 yaş altında erkek çocuğu göçmen geldi. Bazı aileler, önce 13-14 yaşındaki erkek çocuklarını Almanya’ya gönderdiler; çocuk burada yalnız başına yaşamaya başladı. Bu sırada tabii çocuk, kültürel ve sosyal bir şok yaşıyor; yeni bir ortam ile karşılaşıyor. Çocuk oturum aldıktan sonra ise diğer aile üyeleri geliyor. İşte o zaman, aile ile çocuk arasında sorunlar yaşanmaya başlıyor. Çocuk, eskisi gibi ailenin otoritesini tanımıyor. Babanın “aileyi geçindiren kişi” kimliği de ortadan kalkıyor. Tüm bunlar, ciddi bir erozyona yol açıyor ve özellikle erkeklerde şiddet olayları daha fazla gün yüzüne çıkıyor.

 

Kurumlar, hangi koşullar oluştuğunda harekete geçiyor?

Öncelikle aileleri, hakları ve sorumlulukları konusunda bilgilendiriyoruz. Biz aile dedektifleri değiliz. Şu prensibi uyguluyoruz: Devlete yasal olarak bildirmemiz gereken tek durum, savunmasız bir çocuğun şiddete maruz kalmasıdır. Ailenin yaşadığı diğer sorunları aktarmıyoruz. Ailelerle görüşürken şeffaf davranıyoruz ama aileye, “‘Biz şiddet uyguluyoruz ama bu aramızda kalsın’ derseniz bizimle birlikte çalışma şansınız olmaz” diyoruz. Bunun dışında ama görüştüğümüz bütün konular ve bizim aile ile ilgili gözlemlerimiz, aile ile bizim aramızda kalıyor.

 

Şiddet uygulayan aileler, bunu itiraf ediyor mu?

Göçmen aileler genelde şiddeti inkâr ediyor ama Alman ailelerde bunu söyleme eğilimi daha fazla var. Avrupa’da 70’li yıllardan önce çocuklar, yurtlarda, yatılı yerlerde daha çok kalıyordu; buralarda eğitim de görüyorlardı. 70’lerden sonra, sosyal hareketlerin de etkisiyle, çocukların mümkünse aile ortamında eğitim görmesi, aile ortamı uygun değilse uygun hâle getirilmesi için çalışılması, çocuğun ancak son çare olarak ailesinden uzaklaştırılması prensibiyle hareket ediliyor. Bugün bir çocuk ailesinden alındığında da ilk hedef, “Çocuğu aileye yeniden nasıl verebiliriz?” oluyor. Aile nasıl hazırlanabilir, ona bakılıyor ve anne ve baba ile oturulup konuşuluyor.

Almanya, çocuk eğitiminde şiddeti tabu olarak görüyor ve sıfır tolerans tanıyor. Ailenin kültürel ve dini yapısı, yaşadıkları ne olursa olsun şiddete karşı duruluyor ve istisna da kabul edilmiyor.

 

Peki Kürt ailelerde durum nasıl?

60’lı ve 70’li yıllarda gelen birinci nesil ile 80’li yıllarda gelen ikinci nesilde sorunlar daha az. 90’lı yıllar ardından ve özellikle 2014’ten sonra gelen Kürt aileleri içinde ise daha çok soruna tanık oluyoruz.

90’lı yıllar ardından ve 2014’ten sonra gelen Kürt ailelerinin çocukları, okullarda çifte baskıya ve çifte ayrımcılığa uğruyor. Örneğin köyü yakılmış veya başka bir nedenle buraya gelmiş bir aile, okulda iki kültürel etki ile karşılaşıyor: Alman kültürü ve okulda baskın olmaya çalışan Türk kültürü. Bu çifte baskı ise çocukta kimlik sorunlarına yol açıyor.

Bir şeyi ama tespit edebiliriz: Kürt çocuklarında kimlik konusunda özgüvenleri giderek gelişiyor ve çocuklar da bunu açıkça ifade ediyorlar. Rojava’dan gelen veya Êzîdî gençler, ciddi kültürel sorunlar yaşadılar; bunlar, yeni ortamın yarattığı durumlardı. İnsanların geldikleri köyler, koşullar, aile yapıları, Almanya’da genel olarak gettolardaki okulları gitmeleri gibi birçok etken, sorunları tetikliyor.

Bir şeyi daha belirteyim: Çalışma alanımızda Kürtçenin giderek daha önemli bir hizmet dili haline geldiğini fark ediyoruz. Kürtçe, giderek daha sık kullanılıyor.

 

Koronavirüs salgınına ilişkin kapanma önlemleri, çocukları nasıl etkiliyor?

Biliyorsunuz, çocuklar yaklaşık bir yıldır düzenli biçimde okula gitmiyor. Özellikle 2014 doğumluların bundan çok etkilendiğini gözlemliyoruz. En çok dikkatimi çeken, çocukların okuldan uzaklaşmış olması. İnisiyatif çocuğa bırakılmış durumda. Çocuklar, telefon veya bilgisayar üzerinden eğitim alıyor. Ailede dil sorunu da varsa, ki bu göçmen ailelerde çok yaygın, çocuk inisiyatifi eline alıyor. Telefon başında, “Ben ders görüyorum” diyor ama bunu yapmamaya da çok açık. Son bir yılda bu sorunla sıklıkla karşılaşıyoruz.

Kreş veya okula düzenli biçimde devam eden çocuklar, şiddet uğradıklarında bunu öğretmenlerine yansıtıyordu, şimdi bu durum da yok. Gizlenen şiddet vakaları olduğunu biliyoruz. Karantina veya tedbir bahanesiyle çocukların okula gönderilmediğini de biliyoruz. Çocuğun kendini anlatabileceği yerler sınırlı. Okula düzenli olarak gitmiyor veya aile tarafından okula gönderilmiyor. Pandemi, şiddet kurbanlarının yardım almalarını engelleyen bir zemin hazırladı. Pandeminin sonuçlarından biri, gizlenen şiddet vakalarının ortaya çıkması.

Ben sosyal izolasyonun alışkanlık haline gelmesi, kalıcı hale gelmesi tehlikesi olduğunu düşünüyorum: İlişkilerin kopmasının kalıcı hale gelme tehlikesi. Bu, sosyal çalkalanmaları da, ekonomik sarsıntıları da getirebilir.

 

Göçmen çocuklarında bu süreç özel zorluklar mı içeriyor?

Göçmenlerin çoğu, gastronomi ve taksi gibi hizmet sektörlerinde çalışıyor ve bir yıldır çoğu evde. Bu, ev içi sorunlara yol açabiliyor. En çok darbeyi ise çocukların eğitimi aldı. Birçok anne-baba, dil sorunu nedeniyle çocuğunu destekleyemiyor. Matematik, Almanca, İngilizce, bütün derslerde dil engeli oluşuyor.

Geçmişte, okullarda göçmen çocuklara pozitif ayrımcılık yapılıyor, özel ek dersler veya imkanlar veriliyordu; pandemi ile bu da ortadan kalktı. Çocukların önemli bir bölümünün okul hayatının maalesef kopuşa doğru gittiğini görüyoruz. Almanların alt sınıflarında da benzer sorunlar gözlemliyoruz. Bu sorunların daha bir, bir buçuk yıl sürme ihtimali var.

 

Kürtlerde şiddet daha az

Salgın döneminde kadına yönelik şiddet vakalarının da arttığına ilişkin haberler yapıldı. Sizin gözlemleriniz neler?

Erkek, tipik rolünü, ailenin geçimini sağlayan kişi rolünü giderek yitiriyor. Kadın haklarına önem verilmesi, yani kadınların ayrıca bir pozitif ayrımcılıktan faydalanması da güç çatışmaları doğuruyor. Bu, erkeğin kadına yönelik şiddetine dönüşüyor. Bu tür durumlarla yaygın olarak karşılaşıyoruz.

Kadınların çocuklara yönelik şiddetine de tanık oluyoruz. Kadın da aile içinde sorunların çözüm yöntemi olarak çocuğa şiddet uygulayabiliyor. Avrupa’daki Kürt ailelerinde ise şiddetin diğer toplumlara göre daha az olduğunu söyleyebiliriz. Bunun nedeni, kadın haklarına duyarlı politik hareketlerin toplum üzerindeki olumlu etkisi. Kadına şiddet, Kürtler içinde ciddi tepki topluyor. Fakat mesela Arap göçmenler içinde şiddete daha çok tanık oluyoruz.

Çocuğu “terbiye etmek” için şiddet uygulayanlar var. Okulda daha başarılı olsun, alkol ya da uyuşturucu kullanmasın diye şiddet uyguladıklarını söylüyorlar. Kendi bağımlılıkları ya da psikolojik sorunları nedeniyle şiddet uygulayanlar da var.

Biz ailelerle çalıştığımızda şiddet kullanmadan sorunların nasıl çözülebileceğini anlatmaya çalışıyoruz ve sonuç da alıyoruz.

 

‘Ailede olan ailede kalır’ anlayışı

Doğrudan ailelerin kendi ailelerindeki şiddet ile ilgili başvurduğu durumlar da oluyor mu?

Yok, öyle gelmiyorlar maalesef. Almanya’da bu tür konularda profesyonellerden yardım alma kültürünün 100-150 yıllık bir geçmişi var ama bizim geldiğimiz toplumlarda bu tür sorunlar hala genel olarak aile içinde çözülüyor. Aile içi sorunlarda aileler, genelde dışarıdan destek almıyor. Sorunun şiddete evrilmesinde aileler, kendi paylarını da çoğunlukla görmüyorlar. “Şiddet uygulanıyorsa çocuk hatalı olduğu için, kadın hatalı olduğu için uygulanıyor” gibi bir düşünme biçimi var. Bu nedenle desteğe de ihtiyaç duyulmuyor. Aileler ile temas kurduğumuzda ise pozitif geri dönüşler alıyoruz.

 

Göçmenler en zayıf halka

Koronavirüs salgını sürecinden özel olarak göçmenler nasıl etkileniyor?

En başta, koronavirüs vakalarına göçmenler arasında daha fazla rastlanıyor. Buna, göçmenlerin daha küçük evlerde oturmasını, ailelerin daha kalabalık olmasını, ilişkilerin yoğunluğunu, hijyenle ilgili farklı anlayışları ve okulda yaşanan sorunları neden olarak gösterebiliriz.

Ben pandeminin en fazla göçmenleri vurduğunu tahmin ediyorum. Göçmenler, toplumun en zayıf halkası; özellikle de eğitim alanında. Ailelerin inisiyatif alarak bu sürecin çocuklarda yarattığı boşluğu kapatabileceğini düşünüyorum. Pandemi yarın bitse bile mesela çocukların okula düzenli olarak gitmesiyle ilgili sorunlar yaşanabilir. Ailelerden ricam, kurumlara çekinmeden başvurmaları ve yardım istemeleri. Bu kurumlar, çocukların eğitimlerine ve gelişimlerine katkıda bulunabilirler.

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.