Sınırlar ötesi bir dinamik ortaya çıkıyor

Dosya Haberleri —

VERONICA GAGO

VERONICA GAGO

  • “Ben gerçekten de feminist hareket üzerinden farklı mücadelelerden gelen bir hareketi ortaya çıkaran, sürekli gelişen ve dünyanın ortak bir yorumunu olanaklı kılan uluslar ötesi bir dinamikle karşı karşıya olduğumuza inanıyorum. Bu uluslar ötesi karakterin ayrıca antifaşist bir gücü olduğunu vurgulamanın önemli olduğunu düşünüyorum.”

CAROLINE KIM*

Çeviri: Osman Oğuz

 

Kadın kırımına karşı feminist eylemler, Latin Amerika’da özellikle son yıllarda güçlü kitle hareketleri ortaya çıkardı. Bu eylemlerin ardında ise farklı hareketler ve kadınların yürüttüğü çok yönlü tartışmalar bulunuyor. Arjantin’deki feminist hareketin teorisyenlerinden biri olan, son kitabı “Feminist Enternasyonal İçin”de ise kadın hareketinin ortaya çıkardığı enternasyonal olanaklara dair kafa yoran Verónica Gago ile feminist grevin farklı alanlarda açtığı tartışmalar ve uluslararası anlamı üzerine konuştuk.

 

Feminist grevi konusunu yeni kitabında feminist hareketin güncel tartışmalarını ve gündemlerini ama ayrıca bütün bir toplumu analiz etmek için kalkış noktası olarak kullanıyorsun. Feminist grev, bir analiz aracı olarak ne getiriyor?

Benim için grevin analizi açısından üç moment var. Birincisi: Acımasız bir kadın kırımına/femicide’e tepki olarak grev fikri nasıl ortaya çıkıyor? Ardından: Bir feminist grev örgütlerken, bundan ne öğreniyoruz? Ve: Buradan nasıl bir politik süreç ortaya çıkıyor? Ekim 2016’da feminist grev fikri ilk ortaya çıktığında bu, hemen kabul edilmedi. Fikir, çok büyük bir mecliste, bir toplantıda, Lucia Perez’e yönelik kadın cinayetine karşı gelişen öfkeyi bir ifadeye kavuşturmak için ortaya çıktı. Bu, kitabımda “biraradalığın gerçekçiliği” diye tarif ettiğim şeyin kendisi; çünkü neyin mümkün olduğuna dair bir tahayyülü ortaya çıkaran ve bunu somutlaştırmak için güçleri örgütleyen, bu kolektif mekânın kendisi. Grevin hazırlıkları için yapılan toplantıların merkezi bir anlamı var. Burada feminist grevin içerikleri, biçimleri ve zorlukları üzerine tartışmalar yürütülüyor. Bütün bu örgütsel görevlerden inanılmaz çok şey öğreniyoruz.

 

Mesela ne öğreniyorsunuz?

Grev, feminist olması nedeniyle, ayrıca bir araştırma sorununa dönüşüyor. Grevin feminist olmasının anlamı, onun kapsamının bir politik araç olarak greve dair bilindik alanın dışında genişlemesi oluyor -yani geneli erkek olan, sendikalarda örgütlenmiş, geleneksel iş ilişkileri içindeki işçilerin dışında. Grev yapmanın ne olduğunu yeniden bulmamız gerekiyor ve bu da bir sürü soruyu gündeme getiriyor: Eğer bir işin yoksa grev yapmak ne anlama geliyor? Ev işlerine dair bir grevden bahsettiğimizde, bu işlerin anlaşılan bir molası da olmadığına göre, neye ara vermekten bahsediyoruz? Feminist grev, sendikalar için ne anlama geliyor? Grev ile kazandığımız zamanda ne yapacağız? Bu anlamda ben bu grevi, iş dünyasının tarihsel olarak tanınırlık bulmayan ama bugün istikrarsızlaşma ile birlikte hiç olmadığı kadar çok insanı kapsayan bölümüne dair hem analitik hem de pratik/örgütsel bir gözlük olarak görüyorum.

 

Feminist grev ile birlikte işten/çalışmadan ne anladığımızı yeniden düşünüyoruz ama ayrıca ücretli işi de yeniden düşünüyoruz. Nasıl ve hangi sonuçlarla oluyor bu?

Evet, feminist grev sadece ücretsiz yeniden üretim (reprodüksiyon) işini gün yüzüne çıkarmak ile kalmıyor, ayrıca bir soru soruyor: Bu iş, diğer istihdam alanlarındaki iş ilişkilerini nasıl etkiliyor? Müthiş biçimde istikrarsızlaşmış ücretli işlerin hangi biçimleri aslında bu reprodüksiyon işinin ileri biçimleri olarak ortaya çıkıyor? İnsanların ücretli işlerine rağmen borca batmak zorunda olması, aslında ne anlama geliyor? Bu anlamda feminist hareket, grev üzerinden aslında çalışmadan ve grevden ne anladığımızı yeniden tanımlıyor: Bu hareket, çok çeşitli ve kabul görmeyen ama değer üreten ödevleri odağa yerleştiriyor ve işçiler ile işsizler, ücretlendirilenler ile ücretlendirilmeyenler arasındaki ücret farkının açığa çıkardığı hiyerarşikleşmeye ve ayrılığa vurgu yapıyor. Bir taraftan bu, ücret almayanların politik ve sosyal olarak dışarıya itilmesini reddediyor; diğer taraftan ise ücret alanların imtiyazlarını diğer çalışan öznelere karşı korumak zorunda olan bir çeşit “işçi aristokrasisi” olarak görüldüğü yaygın tahayyülü tartışmaya açıyor. Ben tüm bunların yerine iş kavramına dair güncel feminist teşhisin gücünün, iş olarak tanımladığımız şeye dair başka imajlar geliştirmesi ve çalışmanın kabul görmesi ve ücretlendirilmesi konusunda başka yollar bulması olduğunu düşünüyorum.

 

Peki böyle alternatifler nasıl olabilir?

Mesela sosyal ya da feminist bir ücretlendirme ya da “temel gelir” (tüm yurttaşlara çalışıp çalışmamalarından bağımsız olarak ödenecek bir “asgari ücret”) ile. Feminizm, onları görünürleştirerek, kıymetlerini teslim ederek ve onlar için bir politik karakter üreterek, çalışmanın görünmeyen ve aşağılanan biçimlerinin tanınması için mücadele ediyor: Ücretlendirilmeyen ve istikrarsızlaştırılan ev işi, komşuluktaki toplumsal ödevler gibi işler, özellikle tam da neoliberalizmin her şeyi krize sürüklediği şu günlerde, toplumsallığın yeniden üretilmesini garanti altına alan işler. Ücretlerin ya da hakların tanınması için somut talepler ortaya koymak, ancak bu işler görünür olursa mümkün olabilir.

 

Feminist grev fikrinin ortaya çıkması ardından iklim grevi, kiracı grevi ya da borçlu grevi gibi fikirler de ortaya çıktı. Bu, grevin sınırlarının genişletilmesi ve onun işin dışında yeniden üretilmesi anlamına mı geliyor?

Feminizmin bizi grevi diğer çatışmalar açısından da düşünmeye sevk etmesi, ilgi çekici bir durum. Bu, bedenleri ve bölgeleri sürekli sömürücü şartlar altına girmeye zorlayan kapitalist ekstraksiyonun farklı biçimlerine karşı ‘hayır’ demek anlamına geliyor. Kiralar ve borçlar konusunda grev, benim neoliberal kapitalizmin temel yırtıcı dinamiklerinden biri olarak gördüğüm finansal ekstraksiyonizme (1) karşı bir eylem tahayyülü ortaya çıkarma denemesi. Kiralar, borçlar ve iklim değişikliği, ilk bakışta belki de iş ile doğrudan ilgili görülmeyebilir ama feminist analiz, kiraların ya da günlük hayatla başa çıkabilmek için borç alma zorunluluğunun ve ayrıca ekolojik şartların iş gücünün sömürüsüne dair koşulların organizasyonuyla birlikte düşünülmesi gereken yeniden üretim (reprodüksiyon) koşullarının bir parçası olduğunu ortaya koyuyor. Başka sözcüklerle: Eğer borca batmışsak ya da yüksek kiralar ödüyorsak, her zaman istikrarsız çalışma koşullarını onaylamak zorunda kalırız.

 

Sen yeniden üretimin/reprodüksiyonun üretimin temel koşulu olduğunu vurguluyorsun. Feminizm, çalışma alanındaki hiyerarşileri ve iş ile diğer alanlar arasındaki ayrımları sorgulamayı deniyor...

Mesele, ücretlendirilen ile ücretlendirilmeyen, toplumsal olarak kabul edilen ile aşağılanan çalışma arasındaki yapay ve hiyerarşik ayrım. Bu elbette ayrıca kimin hangi mekânı işgal edeceğine dair bir politik/cinsiyetçi düzeni ifade ediyor. Marx, sirkülasyon alanını defetişize etmek için neoklasik ekonomi teorilerini tartıştığında Marksist feministler, daha da derine iniyor ve üretim alanını, üretimi olanaklı kılan her şeyi açığa çıkararak, defetişize ediyor - ayrıca Silvia Federici’nin vurguladığı gibi, ortada, yeniden üretim alanında, üretilen ve çalınan değeri de. Yani feminist ekonomi, “aşağıdan” gerçek bir perspektifi, kapitalist üretim biçimine dair bir analize eklemliyor. Eleştirinin bu boyutu, çalışmanın toplumsal olarak yeniden örgütlenmesine dair düşünmek için temel bir boyut. Üretim ve yeniden üretim arasındaki ilişki, nasıl sömürücü olmayan biçimde örgütlenebilir? Ödevlerin, artık rahatça ulaşılabilecek doğal kaynaklar gibi görünmeyecekleri bir biçimde, ücretlendirilmesi ve onların ücretlendirilmemiş yeniden üretim işi üzerinden halledilmesi zorunluluğunu ortadan kaldıracak bir altyapının hazırlanması yoluyla. Güncel feminizmler bu sebeple toplumsal yeniden üretim araçlarının yeniden edinilmesini temel gündemlerinden biri yapıyor. Bu talep, küresel boyutta ortak bir element olarak beliriyor.

 

Bu, hele de koronavirüs salgınının ev işlerini daha da merkezi bir konuma getirdiği ve kadınlara yönelik “ücretlendirilmeyen ödevleri yerine getirme baskısı”nın yeniden büyüdüğü bugünlerde, kulağa bir hayli ütopik geliyor…

Evet, salgın bu çatışmaları keskinleştirdi ama öte yandan yeniden üretim alanının feminist anlamda siyasallaşması sayesinde bu alanın neoliberal şiddetin savaş ganimeti hâline geldiğini anlamak da mümkün oldu. Kamusal hizmetler kime ait? Gıda ve ilaçların üretimini sağlayan araçların mülkiyeti kimde? Evler kime ait? Eğitime erişim olanakları nasıl tehdit ediliyor? Servetler kimin elinde? Krizin faturasını ödemek için hangi vergiler çıkarılıyor, hangi borçlara giriliyor? Ev işlerinin ücretlendirme ve haklar üzerinden tanınması talebi, burada önemli bir bakış açısı sunuyor. Buradan kamu hizmetlerine ve borçsuzlanmaya, ikamet alanlarına ve gıdaya erişime dair talepler de ortaya çıkıyor. Bunların tamamı, yeniden üretim ile üretim arasındaki ilişkileri ekstraksist olmayan bir mantıkla yeniden tanımlayacak “kolektif servetin yeniden edinilmesi”ne dair sorunlar.

 

Sen grevin uluslar ötesi karakterini güncel hareketin bir yeniliği olarak görüyorsun. Almanya’da güçlü bir grev hareketi ortaya çıkarmayı başaramadık. Grev aracı, ona başka bir şey eklenmeksizin, değişik bağlamlara taşınabilir mi? Feminist hareketin bu yeni enternasyonalizmini karakterize eden nedir?

Ben gerçekten de farklı mücadelelerden gelen bir hareketi ortaya çıkaran, sürekli gelişen ve dünyanın ortak bir yorumunu olanaklı kılan uluslar ötesi bir dinamikle karşı karşıya olduğumuza inanıyorum. Bu, dünyanın güneyinden, her şeyden evvel de Latin Amerika’dan -göçmen işçilerin sınırlar ötesi döngüsünün ortaya çıkardığı yeni adıyla Abya Yala’dan- gelen bir enternasyonalizm. Bu uluslar ötesi karakterin ayrıca antifaşist bir gücü olduğunu vurgulamanın önemli olduğunu düşünüyorum. Eğer neoliberalizm şimdi muhafazakar ve yeni faşist güçlerle ittifak kurmak zorundaysa -‘white supremacy’den dinci köktenciliklere kadar-, bunu tam da ataerkil ve ırkçı otoritelerin istikrarsızlaşmasının sermaye birikiminin kendisini tehlikeye sokması nedeniyle yapıyor. Burada feminizmler, direniş ve çatışma ehliyetini yeniden canlandırma yeteneklerini gösteriyorlar, çünkü onlar bağımlılık ve sömürü yapısına saldırıyor. Tam da neoliberalizmin reaksiyoner güçlerle ittifak kurduğu noktalarda: Aile düzeninde, cinsellikte, ücretlendirilmeyen işte, göç düşmanı yasalarda.

 

Son yıllarda Arjantin’deki siyasal iklim oldukça değişti. Aralık’ta da feminist hareket, kürtajın yasallaştırılması mücadelesini kazandı.

Arjantin, bölgede kürtajı yasallaştıran dördüncü ve en büyük ülke. Aralık’taki zafer, mücadelenin uzun yıllarını içerdiği ve şüphe yok ki hareketin kazanımı olarak yaşandığı için, çok önemliydi. Aşağıdan doğru gelişen feminist gücün mobilizasyonu, tartışmaları ve inşâsı, etkisini gösterdi. Yeşil dalga olarak tanınırlık kazanan kürtajın yasallaşması eylemi, ayrıca okulların müfredatlarına cinsel eğitimin konulmasına dair tartışmaları canlandırdı.

 

Yeni feminist dalga sizin hayatınızı nasıl etkiledi?

Son yıllar, ilişkilerimizi nasıl yaşadığımızı, gündelik hayatımızı nasıl örgütlediğimizi, nasıl siyaset yaptığımızı ve yaptığımız işi nasıl anladığımızı değiştirdi. Bu yıllar bizi öyle değiştirdi ki, kendimizi sürekli olarak yeniden buluyoruz ve Sarah Ahmed aracılığıyla feminist bir hayat sürmenin ne demek olduğuna dair sorular soruyoruz. Bunun kuşakları aşan bir deneyim olduğuna inanıyorum. Benim için bu hareketin bir parçası olmak önemli. İçeriden -ve taraflı bir pozisyondan- eylemenin ve bilmenin beni çok ilgilendiren bir biçimi ortaya çıkıyor. Kitabım burada duruyor. Siyasal çalışma yapmak, aktivizm için zaman üretmek demek; ama her şey bununla yorumlandığında, zamanımızın olmadığı anlamına da geliyor.

 

Kürtajın yasallaştırılması mücadelesinin başarısı hareket için ne anlama geliyor?

Devlet, tıbbi müdahalenin ücretsiz sunulmasını sağlamaktan sorumlu ki bu, kaynaklara dair bir tartışmaya da neden oluyor. Ama, kitabımda da belirttiğim gibi, tartışma kürtajın yasallaştırılmasının ötesine gidiyor: Mesele, (kadınların) özerklik/otonomi isteği. Gençler bu süreç ile politikleşti ve kendilerine karşı şiddetli kampanyalar başlatan dinci ve muhafazakar gruplarla yüzleşiyorlar. Bu anlamda yasallaşmayı ayrıca antifaşist bir kazanım olarak görüyorum.

 

* Röportaj, ilk olarak “Analyse & Kritik” gazetesinin Mart sayısında Almanca olarak yayımlandı. 

 

(1) Ekstraksiyonizm, doğal kaynakların sömürüsüne dayanan ekonomi modelini ifade ediyor. Feminist bağlamda finansal ekstraksiyonizm kavramı ise, özellikle Latin Amerika’daki feminist hareketlerin tartışmalarında, kadınlara yönelik giderek güçlenen sömürü ve mülksüzleştirme süreçlerini borçlandırmanın devamı olarak ortaya çıkan finansal yağmanın sonuçları üzerinden analiz etmek için kullanılıyor. Tartışmalarda kadın emeğinin neoliberal dönüşüm sırasında da “doğal kaynak” gibi algılanıp konumlandırıldığına vurgu yapılıyor.

 

 

Kimdir?

 

Verónica Gago, Arjantin’deki feminist hareketin teorisyen ve aktivistlerinden ve ülkede önemli eylemler gerçekleştiren ‘Ni Una Menos Kolektifi’nin üyesi. Bu senenin 8 Mart’ında Gago’nun yeni kitabı “Feminist Enternasyonal İçin” yayınlandı. Kitap, feminizmin ortaya çıkardığı yeni eyleme biçimlerine ve sınırlar ötesi olanaklara kafa yoruyor.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.