Savaş siyasetine karşı halkların alternatifi

Sinan CUDİ yazdı —

  • Bugün İran ile İsrail arasında yaşanan savaş, bölgesel hegemonya mücadelelerinin yeni bir aşaması gibi görünse de esas mesele halkların geleceğine dair tercihlerin ne olacağıdır.

Orta Doğu, tarih boyunca yalnızca coğrafi değil, aynı zamanda ideolojik ve askeri çatışmaların da merkezinde yer aldı. Bu kadim coğrafyada her yeni kriz, geçmişin yarım kalmış hesaplarının yeni biçimlerde sahneye sürülmesidir. Son iki yıl içinde yaşanan gelişmeler, bölgenin yeniden bir kırılma eşiğine geldiğini gösterdi.

İran ve İsrail arasında yıllardır devam eden dolaylı gerilim, artık doğrudan bir çatışmaya dönüştü. Ancak bu savaş, yalnızca iki devletin askeri hamleleriyle açıklanamaz. Çünkü bu savaşın arkasında bölgesel hegemonya mücadeleleri, devletlerin güvenlik doktrinleri ve halkların yıllardır bastırılmış demokratik talepleri yatıyor.

7 Ekim 2023’te Hamas’ın İsrail’e karşı başlattığı ani saldırı bu mücadelenin bir ayağı olarak adlandırılabilir. İsrail’in stratejik aklı bu saldırıyı, İran’ın bölgedeki vekil ağını sınırlandırmak için bir fırsat olarak okudu. Bu tarihten sonra Suriye’de İran Devrim Muhafızları’na ait üsler, Lübnan’da Hizbullah’ın mevzileri ve Irak’ta Haşdi Şabi’ye ait yapılar hedef alınmaya başlandı. Saldırıların hedef seçimi, İsrail'in İran’ı kuşatma ve bölgede nüfuz alanlarını tahrip etme hedefinin açık göstergesiydi.

İran ise doğrudan bir angajmandan uzun süre kaçındı. Bunun yerine Lübnan’daki Hizbullah, Yemen’deki Husiler ve Irak’taki milis gruplar üzerinden vekil saldırılar yürütmeyi sürdürdü. Ancak bu yapıların etkinliği 2024 yılı boyunca önemli ölçüde azaldı. Suriye’deki hava saldırılarında yüzlerce İran bağlantılı milis öldürüldü. Hizbullah da bundan payını aldı ve sonuç itibarıyla, iç politik baskılar ve Lübnan’daki ekonomik çöküş nedeniyle İsrail'e karşı sınırlı yanıtlar verebildi. Yemen’deki Husi saldırıları ise çoğunlukla Kızıldeniz’de ticari gemileri hedef aldı; ancak bu da ABD’nin doğrudan müdahalesini tetikledi ve İran’ın manevra alanını daha da daralttı.

İran’ın bölgedeki nüfuzu gerilerken, İsrail stratejik avantajını arttırdı. Bu süreçte Körfez ülkeleri ile ilişkilerini pekiştirdi; Suudi Arabistan ve BAE gibi ülkeler, İran’ın yayılmacı politikalarına karşı daha temkinli bir denge politikası izlemeye yöneldi.

Yıllardır birçok kesimin “danışıklı dövüş” düzeyinde değerlendirdiği gerilim siyaseti İsrail’in ilk kez doğrudan İran topraklarını hedef alan büyük çaplı askeri operasyonuyla yeni bir aşamaya evrildi. Bu operasyon çerçevesinde nükleer altyapılar, füze üsleri ve askeri komuta merkezleri bombalandı. İran ise buna, yüzlerce füze ve kamikaze insansız hava aracıyla karşılık verdi. İsrail topraklarında can kayıpları yaşandı ve bazı altyapılar zarar gördü. İran tarafında ise askeri tesislerde ciddi tahribat yaşandı ve özellikle savunma sanayi merkezlerinin bazı bölümleri işlevsiz hale geldi.

Bu süreçte her iki taraf da psikolojik üstünlüğü ele geçirmeye çalışırken, savaşın sonuçlarını halklar yaşamaya başladı. Savaş, devletlerin güvenlik ajandalarının bir parçası olarak yürütülürken, hem İranlı hem de İsrailli siviller için belirsizlik, korku ve güvensizlik duygusu her geçen gün artıyor. Özellikle İran içinde ekonomik krizin derinleşmesi, genç nüfus arasında hoşnutsuzluğu daha da büyütüyor. Devletin, dış tehditleri gerekçe göstererek iç baskıyı meşrulaştırmaya yönelmesi, demokratik talepleri bastırmak için savaş ortamını kullanmaya çalıştığını gösteriyor.

İşte bu noktada, İran’daki Kürt hareketinin barış yanlısı tutumu dikkat çekiyor. PJAK yaptığı açıklamada, halkların savaşın değil barışın tarafı olması gerektiğini vurguladı. Savaşın ulusal çıkar adına yürütüldüğü iddiasına karşı çıkan bu yaklaşım, Kürtlerin demokratik çözüm çizgisini yeniden gündeme getirdi. Benzer tepkiler Azeri, Arap ve Beluç toplulukları içinde de yankı buldu. Bu, İran toplumunun bir bütün olarak savaşın yükünü taşımak istemediğini ve farklı halkların barış içinde ortak yaşam taleplerini daha gür bir sesle ifade etmeye başladığını gösteriyor.

Önder Öcalan’ın önerdiği demokratik siyaset stratejisi de bu ana minvalde ilerliyor; kimlik temelli çatışmaları değil çoğulculuğu, kadın özgürlüğünü, ekolojik yaşamı ve halkların eşitliğini temel alan bir toplumsal örgütlenme. Bu model, Orta Doğu'da süregiden merkeziyetçi ve militarist yönetim anlayışına da radikal bir alternatif sunuyor.

Bugün İran ile İsrail arasında yaşanan savaş, bölgesel hegemonya mücadelelerinin yeni bir aşaması gibi görünse de esas mesele halkların geleceğine dair tercihlerin ne olacağıdır. Halklar için bu savaş, yalnızca yeni bir yıkım ihtimali değil; aynı zamanda barışın ve ortak yaşamın gerekliliğini daha yüksek sesle dile getirme fırsatıdır.

Devletlerin ve iktidar bloklarının sınırları yeniden çizmek için yürüttüğü bu çatışmanın karşısında, halkların sınırları aşan dayanışması gerçek çözümün anahtarı olabilir. Önder Abdullah Öcalan’ın ortaya koyduğu çözüm stratejisi, bu anlamda sadece Kürt sorununun değil, tüm bölgesel krizlerin barışçıl çözümüne kapı aralayacak bir ufuk sunmaktadır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.