Yeni bir toplumsal sözleşmeye doğru
Sinan CUDİ yazdı —
- Barış, yalnızca çatışmanın sona ermesi değil; geçmişle yüzleşme, hakikatin kabulü ve ortak yaşamın yeniden inşasıdır. İşte bu noktada, Kürtlerin sergilediği tutum, tarihsel kırılmaların üstünü örtmeden, ama onları aşacak bir siyasal hayali diri tutmaktadır.
Bugün Türkiye ve Kürdistan halkları, sadece bir krizin değil, belki de tarihsel bir fırsatın tam ortasında duruyor. Yüzyıllık inkâr politikalarının duvarı çatladı; halklar arasındaki mesafe, artık korkudan değil, yanıtsız bırakılan sorulardan kaynaklanıyor. Tam da bu eşikte, Kürt halkı yeni bir toplumsal sözleşme çağrısıyla ortaya çıkıyor: Silahların değil kelimelerin konuştuğu, zorunlu birliğin değil gönüllü ortaklığın kurulduğu bir düzen önerisi. Bu çağrı, geçmişin yükünden değil, geleceğin imkanından besleniyor. Ve belki de ilk kez, halklar olarak kendi kaderimizi birlikte tayin edebilme gücüne bu kadar yakınız.
Şimdi soru şu: Bu tarihi fırsatı görüp yan yana durabilecek miyiz, yoksa birbirimizi sonsuz bir çatışmanın içinde tüketecek miyiz?
Bir yüzyıldır devam eden inkâr ve imha siyaseti, sadece Kürt halkının kültürel ve politik varlığını bastırmayı değil, aynı zamanda Türkiye toplumunun demokratik potansiyelini de kilitlemeyi hedefledi. Ancak tüm bu bastırma biçimlerine rağmen, Kürt halkı ısrarla barışçıl çözümden yana tavır aldı. Bu ısrar, günü kurtaran bir siyasal taktik değil; tarihsel olarak yoğrulmuş bir bilincin ve ahlaki bir duruşun ifadesidir.
Önder Abdullah Öcalan’ın öncülüğünde geliştirilen “yeni toplumsal sözleşme” fikri ise sadece Türk ve Kürt halkları arasında değil, bütün Ortadoğu için çoğulcu ve demokratik bir gelecek tahayyülüne dayanmaktadır.
Yeni bir toplumsal sözleşme, mevcut devlet-yurttaş ilişkisini düzeltmekten ibaret değildir. Bu anlamıyla Hobbes, Locke, Rousseau üçlüsünün toplumsal sözleşme ve anayasa tartışmalarını tekrar etmekle bir yere varamayız. Bu kavram, ulus-devletin tekçi ve homojenleştirici kodlarına karşı, halklar arası eşitliğe, gönüllülüğe ve yerel öz yönetime dayalı yeni bir siyasal ve toplumsal düzen önerisidir.
Kürtler bu sözleşmeye yalnızca mağdur bir halk olarak değil, aynı zamanda kurucu bir özne olarak yaklaşmaktadır. Bu yaklaşım, sistemin dışladığı bütün toplumsal kesimlere de bir çağrıdır. Çünkü Kürtlerin mücadelesi, sadece bir halkın değil, çoklu ezilme biçimlerinin karşısında duran bir bütünün sesidir.
Bu anlamda Kürt halkının barışta ısrarı yalnızca stratejik bir yaklaşım değildir. Ahlaki temelleri olan siyasal bir tutumdur. On yıllardır süren savaş, göç, katliam ve kültürel yıkıma rağmen, Türk halkıyla birlikte eşit bir yaşamı savunmak, güçlü bir etik zemine dayanır. Bu etik zemin, sadece devletle değil; halkların birbiriyle kuracağı ilişkide de belirleyici olmalıdır.
Çünkü barış, yalnızca çatışmanın sona ermesi değil; geçmişle yüzleşme, hakikatin kabulü ve ortak yaşamın yeniden inşasıdır. İşte bu noktada, Kürtlerin sergilediği tutum, tarihsel kırılmaların üstünü örtmeden, ama onları aşacak bir siyasal hayali diri tutmaktadır.
Yani “bin yıllık kardeşlik” söylemi, geçmişin gerçekliğinden ziyade bugüne ve geleceğe dönük bir çağrıdır. Önder Öcalan’ın bu ifadeye yüklediği anlam, halklar arasında gönüllü ve eşit bir birliktelik kurma çağrısıdır.
Bu kardeşlik, devletin lütfuyla değil; halkların kendi rızasıyla ve karşılıklı tanıma iradesiyle mümkündür. Demokratik birliktelik, hiçbir kimliğin diğerine üstünlük kurmadığı, çoğulluğun bir zenginlik olarak tanındığı bir yaşam biçimidir. Dolayısıyla mesele, geçmişte birlikte yaşanıp yaşanmadığı değil; bugünden itibaren nasıl bir birlikte yaşamın mümkün kılınabileceğidir.
Ancak bu çağrının muhatabı olan Türk halkı, yıllardır milliyetçi, militarist ve devletçi propagandalarla şekillendirildiği için, bu ses çoğu zaman duyulmuyor. Oysa Türkiye toplumunun çoğunluğu, kendi ekonomik ve sosyal sorunlarıyla boğuşurken, gerçek çözümün baskıcı devlet yapısının değişmesinden geçtiğini fark edemiyor. Kürt halkının önerdiği demokratik çözüm, aslında Türk halkının da özgürleşmesinin anahtarıdır. Ne var ki bu çözüm önerisi, medyanın ve devletin sistematik manipülasyonları nedeniyle ya çarpıtılıyor ya da kriminalize ediliyor. Bu durumun aşılması, yalnızca Kürtlerin çabasıyla değil, Türk halkının da bu çağrıyı duyma ve anlama iradesiyle mümkündür.
Tabii ki bugün Kürt-Türk halklarının demokratik bir zeminde yeniden buluşması, tüm Ortadoğu’da barışçıl bir gelecek için de hayati önemdedir. Kürdistan coğrafyasının, emperyal politikaların istikrarsızlaştırıcı etkilerine açık bir bölge olarak kullanılmasının önünü alarak halkların dayanışmasına dayanan bir çözüm modelinin vatanı haline getirilmeye çalışılıyor.
Önder Öcalan’ın geliştirdiği demokratik konfederalizm ve demokratik ulus modeli, bu anlamda sadece Kürt sorununun değil; bölgesel savaşların da aşılmasına dönük tarihsel bir müdahaledir. Kürt-Türk birlikteliği, bu geniş perspektif içinde halklar arası bir barışın taşıyıcısı olabilir.
Özcesi yeni bir toplumsal sözleşmeye duyulan ihtiyaç, artık ertelenemez bir gerekliliktir. Bu sözleşme, sadece bir anayasa değişikliği değil; toplumsal hafızanın yeniden kurulması, halkların birbirini tanıması ve birlikte yaşama iradesinin inşa edilmesidir. Kürt halkı bu iradeyi, bütün tarihsel bedellere rağmen korumakta ve sürdürmektedir. Bu çağrıyı duymak ve sahiplenmek, artık sadece bir vicdan meselesi değil; ortak bir gelecek kurma sorumluluğudur.