Sedat Peker ifşaatları üzerine

Forum Haberleri —

  • Faşizme vurulacak en büyük darbe, Kürt’e karşı yürütülen ahlaksız savaşa tavır almaktır. Bu yapıldığı oranda çete-mafya koalisyonu dağılacak, Kürdistan ve Türkiye halkları özgürleşebilecektir. 

DOĞAN AMED

Adına “Türk devleti” denen, esasında ise kuruluşundan bu yana, coğrafyamızdaki halklara karşı yok etme ve savaş makinası olarak kurgulanan bu rejim, klasik bir devlet değildir; bir soykırım, bir toplum ve kültür kırım rejimidir. Devlet olmanın en asgari şartlarına dahi haiz olmayan böylesi rejimlerin, kendi sürdürülebilirlikleri için önlerine çıkan her şeyi savaş makinasının dişlileri arasına almak ve öğütmek tek bildikleri yoldur. Bu rejimlerin, toplumlara-halklara karşı örgütlenen-örgütlendirilen özel savaş aygıtları olmaktan öte bir rol ve misyonları yoktur.

Örnek çoktur; halklar bahçesi olan Kürdistan ve Anadolu coğrafyasındaki tüm kültürler, kimlikler, inanç gurupları, buna karşı direnen herkes bu savaş makinasının dişlileri tarafından öğütülmüş, yaşadığımız coğrafya halklar mezarlığına dönüştürülmüş durumda.

Coğrafyada yok edilemeyen tek kesim kalmıştır; Kürtler! Ve Kürt halkına yönelik olarak 100 yıldır acımasız bir yok etme savaşı yürütülmektedir. Kürt halkına karşı yürütülen bu savaşın sıradan bir savaş olmadığı ise herkesin malumudur. Rejimin Kürt toplumsallığına açtığı savaşta, her türlü kirli savaş yöntemlerinin uygulanması sonucu, yukarıdan aşağıya çürüme ve yozlaşma tüm bünyeyi sarmış, kılcal damarlara dek ulaşmıştır.

Sedat Peker olayına böyle bakmakta fayda vardır: Mesele, bir çete reisinin ifşaatları olmanın çok ötesindedir; ontolojiktir ve kökeni rejimin kuruluş sürecine kadar gitmektedir. Bundan ötürü çok şaşırmaya da gerek yoktur. Bunu görmek-bilmek ve kendi gündemimiz üzerinde yoğunlaşmak daha doğrudur.

H. Lehman, "Günümüzde güvenlik üzerine geliştirilen tüm söylemler şiddet üzerinden kuruludur” der. En büyük şiddet ise “terörizme karşı mücadele” söylemidir. Rejimin bu şiddet pratiğine kaynaklık eden Kürt’ün fiziksel, kültürel, dil ve kimlik olarak ortadan kaldırılması istemi ve arzusudur.

Geniş kesimleri dâhil ederek Kürtlere karşı uygulanan bu şiddet, geldiğimiz aşamada Kürt toplumuyla sınırlı olmaktan çıkmış, tüm kesimlere uygulanır hale gelmiştir. Örnek olsun; emeğin istismarı şiddettir, piyasa şiddettir, yolsuzluk şiddettir, sınıfsallığa dayalı “adalet” şiddettir, işsizlik ve açlık şiddettir, dışlama şiddettir, kadının yok sayılması şiddettir…

Uygulanan bu şiddet karşısında eksik olan şey nedir?

Kriz ve kaos anlarının beraberinde toplumsal dinamikleri de canlandırdığı, arayışlara yoğunluk kazandırdığı gerçeğinin farkına varılmamasıdır, farkına varılsa dahi, dinamikleri harekete geçirici tutumun alınmamasıdır.

Kendisini sol-sosyalist-demokrat olarak tanımlayanların bu gerçeğin yaratacağı sinerjiyi toplumsal eyleme evriltmenin demokrasi savunusunun bir gereği ve sorumluluğu olduğu bilincine sahip olmamasıdır. Böyle bir bilinç eksikliği Türkiye toplumunu vuran kronik bir hastalığa dönüşmüş ve rejim tarafından uygulanan şiddetin her geçen gün daha da katmerlenmesini beraberinde getirmiş-getirmektedir.

Kuşkusuz ki, bu hastalığın kaynağı sadece bilinç eksikliği olarak görülemez-görülmemelidir; tüm parametreler, bunun bir tercih olduğunu ve bu tercihin bilinçli seçildiğini gösteriyor.

Nasıl?

Türkiye’de iktidarın yıkılmak ile yüz yüze geldiği tüm kritik aşamalarda, Türkiye toplumu adına siyaset yaptığını söyleyenlerin, sendikaların, STK’ların, üniversitelerin, basının ve “muhalif” çevrelerin yaşananlara ilişkin tutumları bunun açık kanıtıdır. Sadece kanıtı da değil, aynı zamanda yaşananların ve dahi yaşatılanların ortaklığıdır; kimi zaman başlatanı, kimi zaman sürdürücüsü olma halidir.

Bunlar ezbere söylenen şeyler değildir: Türkiye siyaset sahnesindeki durum ve konumlanmalar bütün açıklığıyla ortadadır. Mehter marşının karşısına, İzmir marşının konularak, iflas etmiş Kemalist Modernitenin konulması, bunun en açık kanıtıdır. Toplumun, dünün despotları ile bugünün despotları arasında tercih yapmaya zorlanması ve bunun da demokrasi olarak sunulması, iktidarın yeniden üretilmesi dışında bir sonuca yol açmamaktadır.

Bugün eğer Sedat Peker adlı tescilli bir katilin ifşalarına rağmen, toplumda kaynağını korkudan alan bir tepkisizlik ve vurdumduymazlık var ise, milyonlarca insan Sedat Peker adlı katilin video kasetlerini bir Yeşilçam filmi izler gibi izliyor ise nedenleri burada aranmalıdır. Peki, bunun iktidarın önünü açma refleksine dönüştüğünü, iktidar tarafından uygulanan şiddeti meşrulaştırdığını ve sonunda Türkiye’yi bir halklar hapishanesine dönüştürdüğünü bilmeyenimiz var mı?

Ne yapmalı?

Karşımızda, güçlerini korku ve sindirme politikalarından, örgütlü yalandan devşiren azgın bir çete koalisyonu vardır. Bundan ötürü lafı uzatmaya gerek yoktur; bu çete koalisyonuna karşı, demokrasi güçlerinin geçmişte yaptıkları, günümüzde yapmak zorunda oldukları ve gelecekte de yine yapmakla sorumlu olacakları şeyler bellidir:

Korkutulan insanı korkudan kurtarmak!

Ne için? İnsanlığın kendi anlamına ulaşması ve insanla anlam bulan bir dünyada yaşamak için!

Nasıl yapmalı? Üçüncü yol alternatifine sahne aldırmak ile!

Üçüncü yol nedir?

En başta, “Kürt anasını görmesin” saplantısının toplumu ne hale getirdiğini görebilmek ve bu saplantıdan kurtulmaktır.

Bu nedenle teorik-akademik girizgahlara gerek yoktur: üçüncü yol, bu coğrafyada 100 yıldır halklara, kültürlere, inanç gruplarına ve kadınlara karşı sürdürülen ahlaksız savaşa son vermenin, barış ve özgürlüğe ulaşmanın, kokuşmuş ve çürümüş rejimden kurtulmanın; yolsuzluklara, mafyaya, çeteleşmelere son vermenin yoludur.

Tarihsel bir kırılma anı ile karşı karşıya olunduğunu görebilmek hiç bu kadar önemli ve gerekli olmamıştır; sağ veya sol, dindar veya liberal, tüm kesimlerin üçüncü yola sahne aldıracak tutumlardan kaçınması, “bekle gör” anlayışıyla, faşizmin seçimle ve veya kendiliğinden yıkılacağı hayaline kapılması, savaş makinasının dişlisi olmak ve çürümenin ortağı olmak ile eş anlamlıdır.

Hülasa:

Faşizm, varlığını korkan zihinlere olduğu kadar, herkesi kendi zihniyetinde buluşturabilme gücüne borçludur. Bundan ötürü, faşizme vurulacak en büyük darbe, Kürt’e karşı yürütülen ahlaksız savaşa tavır almak, Kürt’ün özgürlük mücadelesinden yana tutum almaktır. Bu yapıldığı oranda çete koalisyonu dağılacak, Kürdistan ve Türkiye halkları özgürleşebilecektir. Aksi durum, bugünlerin dahi aranması olacaktır.

NOT: Elbette ki, sözümüz “muhalif” olduğunu iddia edenleredir; rejimin teknesine binenlere değildir, zira tarafımız ve safımız bellidir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.