Salgın sürecinde normalleşme

Elif SONZAMANCI yazdı —

Koronavirüs salgını sürecinde yaşamımıza olağanüstü etkileri olan kısıtlamalardan yavaş yavaş normalleşme sürecine doğru yol alıyoruz. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, normal olan durum ise göreceli. Zira ‘normal’ algımız da bu süreçte farklılaşacak.

Yapılan son açıklamalarda Almanya’da normalleşme sürecinde kararlar federal boyutta değil de, yine eskisi gibi her eyaletin kendi inisiyatifinde olacak, koşullara göre kısıtlama politikası belirlenecek.

Nitekim Sol Partili Thüringen Eyalet Başbakanı Bodo Ramelow 6 Haziran’dan itibaren maske takma, sosyal mesafe gibi kısıtlamaları kaldırmak istediğini beyan etti. Ramalow’un sözleri her ne kadar tartışılsa da eyaletlerde kısıtlamalarda esnetme politikalarının esas alınacağı aşikar.

Gerek ticari, gerekse sosyal açıdan en kalabalık eyaletlerden biri olan NRW eyaleti 30 Mayıs’tan itibaren kısıtlamaları gevşeterek, en fazla 10 kişinin bir araya gelmesine izin veriyor. 100 kişi kapasitesini aşmamak şartıyla tiyatro, sinema gibi etkinliklere de izin verilecek.

Bunun karşısında normalleşme sürecine yönelik Başbakan Merkel tedbirleri elden bırakmamak konusunda uyarıyor.

Vaka sayısının 6 milyonu aştığı bu süreçte artık salgın (pandem) ile yaşamak olağan bir hal halini almış durumda. Günlük sohbetlerimizde, basın ve medyada birinci gündem haliyle koronavirüs. Televizyonları açtığımızda koronavirüs sürecini değerlendiren uzmanlarla karşılaşıyoruz. Öyleki artık onların ifade ettikleri, uyarıları günlük yaşamımızda önemli bir referans oluyor.

Virologların bu kadar gündemde olduğu bir dönemde, haliyle hedef haline gelmeleri de kaçınılmaz oluyor. Nitekim koronavirüs ile ilgili üretilen komplo teorilerine sahip çıkanların sayısı az değil. Almanya’da kısıtlamaların arkasında virologların olduğu yönündeki tartışmalar devam ediyor. (Kısıtlama politikalarına birçok kesimden insan tepkili, ki bu sokaklardaki protestolara kadar yansıdığını yazmıştık. Öyle ki aşırı sağ gruplar bu süreçten de faydalanarak daha geniş kitlelere ulaşmak istiyor.)

Nitekim salgın sürecinde Charitê Hastanesi’nden virolog Christian Drosten pozitif sonuçlu bir test tüpüne sarılı “Bunu iç, bağışıklık kazanacaksın” yazan bir tehdit notu aldı. Aynı not SPD Milletvekili Karl Lauterbach da gönderilmişti. Özellikle kısıtlama sürecine epidolog ve virologlara yönelik tartışmaların yürütüldüğü alanlardan biri olan Bild gazetesinde Drosten’e yönelik eleştiriler yöneltiliyordu, ki bu tartışmalar devam ediyor.

Bunlar bir tarafa aslında pandemi süreci birçok alanı duraklatsa da bazı gerçeklikleri değiştirmedi: Ekranda uzmanlık alanlarının erkek yansıması. Dolayısıyla görüşü alınan araştırmacı ve uzmanların büyük bir kısmı erkek. MaLisa Vakfı tarafından son dönemlerde yapılan bir araştırma da bunu destekliyor. Buna göre her programda 1 kadın uzmana 3 erkek uzman tekabül ediyor, ki bu genel diğer konularda da benzer bir tablo çiziyor. Rostock Üniversitesi’nin araştırmasına göre erkek uzmanların oranı yüzde 72 iken, kadınların oranı yüzde 28 dolaylarında, bunun karşısında eğitim, tıp / hemşirelik gibi alanlardaki kadın oranı ise yüzde 17. Kadınların röportaj, araştırmacılık, dergi gibi alanlarda yüzde 41 oranıyla katılımı daha da yüksek.

Yine korona ile ilgili 80 bin makale üzerinde yapılan araştırmaya göre yüzde 30 kadınlardan, yüzde 70 ise erkeklerden görüş alınmış. Elbetteki kadınlar açısından bu durum birçok ülkede çok daha düşük seviyede. Fakat bu durum erkeklerin özellikle tıp alanındaki hegemonyasını değiştirmiyor. Korona sürecinde de bu bir kez daha ayyuka çıkmış oldu. Ekranlar korona sürecinde de erkekti.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.