‘Seçim gelir, hallolur’ rehaveti yanlış

Dosya Haberleri —

SARUHAN OLUC

SARUHAN OLUC

  • “Büyük bir huzursuzluk var, büyük bir öfke birikiyor, büyük bir çaresizlik görünüyor ama yanılgıya düşmemek gerekir: Toplumda öfke birikiyor ama öfke ile iktidar değişmiyor. İktidarın değişmesi için doğru politikalara, doğru söyleme ve doğru önerilere ihtiyaç var.”

OSMAN OĞUZ

 

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekili ve İstanbul Milletvekili Saruhan Oluç’la son günlerde yeniden yoğunluk kazanan ittifak tartışmalarını, AKP-MHP iktidarının değişmesinin koşullarını ve HDP’nin “denklemlerdeki yerini” konuştuk.

 

Bu dönemde “birlikte mücadele” ve “ittifak” tartışmaları bir miktar nitelik ve içerik de değiştirdi. Özgün olarak bu dönemin ittifak ihtiyacı nereye oturuyor? Hangi niyeti öncelemek, hangi amaçla ittifaklar kurmak gerekiyor?

En başta şöyle bir sorun oluyor: Türkiye’de ittifak tartışması olunca herkesin aklına hemen seçim geliyor. Halbuki bizim için bu, böyle değil. Şüphesiz ki seçim dönemlerinde seçim ittifakları tartışılır; hele de Türkiye’deki yeni seçim sisteminde, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denilen ucube sistemde, yüzde 50+1’i yakalamak gerektiği için ittifakların tartışılması doğal ama bunlar, seçim geldiği zaman tartışılır, şu anda doğru zaman değil.

Şu anda Türkiye’de seçimlerin hangi koşullarda yapılacağı bile belli değil. Seçimin hangi tarihte ve hangi seçim yasası ile olacağı belli değil. İktidar partilerinin, AKP-MHP’nin seçim yasasında ve siyasi partiler yasasında değişiklik hazırlığı var. Bu koşullarda biz, bir seçim ittifakı tartışmasını gerçekçi bulmuyoruz; bu nedenle de ittifak lafını kullanırken seçimleri düşünerek kullanmıyoruz.

 

Peki ittifak seçim için değilse ne için?

Bizim “demokrasi ittifakı” adı altında konuştuğumuz mesele, esas itibarıyla şuradan kaynaklanıyor: Türkiye, faşizmin kurumsallaşmasının adım adım gerçekleştiği bir ülkeye dönüştü. Adına tek adam rejimi mi dersiniz, otokratik rejim mi dersiniz, çeşitli isimler takılıyor; şimdi isim tartışması yapmak için söylemiyorum bunu. Fakat nihayetinde kuvvetler ayrılığının ortadan kaldırıldığı; tüm kuvvetlerin tek adama bağlandığı; hukukun üstünlüğünün kalmadığı ve evrensel hukuk ilkelerinin geçersizleştiği; yargının işlemediği ve tek taraflı, bağımlı bir hale geldiği; başında AKP Başkanı Tayyip Erdoğan’ın olduğu yürütmenin hem yargı hem de yasama üzerinde egemenlik kurduğu bir sistemle karşı karşıyayız. İnsan hakları ve özgürlükleri işlemiyor; Türkiye, imzaladığı uluslararası sözleşmelere uymuyor. Bizim hep eleştirdiğimiz anayasa bile uygulanmıyor. Böyle bir durumla karşı karşıyayız.

Bu durumu kabullenmeyen, bu iktidarın değişmesini hedefleyen ve Türkiye’de cumhuriyetin demokratikleşmesini, evrensel hukukun geçerli olmasını, yargının bağımsız ve tarafsız olmasını, kuvvetler ayrılığının tekrar işlemesini, denge ve denetleme mekanizmalarının olmasını ve güçlü bir yerinden yönetim anlayışının gelişmesini isteyenlerin demokrasi ittifakına ihtiyaç var. Bu konularda yakın ya da benzer düşünen, aynı hedeflere ya da yakın hedeflere sahip olanların bir araya gelebileceği bir demokrasi ittifakı, şu anda bir ihtiyaç. Türkiye’de demokratikleşmeyi sağlamak için buna gerek duyuyoruz. “Demokrasi ittifakı” derken de esasen bunu konuşup anlatıyoruz.

 

“Birbiriyle benzer hedeflere sahip olanların ittifakı” derken Demirtaş’ın son açıklamasındaki “üçüncü yolu” mu kastediyorsunuz, yoksa meclisteki diğer muhalefet partileri de bu çalışmaya, çabaya dahil mi?

Şunu kastediyorum: Biraz evvel saydığım konular çerçevesinde birbirine yakın olanlar. Demokratik hak ve özgürlükler, yargı gibi konularda benzer hedeflere sahip olan, ortak noktalara gelmiş ama farklı siyasi partiler, farklı toplumsal muhalefet kesimleri. Yani toplumsal ve siyasal muhalefetin demokratikleşmeyi hedefleyen bütün yapılarını kapsayan bir demokrasi ittifakı.

 

  • “Kendimizi de katarak söylüyorum: Ne yazık ki toplumsal ve siyasal muhalefet henüz bu iktidarı değiştirecek güce ulaşmış görünmüyor. Tabii ki iktidar büyük irtifa kaybetti ve seçim olsa yüzde 50+1’i yakalamaları mümkün değil ama muhalefet de topluma tatmin edici cevaplar veremedi.”

 

Buna dair HDP’den günaşırı çağrılar yapılıyor ama çağrıların ötesinde bir girişiminiz de var mı? Görüşmeler yapıyor musunuz?

Biliyorsunuz, geçtiğimiz aylarda meclis içi ve dışındaki muhalefet partileriyle bir dizi görüşme yaptık ve orada da bu görüşlerimizi aktardık. Bunun devamını da getireceğiz, hazırlıklarımız var. Hangi çerçeveyi önemsiyoruz, nasıl bir politik zemin tarif ediyoruz, bunu anlattık. Sivil toplum kuruluşlarıyla da çeşitli görüşmeler yaptık. Bunlara devam edeceğiz.

 

Diyelim ki bu güçler bir araya geldiler, böyle bir ittifak oluşturdular. Dediğiniz gibi bu, bir seçim ittifakı da olmayacak. Ne yapacak bu ittifak? İnsanları sokağa mı çıkaracak, yoksa başka yol ve yöntemler mi bulacak?

Toplumsal ve siyasal muhalefete baktığımızda herkes zaten kendi kulvarında, kendi politikaları doğrultusunda bir mücadeleyi sürdürüyor. Önemli olan bu mücadeleyi taleplerde ve adımlarda ortaklaştırmak. Önümüzdeki haftalarda, çağrısı bize de gelen, “Demokrasi İçin Birlik” isimli bir sivil toplum kuruluşunun düzenlediği “Demokrasi Konferansı” olacak. Bütün toplumsal ve siyasal muhalefeti davet ediyorlar ve orada da bir tartışma yürütülecek. Herkes bir taraftan kendi mücadelesini sürdürüyor ama bunları ortaklaştıracak zeminleri, platformları yaratmak önemli. Bizim çağrımız bu doğrultuda.

Burada şöyle bir şey var: Farklı toplumsal ve siyasal muhalefet kurumlarına “Boş bir kağıda on tane madde yazın ve verin” desek, 7 maddesinde örtüşme olduğunu görürüz. Çünkü bu, Türkiye’nin gelmiş olduğu noktada bir ihtiyaç. “Herkes aynılaştı” demiyorum, herkes farklı pozisyonlarını koruyor, bu da normal, ama bazı ihtiyaçlar konusunda ortaklaşma oranı arttı.

Mesela kayyumlar meselesi başladığı zaman biz, “Bu bugün HDP’li belediyelere yapılıyor ama bunlar açıkça bir kayyum rejiminin ilk adımlarıdır, sadece HDP’ye yönelik değildir, bundan sonraki hedef tüm muhalefet olacak” demiştik. Hakikaten öyle de oldu. Belki her yere kayyum atanmadı ama iktidar, kaybettiği belediyelerin yetki alanlarını daraltmak için yasa üstüne yasa çıkarıyor.

 

Bir yandan kayyumlar başka kurumlarda, mesela üniversitelerde de karşımıza çıkıyor…

Evet, örnekleri arttırabiliriz de. Dolayısıyla toplumsal ve siyasal muhalefetin hedeflerinde de böylelikle ortaklaşma arttı. Bu iyi bir şey.

 

  • “Karşımızda kurumsallaşma konusunda son adımlarını atan bir faşizm var. “Seçim gelir, oyları veririz, mesele hallolur” rahatlığı doğru değil. Mücadeleden asla, bir adım bile geri adım atmamak gerekiyor. Bunlar aslında demokratik ve adil, eşit koşullarda bir seçim yapmayı bile öngörmeyen bir iktidardır.”

 

HDP Eşbaşkanı Mithat Sancar da en son, “Bu diyaloglarda şu partinin şu bagajı var demeyiz” dedi, asgari müştereklerde ortaklaşmaya çalışacağınızı söyledi. Kamuoyunun da merak ettiği bir konuyu doğrudan sormak istiyorum: Sözgelimi İYİ Parti ile bir ittifak, bir diyalog zemini oluştu. Böyle bir girişim, bir yandan İYİ Parti’nin hem yönetiminde hem de seçmeninde bazı bariyerlere çarpacaktır hem de HDP’nin yönetimi ve seçmeninde tepkiler doğacaktır. Keza birçok kişi, İYİ Parti’nin başkanı ve yönetiminin Kürtlere yönelik devlet terörüne ortak olduğu rezervini de koyuyor. Böyle rezervlere nasıl bakmak gerekiyor?

Dedim ya, bütün partiler elbette ki farklı pozisyonlarını koruyorlar. Bizim önem verdiğimiz şey, ortaklaşılan noktaları bulmak ve öne çıkarmak. Özellikle İYİ Parti üzerine böyle bir tartışma sürdürmek, doğrusu istemiyorum ama İYİ Parti örneğinden yola çıkacak olursak: Belki de toplumsal ve siyasal muhalefet içinde aralarında en fazla mesafe olan partiler, İYİ Parti ve HDP’dir. Mesele sadece geçmişle ilgili de değil, bugünkü politikalar açısından da böyle.

İki şeye işaret etmek istiyorum. Birincisi, Türkiye’de demokrasi isteniyorsa şu çok açık ki, bunu İYİ Parti de bilmek durumundadır, diğer muhalefet parti ve kurumları da: HDP olmadan bu sağlanamaz. HDP, politikaları, önerileri, örgütlenmesi, siyasetteki ağırlığı ve denge geliştirme özelliğinden dolayı demokratik siyasetin önemli bir parçasıdır. HDP’yi yok sayarak Türkiye’de demokrasiye ulaşamazsınız. HDP’yi tasfiye ederek de ulaşamazsınız. Kürt sorununu çözmeden de Türkiye’de demokratikleşmeyi gerçekleştiremezsiniz.

HDP’nin rolü, ikili bir roldür. HDP, hem Kürt sorununun barışçıl çözümü için önemli bir odaktır hem de demokratikleşme konusunda. Bunların birbirine bağlı olduğunu da artık herkes bilmekte ve görmektedir. Dolayısıyla HDP’yi muhatap almayarak, yok sayarak ya da tasfiye ederek demokrasiye ulaşmak, hukuka ulaşmak şansına sahip değilsiniz. Bu çok net. Matematiksel olarak da, politik olarak da net. Bütün muhalefet partileri de bunu göz önünde bulundurmalıdır ve elbette iktidar da bunu göz önünde bulundurmalıdır.

HDP, nihayetinde kendine has politikaları olan, üçüncü yolu politik strateji olarak benimsemiş bir siyasi partidir. Bu açıdan hem iktidar hem de muhalefet partileri, HDP’nin bu özelliği ve gücünü görmek ve buna uygun adımlar geliştirmek zorunda. İYİ Parti de, CHP de, Adalet ve Kalkınma Partisi de, Gelecek ve Deva Partileri de bunu bilmelidir.

 

Meclisteki muhalefet partilerinde, mesela CHP’de, eskiden bu yana bir “HDP ile yan yana görünmeyelim” çabası vardı. Bu açıdan son dönemde bir değişim yaşandı mı?

Şöyle bir şey söyleyeyim: 7 Haziran 2015 seçimleri öncesinde bizim yaptırdığımız ya da takip ettiğimiz kamuoyu araştırmalarına göre Türkiye’de “HDP’ye asla oy vermem” diyenlerin oranı, yüzde 65 ila 75 arasındaydı. Biz kendi aramızda bu sonuçları değerlendirir, “HDP’ye oy verebilirim diyen yüzde 25’in ne kadarından oy alabiliriz” diye konuşurduk.

Geçtiğimiz günlerde bir kamuoyu araştırmasının sonuçları yayınlandı. “Asla HDP’ye oy vermem” diyenlerin oranı, yüzde 27-28 civarındaydı. Bizden hemen sonra AKP geliyor, o da HDP’den bir puan düşük.

Bakın, 2015’ten bu yana altı sene geçmiş ve altı sene içinde toplumda “HDP’ye oy verebilirim” diyenlerin oranında çok ciddi bir artış olmuş. Yani HDP, aslında bu altı senelik demokrasi, barış ve adalet mücadelesiyle topluma kendini daha fazla tanıtabilmiş ve demokratik meşruiyetini kendi mücadelesiyle yükseltmiş bir parti. Bütün siyasi partiler de bu gerçeği görerek kendi pozisyonlarını ayarlamak durumunda. HDP, bu toplumun, bu ülkenin, bu toprakların bir gerçeğidir; yok sayamazsınız, tasfiye edemezsiniz. Bu önemlidir.

Tabii bu sayıları gördük diye kanatlanıp uçmuyoruz, öyle düşünmesin kimse ama şunu görüyoruz: Demek ki bizim altı senelik demokrasi, adalet ve özgürlük mücadelemiz toplumda daha fazla anlaşılmış ve toplum bizi daha meşru, demokratik meşruiyeti olan bir parti olarak görmeye başlamış.

 

Bu istatistik özellikle de bu dönemde çok ilginç, çünkü bir yandan HDP’nin hem kapatma davası ile hem de medya üzerinden en fazla “terör” ile yaftalanmaya, kriminalize edilmeye çalışıldığı bir dönemde ortaya çıkıyor. Bu istatistikle düşününce kapatma davası da HDP’nin yeniden toplumun yüzde 70’inin “Asla oy vermem” dediği bir partiye dönüşmesi için mi gündeme geliyor, diye de düşünüyor insan…

Tabii, tabii. Elbette bu demokratik siyasetten tasfiye planı yeni değil; 2014’ten bugüne kadar devam eden bir planın parçası bu. Biz de tabii demokratik siyasette kararlı duruşumuzu ve mücadelemizi sürdürüyoruz. Bir yandan da ama, kapatma davası üzerinden gidersek, bu tasfiye planının iktidara yarayan bir plan olmadığı da ortaya çıkıyor. HDP’nin toplumda kökleri ne kadar derine inerse, HDP demokratik siyasette kalıcı ve ısrarlı tutumunu sürdürürse, bütün Türkiye’ye ilişkin topluma iyi ve doğru mesajlar verebilirse, toplum da HDP’nin demokratik meşruiyetini artırıyor aslında. Ortaya çıkan durum, bunu gösteriyor.

Hep tartışıyorlar: HDP, bir Türkiye partisi mi? Ne demek Türkiye partisi olmak? Onlar şöyle düşünüyor: Türkiye partisi olmak demek, Kürt sorununu konuşmamak demek. Hayır, öyle değil. Kürt sorununun demokratik, barışçıl çözümünü konuşmak ve bunu konuşurken Türkiye’nin bütün sorunlarını da konuşmak… Demokrasiden ekolojiye, kadınların ezilmesine, işsizliğe, yolsuzluğa kadar Türkiye’nin bütün sorunlarını konuştuğunuz zaman Türkiye partisi oluyorsunuz. HDP’nin bugün gelmiş olduğu nokta da budur. Bütün bunları konuşup aynı zamanda Kürt sorununun demokratik, barışçıl çözümünü de konuşuyoruz.

Diğer muhalefet partilerine de zaten anlattığımız budur: Siz Türkiye’nin bütün sorunlarını konuşup Kürt sorununun demokratik çözümünü konuşmazsanız, bunun sorumluluğunu üstlenmezseniz, bunun için adım atmak ve politikalar geliştirmekte girişimlerde bulunmazsanız, konuştuğumuz diğer sorunlarda da alacağınız sonuçlar kalıcı değildir, olmayacaktır. Çok haklı olduğumuzu aslında bütün gelişmeler de gösteriyor.

 

Peki, bu ittifak ve birlik meselelerinde en önemli muhatap elbette toplum. Bu son dönemlerde, özellikle ekonomik krizin derinleşmesiyle birlikte, toplumdan bazı “beklentiler” var. Bebek mamasının bile marketlerde güvenlik kilidiyle kapatıldığı bir dönem yaşanıyor ve bunun toplumsal muhalefeti de güçlendiren, iktidara karşı öfke açığa çıkaran bir durum yaratması bekleniyor. Ama bir yandan da, özellikle sol cenah içinde, hayal kırıklığı içeren laflar da ediliyor; “beklenen büyük toplumsal muhalefetin bir türlü gelmemesi” gibi bir hayal kırıklığıyla. Toplumdan bu dönemde ne beklemek, toplumu nasıl değerlendirmek gerekiyor?

Türkiye hakikaten ekonomik, sosyal ve siyasal açıdan baktığımızda çoklu bir kriz yaşıyor. İşsizliğin, yoksulluğun, adaletsizliğin ve eşitsizliğin çok yoğun yaşandığı bir dönem. Geniş tanımlı işsizlik 10 milyonu aşmış vaziyette, enflasyon yüzde 30’lar, 40’lar arasında salınıp duruyor. Resmi rakamlar böyle değil ama gerçek rakamlar böyle. İşçi, emekçi, yoksul, çiftçi, köylü, dar gelirli, orta sınıf… Bütün bu kesimler, çok ciddi sorunlar yaşıyor. Dolayısıyla bunun yarattığı çok ciddi tepkiler de var. Bir de pandemi koşullarını eklersek tabii katlanıyor mesele.

Şimdi böyle bir dönemde büyük bir huzursuzluk var, büyük bir öfke birikiyor, büyük bir çaresizlik görünüyor ama yanılgıya düşmemek gerekir: Toplumda öfke birikiyor ama öfke ile iktidar değişmiyor. İktidarın değişmesi için doğru politikalara, doğru söyleme ve doğru önerilere ihtiyaç var. Kendimizi de katarak söylüyorum: Ne yazık ki toplumsal ve siyasal muhalefet henüz bu iktidarı değiştirecek güce ulaşmış görünmüyor. Tabii ki iktidar büyük irtifa kaybetti ve şu anda seçim olsa yüzde 50+1’i yakalamaları mümkün değil, mecliste çoğunluğu yakalamaları mümkün değil. Bunların hepsi gerçek ama toplumda hala, “Yahu bu iktidar değiştiği ve muhalefet iktidara geldiği zaman bu ülke nasıl yönetilecek?” sorusuna tatmin edici cevaplar yaygınlaşmış değil.

Evet, insanlar yüzlerini yavaş yavaş muhalefete dönüyorlar, iktidarın oyları azalıyor, AKP-MHP blokundan kopuşlar yaşanıyor ama dediğim gibi muhalefet henüz kendine yeterince güvenip “Biz bu ülkeyi yönetebiliriz” diyebilecek noktaya gördüğümüz kadarıyla gelmedi. Biz bu ülkeyi yönetmeye aday olduğumuzu ve bu politikalara da, güvene de, kararlılığa da sahip olduğumuzu söylüyoruz fakat bunun bütün toplumsal muhalefette ortak bir görüş haline geldiğini henüz söylemek mümkün değil. Bu nedenle mücadeleye devam etmek gerekiyor.

Kesinlikle şöyle bir beklenti doğru değil: “Bunlar irtifa kaybediyor, oy kaybediyor, yarın seçim olsa bu iş biter.” Böyle düşünmek yanlıştır, eksiktir. Evet, oy kaybı, güven kaybı önemli ama mutlaka mücadeleyi artırmak, demokratik protestoları güçlendirmek, direnme duygusunu artırmak ve toplumun kararlılığını yükseltmek gerekiyor, bu çok önemli. Ancak bu konularda başarılı olunursa, dirençten geri adım atılmazsa, muhalefet kendini iktidarın yerine koyacak bir özgüvene ve politikalara da sahip olur.

Unutmamak lazım: Karşımızda kurumsallaşma konusunda son adımlarını atan bir faşizm var. “Seçim gelir, oyları veririz, mesele hallolur” rahatlığı doğru değil. Mücadeleden asla, bir adım bile geri adım atmamak gerekiyor. Bunlar aslında demokratik ve adil, eşit koşullarda bir seçim yapmayı bile öngörmeyen bir iktidardır. Eğer bugün siyasi partiler ve seçim yasasında değişiklik tartışılıyorsa aslında “Nasıl olur da seçimi kazanırız” çabasıdır yaptıkları.

 

Siyasi Partiler ve Seçim Yasası’ndaki değişikliklerle ilgili spekülasyonlar yansıyor ama sizin elinizde bilgiler de var mı, nasıl değişiklikler planladıklarına dair?

Spekülasyonlar, çelişkili bilgiler de içeriyor. Doğrusu, hazırladıkları taslağı görmeden bu konuda bir şey söylemek istemeyiz. Ama şunu biliyoruz: Niyetleri ne? Niyetleri, bekalarını sürdürmek, iktidarlarını sürdürmek. Bu iktidar, bunun için her türlü demokratik olmayan düzenlemeyi yapmaya hazır bir iktidar. Hesap kitap yapıyorlar, daraltılmış bölge mi olur, şu kadar vekilden oluşan bölgeler mi yaratılır… Esas dertleri, toplumsal muhalefetin daralması ve HDP’nin tasfiye edilmesi. HDP’nin tasfiye edilmesinin en temel amaçlarından bir tanesi, Kürdistan coğrafyasındaki oyların ve milletvekillerinin iktidar tarafına kaymasını sağlamaktır. Eskiden beri hedef budur.

 

Son olarak: Tekrar tekrar bu dönemin faşizmin kurumsallaştığı bir dönem olduğunu söylediniz. Bir yandan bunu şöyle de anlamak mümkün: Memlekette tipik bir faşizmde olduğu gibi, işsizler ordusunun karşısında bir de yandaşlar ordusu var. Memleketin dört bir yanında hükümet olanaklarıyla zenginleşenler var. Medyanın, ordunun, polisin hali ortada. Yargının hali ortada. Ahval bu iken demokratik mücadele ile ya da seçimler ile bir şeyler değiştirilebileceğine dair beklenti ve umut da azalıyor ve bu muhtemelen HDP’ye yaklaşıma da yansıyan sonuçlar ortaya çıkarıyor. Şöyle sorayım: Bu dönemde, faşizm kurumsallaşıyorsa, nasıl gidecek bunlar?

Dedim ya, kolay değil; bu işi öyle kolay halletmek mümkün değil. Karşımızda ülkenin bütün kurumlarını -en geniş anlamda, medyasından üniversitesine kadar bütün kurumlarını- 19 yıllık iktidarında tahrip etmiş, her yerde demokratik işleyişleri ortadan kaldırmış bir iktidar var. Dolayısıyla rehavete kapılmak, “Tamam artık, bitiyor bu iş” diye düşünmek, bu işin kendi kendine sonuçlanacağını varsaymak yanlış olur. Demokratik mücadele ve direnişi sürdürmek zorundayız.

Bir hatırlatma yapmak istiyorum. Bizim HDP olarak başardığımız iki şey var. Bir tanesini faşizmin kurumsallaşmasının henüz ilerlememiş bir aşamasında, 7 Haziran 2015 seçimlerinde başardık. O zaman da “Bu iktidar sarsılmaz” diye düşünülüyordu. HDP, AKP’nin tek başına hükümet kuramayacağı bir durumu ortaya çıkardı. Dolayısıyla toplumda da, “Olabiliyormuş” güveni ortaya çıktı. Daha sonra 1 Kasım 2015 seçimlerine giderken büyük bir baskı ve çatışma ortamı, korku iklimi yarattılar, o ayrı bir tartışma.

İkinci başarıyı, faşizmin kurumsallaşmasının ilerlemiş olduğu bir safhada elde ettik: 31 Mart 2019 yerel seçimleri. Bu seçimlerde HDP, Kürt coğrafyası ve Batı için bir seçim taktiği uyguladı ve başarılı oldu. Batı’daki metropollerde, Akdeniz’de, Ege’de, Marmara’da ve hatta İç Anadolu’da HDP, seçim sonuçlarını çok ciddi değiştirdi. Bunu da bütün toplum gördü.

Bunu şunun için söylüyorum: Mücadeleden vazgeçilmezse, demokratik direnişteki kararlılık sürerse, doğru politikalar ve taktikler uygulanırsa bu iktidar değiştirilebilir. Burada ama yanlış yapmamak, mücadeleyi ortaklaştırmak ve asla rehavete kapılmamak gerekiyor. Bunların hepsi olursa iktidarın değişmesi mümkün hale gelir, aksi takdirde zor olur.

Ben toplumsal ve siyasal muhalefetin de genel olarak bu durumun daha fazla farkına vardığını düşünüyorum. Belki HDP, en fazla farkına vardı, çünkü en fazla baskıyla, şiddetle, zulümle karşı karşıya kaldı. Şimdi muhalefetin bütün kesimleri durumun farkına varıyor.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.