Siyahların sinemaya aktarılan hikâyeleri

Kültür/Sanat Haberleri —

12 Yıllık Esaret

12 Yıllık Esaret

  • ABD’de köleliğin kaldırılmasının ardından da beyazların evlerini siyahlar temizledi, çocuklarına siyahlar baktı ve nihayetinde yemeklerini siyahlar yaptı. Üstelik diğer beyaz işçilerin neredeyse üçte biri fiyatına çalıştırılarak.

ZABEL MİRKAN

Günümüz Amerikası’nda dahi 28 saatte bir siyahın ateşli silahla vurulduğunu ve bu ölümlerin ilk siyah ABD Başkanı Barack Obama döneminde dahi kesintisiz sürdüğünü göz önünde bulundurduğumuzda, bugün yaşananlar şaşırtıcı değil. Amerika Birleşik Devletleri’nde George Floyd’un beyaz bir polis tarafından öldürülmesi üzerine başlayan eylemler neredeyse tüm dünyaya yayılmış ya da en azından dünya gündemine siyahlara yönelik ırkçılığı gündemine girmesini sağlamış durumda.
ABD’de kölelik 1865 yılında yasaklansa da sistematik bir şekilde siyahlara yönelik ırkçılık ve onları hâlâ köle olarak görme eğilimi devam etti. Köleliğin kaldırılmasının ardından da beyazların evlerini siyahlar temizledi, çocuklarına siyahlar baktı ve nihayetinde yemeklerini siyahlar yaptı. Üstelik diğer beyaz işçilerin neredeyse üçte biri fiyatına çalıştırılarak.

Harriet Tubman’ın inanılmaz hikâyesi
Köleliğin tarihi ve kölelikle mücadeleyle ilgili hatırımda kalan en güzel örneklerden biri Harriet Tubman’ın inanılmaz hikâyesi. Harriet, 1822 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde dünyaya geldi. Tam da siyahların vatandaşlık haklarının dahi olmadığı, temel hak ve özgürlüklerden yoksun oldukları tarihlerde. Harriet Tubman, köle olarak yaşamını sürdürmek zorunda kalan on binlerce siyahtan yalnızca biriydi. Bir gün “sahipleri” onu bir başkasına satmak istediğinde, ellerinden kurtuldu. Gündüzleri orman ve yeşillik arazilerde saklanıyor, geceleri ise kaçmaya devam ediyordu. Amacı sınırı geçmekti. Tubman kendini kurtarmaya çalışırken başkalarını da kurtarmaya başladı. Tam on dokuz kez Güney’e gitti ve yüzlerce köleyi kurtardı. Amerika’da hüküm süren iç savaşta, sekiz yüz kölenin kurtarılmasını sağladı ve insanları köleleştirmek isteyenlerin yapılarına, araçlarına büyük zarar verdi. Siyahların oluşturduğu gizli bir ağ olan Yeraltı Demiryolu’nun şefi oldu ve bu gizli geçitten insanların geçişini sağladı. Hiç yakalanmadı ve tek bir kişiyi bile ele vermedi, kaybetmedi. Özgürlüğüne kavuştuğunda ise şunları söyledi: “Gerçekten özgür olduğumu fark ettiğimde kendimi cennette hissettim.” İç savaş boyunca yüzlerce insanın özgürleşmesini ve onlarca insanın da yaşamının kurtarılmasını sağladı. İç savaş sona erdikten sonra hayatını yoksul eski kölelere ve yaşlılara yardım etmeye adadı ve yaşlılar için bir ev kurdu. Bir dönem hemşirelik de yaptığı için siyahların sağlık sorunlarıyla da ilgilendi. Siyahlar gibi ötekileştirilen kadınlar için de birçok çalışma yürüttü ve dönemin kadın hakları savunucuları arasındaki yerini aldı. 1896’da Siyahi Kadınların Ulusal Birliği’nin (National Association of Colored Women) ilk toplantısına konuşmacı olarak davet edildi. Tubman’ın hikâyesi birçok kitaba ve filme konu oldu.
Tubman gibi siyahların verdiği bireysel ve kolektif mücadeleleri anlatan yüzlerce film var; ancak bunların birçoğu Hollywood gişelerine oynayan ve yine beyazların gözünden siyahları anlatan filmler. Politik olarak sorunlu kısımlarını es geçtiğimizde öne çıkan bazı filmleri sizler için yazmak istedim.

12 Yıllık Esaret
Twelve Years a Slave (12 Yıllık Esaret) ABD’de köleliği yasaklayan iç savaştan kısa bir süre önce köle olarak satılan özgür bir siyah adamın gerçek hikayesinden uyarlanan film. Filmde bir tarladan diğerine sürülen ve yıllar boyunca çektiği fiziksel ve duygusal acı yüzünden bünyesi ve ruh durumu günbegün çürüyen Solomon Northup’un (Chiwetel Ejiofor) deneyimleri olanca gerçekliği ve sertliğiyle aktarılıyor. Film Northup’un 1853 yılında aynı isimli “Twelve Years a Slave” kitabındaki anılara başvurularak uyarlanmış. Anılarını yayınlamadan önce Northup 12 yıl boyunca, Louisiana eyaletinde tarlalarda köle olarak çalışmış. Hunger (Açlık) ve Shame (Utanç) filmleriyle tanıdığımız Steve McQueen’in yönetmenliğini üstlendiği filmin başrol oyuncusu Chiwetel Ejiofor, film öncesinde birçok gözlemde bulunduklarını belirtiyor: ”Güney eyaletlerindeki çiftliklere gitmek, filmde konu ettiğimiz olayların geçtiği yerlerde olmak, kavurucu sıcakta yaşanan şiddeti hissetmek, o insanların her gün neler çektiğine dair bize birçok ipucu verdi.”
1841’de New York’ta yaşayan Solomon Northup, kendisini müziğe adamış ve gündelik yaşamını sade bir şekilde organize etmiş siyah bir adam. Ancak bir gün müzikle alakalı bir iş için 2 kişiyle tanışır ve çalışmak için Washington’a gider. Burada Northup’ı kaçırıp bir çiflikte köle olarak çalışması için satarlar. Solomon şimdi acıyı, şiddeti ve ikinci sınıf insan yerine konmayı yeniden öğrenecek ve buradan kurtuluşları olmadığını düşünen bir grup insanın umutsuzluğuna şahit olacaktır.
Filmi diğer filmlerden önemli ve politik doğru konumlandıran yön ise yönetmen McQueen’in hiçbir şekilde seyirciye oynamaması. Filmde duygu sömürüsü ve “siyahlar ne çok acı çekti” temaları yerine köleliğin ve ırkçılığın somut, soğuk yüzü olabildiğince çıplak bir şekilde veriliyor. Örneğin Solomon’un işlemediği bir suçtan ötürü ceza olarak bir ağaca asılmasını izlediğimiz sahnede Solomon hayatta kalma mücadelesi verip, çırpınırken diğer kölelerin çaresizce bu anı sadece izleyebilmesine tanıklık ediyoruz. Keza aynı şekilde, köle tüccarları ve kölelik sistemini sürdüren “sahiplerin” acımasız, cani adamlar olduğuna değil; bu endüstrinin bir parçası olmak için canhıraş uğraştıklarına ve bu sisteme gönüllü olarak katkı koyduklarına tanıklık etmemiz de filmi kıymetli kılan detaylardan biri. Hayır, canavar ya da psikopat değillerdi, gönüllü olarak bir insanı sadece siyah olduğu için kendi hizmetlerinde çalıştırmayı reva görüyorlar ve bu sisteme katkı sunmaktan memnuniyet duyuyorlardı.

13. Madde
Bir başka önemli bir yapım: 13. Madde. Yönetmenliğini Ava Duvernay’ın üstlendiği 2016 yapımı belgesel, BAFTA En İyi Belgesel Ödülü’nü aldı. Belgesel, ABD anayasasındaki 13. madde ile ilgili ve 13. madde şöyle diyor: “Kölelik ve rızasız hizmetkârlık, mahkumlar hariç tutularak kaldırılmıştır.” Hükümlüler hariç kimsenin çalıştırılamayacağını vurgulayan bu madde, kölelik sistemini hapishanelere taşımış. Özellikle kimlere mi yönelik? Tabii ki siyah mahkumlara. Uyuşturucuya karşı mücadelede bir basamak gibi görülen siyahlar, tüm ABD başkanlarının ırkçı politikalarına maruz bırakıldı ve bırakılmaya da devam ediliyor.
2015 itibariyle International Centre for Prison Studies istatistikleri ABD’nin 2 milyon 228 bin 424 tutuklu sayısıyla dünyanın en kalabalık hapishanelerine sahip olduğunu gösteriyor. ABD’de her 100 bin kişiden 716’sı mahkum ve ABD’nin mahkum sayısı dünya nüfusunda da ciddi bir orana denk geliyor. Dünyada bulunan 10.2 milyon mahkumun yüzde 25’i ABD’de bulunuyor. Bureau of Justice Statistics verilerine göre toplam mahkûm oranının yüzde 39,4’ünü (841 bin) siyahlar, yüzde 20,6’sını (442 bin) ise Latinx’ler oluşturuyor. Zaten “kriminal” addedilen siyahlar ve Latinx’ler için durum hayli zorlayıcı. 2017 yılında ise İftira ve Karalama’yla Mücadele Birliği (ADL) tarafından yayınlanan rapora göre, aşırıcılığa bağlı ölüm vakalarının azalmasına rağmen 2017’nin, 1970’den bu yana en çok şiddet eylemi yaşanan yıllar sıralamasında beşinci sırada olduğu kaydedildi.
Kurulan mahkemelerin önünde onlarca engel var. Mahkum sayısı ve yıl olarak ceza oranı diğer ülkelere göre hayli fazla olduğu için bir tür “adaleti sağlıyor gibi görünme” sistemi var. Ağır cezalar istendiği için özellikle siyah mahkumlar üzerlerine atılan suçları kabul edip mahkemeye çıkmayı reddediyor. Ömür boyu hapis cezası almak istemedikleri için, hiçbir suç işlemediği halde 13 yıl hapishanede kalmayı göze alan insanlar var ve bunların çoğu siyah ve Latinx. Suçlamaları reddeden bir siyaha ömür boyu hapis cezası verilmesi, mahkemelerin ve jürinin siyahlara yönelik tutumunu gözler önüne seren verilerden sadece biri.
Kölelik, ırkçı ABD başkanları, suç, uyuşturucu ve Black Lives Matter’ın, Kara Panterler Partisi’nin ortaya çıkış nedenleri akademisyenler, politik figürler, daha önce yargılanan ABD vatandaşı siyahlar tarafından aktarıldığı belgesel; durumun ne kadar siyasi ve sınıfsal olduğunu her dakikasında size sarsıcı bir şekilde gösteriyor. Belgeseldeki anlatıcılardan biri de Angela Davis ve Kara Panterler Partisi’ne katıldığı yıllardaki bir deneyimiyle hafızamıza kazınıyor. Muhabirin ona yönlendirdiği soruları yanıtlayan Angela Davis, haklı mücadelesinden emin bir şekilde cevaplıyor soruları. Örneğin ona Kara Panterler’in eylemlerinin şiddet dolu olup olmadığı sorulduğunda, kendi deneyimlerinden birini anlatıyor. Angela Davis için travmatik olan şiddet dolu bu deneyim, fail bir beyaz olduğu için “normal” addedilebiliyor. Soundtracklerinde siyahların sesini duyurmaya çalıştığı rap ve reggae müzik örneklerinin eşlik ettiği belgesel, ırkçılığın su götürmez gerçekliğini ve köleliğin hâlâ nasıl devam ettiğini tüm çıplaklığıyla gösteriyor.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.