Şengal’i savunmak

Sara AKTAŞ yazdı —

  • Türk devleti Güney Kürdistan’da onlarca üs kurmasına, KDP işbirliği ile siyasi ekonomik ve askeri işgalini kurumlaştırmış olmasına rağmen Musul ve Kerkük hattına istediği gibi hakimiyet sağlayamamıştır. Bu bakımdan Kürt halkının geliştirdiği öz yönetim sistemleri Türk devletinin Ortadoğu politikalarını boşa çıkarmakta ve Yeni Osmanlıcılık stratejilerine engel olmaktadır. 

DAİŞ, bundan yedi yıl önce 3 Ağustos 2014’te Êzîdîlerin yoğunluklu olarak yaşadığı Şengal bölgesine saldırmış, gösterilen karşı direnişler sonrasında arkasında vahşet manzaraları bırakarak çekilmek zorunda kalmıştı. Kuşkusuz bu vahşet manzaralarını yaşayan, gören ve tanık olan hiç kimse unutmamış ve belleğine kazımıştır. Öyle ki saldırıda uygulanan yöntemler fiziksel bir temizleme operasyonu olmanın ötesinde vahşi bir savaş stratejisinin en eski altın kuralına; karşı gücün direnme gücü ve isteğini tamamen kırmaya dönüktü. Öncelikle Kürt halkının ve Êzîdîlerin asla unutmayacağı bu vahşete Kürdistan özgürlük gerillaları müdahale etmiş, büyük bir soykırımın yaşanmasına engel olmuş, Şengal toplumunun kendini ayakta tutması için gerekli her türlü desteği sunmuşlardı. 
Buna karşın uluslararası emperyalist güçler, bölge gerici güçleri ile KDP’nin de içinde olduğu yerel işbirlikçilik ise Şengal’i ve Êzîdî halkını savaş stratejileri ve politik çıkarları gereği  insanlığın başına musallat olmuş DAİŞ gibi bir barbar güce teslim etmiş, yaşananlara seyirci kalmışlardı. Dahası bu güçlerin hiçbirinin Kürt özgürlük gerillaları ve halkının büyük sahiplenmesini sindirmediğini, Êzîdî toplumunun yarattığı öz iradeyi kabul etmediğini saldırıların günümüze kadar sürmesinden ve en son Irak ve KDP güçlerinin işbirliği içinde Şengal’e girme teşebbüsünde bir kez daha gördük. Bu vesileyle bir kez daha sayısız kez vahşete maruz bırakılmış bir halkın kendi toprağında kendi öz kültürel değerleleriyle yaşama isteğinin neden bu denli saldırılara maruz kaldığını değerlendirmekte yarar var.
Öncelikle Şengal’in Güney Kürdistan, Irak ve bölge açısından jeopolitik ve jeostratejik bir konuma sahip olduğunu hatırlatmak gerekiyor. Bu bakımdan bulunduğu bölge itibarıyla bir geçiş güzergahı niteliği taşımakta ve özellikle bir çok gücün bölge üzerindeki hesapları açısından denetlenmesi önem taşımaktadır. Birincisi bu güçlerin başında gelen Türk devletinin soykırımcı stratejisi geçmişte olduğu gibi günümüzde de çöktürme planları, siyasi, kültürel ve fiziksel soykırım operasyonlarıyla devam ettirilmektedir. Zira siyasette tekçi, ekonomide kapitalist, hukukta faşist, cinsiyet meselesinde gerici Türk iktidarı soykırımla özgürlükleri yok etmek, örgütlü yalanlarla kamuoyunu manipüle etmek dışında kendini var etme alanı görmemektedir. İkincisi faşist Türk devleti Şengal dönük soykırımcı politikasıyla bölge üzerindeki hakimiyetini sağlamak istemektedir. Zira Türk devleti Güney Kürdistan’da onlarca üs kurmasına, KDP işbirliği ile siyasi ekonomik ve askeri işgalini kurumlaştırmış olmasına rağmen Musul ve Kerkük hattına istediği gibi hakimiyet sağlayamamıştır. Bu bakımdan Kürt halkının geliştirdiği öz yönetim sistemleri Türk devletinin Ortadoğu politikalarını boşa çıkarmakta ve Yeni Osmanlıcılık stratejilerine engel olmaktadır. Üçüncüsü Şengal stratejik konumuyla Kandil’e girişin önünde engel görülmekte, Kandil’le girişin önünü açmak ve büyük Kandil’i işgal planı hayata geçirilmek istenmektedir. 
Türk devletinin Şengal’i işgal stratejisinde KDP stratejik bir rol üstlenmektedir. Bunun en önemli nedenlerinden biri 2014 vahşetinde Êzîdî halkını DAİŞ barbarlığına teslim etmesiyle Kürt toplumu ve uluslararası kamuoyunda teşhir olması dolayısıyla kaçışını kamufle etme çabasıdır. Kürt özgürlük gerillalarının Şengal halkı üzerinde yarattığı derin etkiyi kıramayan ve kendi varlığını Türk devletiyle işbirliğine dayandıran KDP sürekli Şengal’i hakimiyetine alma çabası içinde olmuş, başaramayınca ya çeşitli spekülasyonlar yaratmış, yada bölge sömürgeci güçleriyle ortaklaşarak saldırılarında ısrar etmiştir. Nitekim 9 Ekim 2020 tarihinde ABD’nin onayı ile Irak hükümeti ve Hewler yönetimi arasında geliştirilen Şengal anlaşması da bu çabanın bir parçası olarak, Êzîdî halkının iradesini yok sayan bir işgal anlaşması olarak gelişmiştir. Bu nedenle Êzîdî halkı, özgürlük tutumunu hiçe sayan bir işgal anlaşmasına karşı çok yönlü bir direniş geliştirmiş ve asla teslim olmayacağını belirtmiştir. Şengal halkı bu tarihten itibaren sokaklara dökülerek, öz savunmasını geliştirmiş, kesintisiz bir eylemsellik içinde olmuş ve  Bağdat, Ankara, Hewler merkezli tüm saldırılara karşı direnmiştir. Zira Êzîdî toplumu tarihsel soykırım belleğinden önemli sonuçlar çıkarmış, kendi öz savunma ve öz örgütlülüğünü yaratarak kendi yönetim sistemini inşaa etmiştir.
Sonuç itibariyle, Êzîdî halkına uygulanan tüm kıyıcılığı ve imha politikalarını burada aktarmak mümkün değildir. Ancak Êzîdîlerin varlıklarına vurulmak istenen zincirleri reddettiği, tarihe mal olan bir direniş kültürü yarattıkları da ortaya çıkan diğer bir hakikattir. Geldiğimiz aşamada Şengal’i savunmak tıpkı Kobanê savunmasında olduğu gibi Êzîdî toplumunun etrafında devrimci bir çember ve anti faşist cephe inşa etmek ile mümkündür. Bu bakımdan Şengal’i savunmak Kürt halkı açısından ulusal bir görevdir, Şengal’i savunmak geçmiş 74 fermandaki rölü ve sessizliği dolayısıyla dünya devletlerinin borcudur. Şengal’i savunmak Enternasyonalist hareketler açısından devrimci bir görevdir, Şengal’i savunmak kadın hareketleri açısından ise kaçırılan, öldürülen binlerce Êzîdî kadına verilen intikam sözüdür.  

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.