Yaşamın kimyası bozulduğunda
Forum Haberleri —

Barış
- Toplumun varlık koşullarına yönelmiş bir savaş var. Günümüzün yaygın depresyonu, yalnızlığı, gelecek kaygısı ve kolektif hayalsizlik hali; bu savaşın ruhsal cephedeki tezahürleridir.
- Kostik kapitalizm, sadece mevcut sistemi tanımlamak değil; ona karşı bir mücadele zeminini de oluşturmak için kritik öneme sahiptir. Gerçek çözüm, bu savaşın parçası olmamak değil, bu savaşı görünür kılmak ve ona karşı yaşamı yeniden kurmaktır.
SİNAN CUDİ
Kapitalizmin yalnızca bir üretim tarzı değil, topluma karşı yürütülen kapsamlı ve çok katmanlı bir savaş biçimi olduğu artık göz ardı edilemez bir gerçekliktir. Bu savaş, yalnızca askeri cephelerde değil, gündelik hayatın her alanında, toplumun sinir uçlarına kadar uzanan bir biçimde sürdürülmektedir.
Kapitalizm, kuruluşundan itibaren bir kriz rejimi olarak var olmuş, bu krizleri ise savaşla yönetmeyi öğrenmiştir. Savaş, kapitalist aklın sürdürülebilirlik stratejisidir. Fakat bu savaşın güncel biçimi, klasik anlamda topyekûn çatışmalardan çok daha yaygın, görünmez ve derinlemesine yıkıcıdır. İşte bu noktada “kostik kapitalizm” kavramı, sistemin bu yeni biçimini tanımlamak için oldukça isabetli bir teorik çerçeve sunar.
Kostik kapitalizm, kimyasal bir aşındırıcılığa gönderme yaparak, kapitalist sistemin toplumsal dokuyu yavaş ama sistematik biçimde çözen karakterine işaret eder. Bu çözülme, yalnızca ekonomik sömürüyle sınırlı değildir. Dilin, kültürün, hafızanın, duygunun, ilişkilerin, anlamın ve hatta insanın kendi bedenine ve zamanına dair algısının bile çözülmesine neden olur. Kapitalizm, artık sadece üretim araçlarını değil, duyguları, dikkat sürelerini, kimlikleri ve hafızaları da metalaştırmakta, savaşın nesnesi hâline getirmektedir. Michel Foucault’nun “iktidar artık insanların ölmesini değil, yaşamalarını istemektedir; ama kendi denetimi altında” tespiti, bu yeni savaş rejimini anlamak açısından ufuk açıcıdır.
Önder Apo, bugün yavaş yavaş tartışılmaya başlanan bu bu çözülme halini Demokratik Uygarlık Manifestosu’nda genişçe çözümlemiştir. Ona göre kapitalizm, iktidarın toplumu edilgenleştirme, çözme ve kendi işleyişine bağımlı hale getirme biçimidir. Bu süreç, ulus-devletler eliyle yürütülen modern savaş stratejilerinin toplumsal düzleme taşınmasıdır.
Kapitalizmin savaş mantığı, yalnızca devletlerarası değil; bireyle toplum arasında, kadınla erkek arasında, doğayla insan arasında, geçmişle şimdi arasında sürer. Bu sürekli savaş hali, toplumun öz iradesini, tarihsel hafızasını ve ortak yaşam zeminini aşındırır.
Bu savaşın ilk evreleri, Avrupa’da halk topluluklarının parçalanmasıyla başladı. 17. ve 18. yüzyıllarda İngiltere’de “çitleme hareketleri” (enclosures), köylülerin ortak topraklardan sürülmesini sağladı ve onları yoksul işçiler hâline getirdi. Bu, kapitalizmin topluma karşı açtığı savaşın ilk kurumsal biçimiydi.
Karl Marx’ın ifadesiyle, “sermayenin ilk birikimi kan ve ateşle yazılmıştır.” Bugün aynı süreç, Kürtlerin köylerinden koparılması, Filistinlilerin topraklarına el konulması ya da Amazon yerlilerinin ormanlarının yok edilmesi şeklinde sürüyor. Mekân, beden ve kültür; hepsi bu savaşın cephe hattına dönüşmüş durumda.
Kostik kapitalizm bu nedenle sadece bir iktisadi aşama veya terim değildir. Ontolojik bir saldırıdır. Toplumun varlık koşullarına yönelmiş bir savaştır. Toplumun zamanla, mekânla, duygularla ve değerlerle olan bağını kopartarak insanı yersiz, zamansız ve anlamsız hâle getirir. Günümüzün yaygın depresyonu, yalnızlığı, gelecek kaygısı ve kolektif hayalsizlik hali; bu savaşın ruhsal cephedeki tezahürleridir. Hannah Arendt’in dediği gibi, “totaliterliğin ilk adımı, insanların gerçeklikle bağını koparmaktır.” Bugünün kapitalist gerçekliği, bu kopuşu gönüllü kılmak için türlü yollar yaratmaktadır.
Kapitalist sistemin en büyük başarısı, savaşın adını barış koymasıdır. Oysa barış dediği şey, kapitalist işleyişin kesintisizliğinden başka bir şey değildir. O nedenle Önder Apo, gerçek barışın ancak toplumun kendi öz örgütlenmesini kurmasıyla, yani savaşın sistemsel kaynağına karşı alternatif bir yaşam inşasıyla mümkün olduğunu savunur. Bu alternatif, devletçi değil komünal, hiyerarşik değil yatay, sömürüye dayalı değil dayanışma temelli olmalıdır. Bu yaklaşım, demokratik modernite olarak formüle edilmiştir.
Demokratik modernite paradigması, sadece kapitalizme değil, onun savaş mantığına da kökten bir reddiye sunar. Kadın özgürlüğünü merkeze koyarak ataerkil savaşın kökünü hedef alır. Ekolojik yaşamı esas alarak doğaya karşı yürütülen tahribata son vermeyi amaçlar. Aşağıdan yukarıya doğru örgütlenen halk meclisleriyle, merkeziyetçi iktidar yapılarının çözülmesini hedefler. Bu yaklaşım, kapitalizmin “çözücü” özelliğine karşı bir “örme” stratejisidir. Ahlakı, hafızayı ve kolektif iradeyi yeniden inşa etmeyi önceler. Rosa Luxemburg’un “ya sosyalizm ya barbarlık” çağrısı, bugün “ya demokratik toplum ya çözümsüz savaş” olarak yeniden okunmalıdır.
Bugünün dünyasında, savaş artık yalnızca mermilerle değil; medya, algoritma, borç, göç, teknoloji ve gündelik hayat biçimleriyle yürütülmektedir. Kapitalizm, savaşsız bir günü dahi planlayamaz hâle gelmiştir. Bu yüzden kostik kapitalizm, sadece mevcut sistemi tanımlamak değil; ona karşı bir mücadele zeminini de oluşturmak için kritik öneme sahiptir. Gerçek çözüm, bu savaşın parçası olmamak değil, bu savaşı görünür kılmak ve ona karşı yaşamı yeniden kurmaktır.
Savaşla süreklilik kazanan kapitalist sisteme karşı, ancak süreklileşen bir toplumsal direniş, yani sürekli toplum fikri cevap olabilir. Bu toplum, sadece mevcut devlete karşı değil, aynı zamanda onun içimize işleyen kodlarına karşı da mücadele eden bir toplumdur.
O halde, kapitalizmin savaşına karşı en radikal pozisyon, kendi savaş rejimimizi değil; kendi yaşam rejimimizi kurmaktır. Çünkü “barış sadece savaşın yokluğu değil, adil bir düzenin varlığıdır” ve bu düzen ancak ahlakla, özgürlükle ve ortaklaşmayla mümkün olur.