Son nefesine kadar savaşan bir Şeyh

Dosya Haberleri —

Medeni Bukarki

Medeni Bukarki

Geliyê Godernê’de 12 arkadaşı ile birlikte katledilen Şeyh Fahri'nin hikayesini torunu Medeni Bukarki ile konuştuk.

  • Medeni Bukarki, "Umumi Müfettiş, Mustafa Kemal’in talimatı ile bir görüşme yaptığını, silahlarını bırakması karşılığında Kabi, Karabaş ve Sadi köylerinin mülkiyetinin kendisine verileceği sözünü veriyor. Ancak dedem buna karşı çıkarak, ‘Benim dilimle, dinimle ve mazlum halkımla uğraşan, yok sayan zihniyete asla teslim olmam’ diyerek ayağa kalkıyor" dediğini aktarıyor.
  • Bazı kaynaklarda 17 kişi yazar ancak 12 kişinin naaşının teslim edildiğini söyleyen Bukarki, şöyle diyor: "12 kişiyi getirip Hazro ilçesinde teşhir ediyorlar. Cenazeleri teslim etmiyorlar ve kanlı giysileri ile birlikte 12 kişiyi Gire Cirit tepesinde toplu gömüyorlar. 1925’te olduğu gibi yine aile üyelerimizi zincirle bağlayarak önce Malatya’ya oradan da Kütahya’ya sürgüne gönderiyorlar."

MUSTAFA DOĞAN / AMED

Kurdistan’da 20. yüzyıl isyanlarında kahramanlıkları ile öne çıkmış ve şehit olmuş, üzerlerine kilamlar yazılmış ve çoğu şimdiki kuşak tarafından bilinmeyen yüzlerce kahraman var. Amed, Bingöl, Muş, Ağrı, Siirt, Batman, Dersim ve Koçgiri’de Kurdistan tarihine adlarını altın harflerle yazdıran kahramanlar bunlar. Bu kahramanlardan biri de Şeyh Fahri. Kendisini yetiştiren amcası Şeyh Şemsettin'in Şeyh Sait isyanında idam edilmesi sonrasında önce Suriye'ye gidip Xoybûn kurucularından olan, daha sonra Amed bölgesine gelip karargahını Geliyê Godernê'ye kuran ve 12 arkadaşı ile birlikte katledilen Şeyh Fahrettin'in hikayesini torunu Medeni Bukarki ile konuştuk.

12 kişi aynı yere defnedildi

Yıllarca Kulp-Hazro-Lice üçgenindeki stratejik Gelîyê Godernê’ye karargah kuran, çetelerin, ağaların baskılarına karşı koyan, 1927 yılında düzenlenen ve yüzlerce köyün yakılması, binlerce kadın, erkek ve çocuğun katledilmesiyle sonuçlanan Pêçar Tenkil Harekâtı’nda Albay Mustafa Muğlalı’ya diz çöktüren, tek bir harekâtta bir tabur askerini bertaraf eden ve askerleri uzun yıllar kendi bölgesine sokmayan bir isim. Beraberinde 11 arkadaşı ile asker ve çetelerin katıldığı operasyonda 1933 yılında şehit düşen Şeyh Fahri’nin mezarı halen Amed’in Hazro ilçesinde. 12 kişinin çukur kazılarak kanlı giysileriyle defnedildiği mezar yerinde ne bir mezar taşı, ne de şehit düşenlerin ismi var. Ama Şeyh Fahri ve arkadaşlarının mücadelesini büyüklerinden duyup Hazro’ya gelenler, muhakkak onun ve arkadaşlarının mezar yerini ziyaret edip Fatiha okumadan ilçeden ayrılmaz.

Aile üyeleri sürgünde

Kökenlerinin Hz. Hüseyin’den geldiğini belirten Şeyh Fahri’nin ailesi, yaklaşık 400-450 yıl önce Osmanlı denetimindeki Irak’tan Bingöl bölgesine göç etti. Yıllarca Bingöl’ün Solhan yaylalarında göçebe hayatı olarak yaşamlarını sürdürürler. Ağırlıklı olarak Bukarki yaylasında hayvancılık yapar, sonbahar sonuna kadar bu yaylalarda kalırlardı. İki yüzyıldan fazla bir süre bu yaylada hayat sürdürdükleri için ailenin ismi yayla ismi ile anılır. Aile, daha sonra 19. yüzyılda Silvan ve Bismil’den köy satın alarak yerleşik hayata geçer. Asıl bulundukları yer Bismil’e bağlı Kamışlı köyüdür. Şeyh Fahri, 1899 yılında bu köyde dünyaya gelir. Küçük yaşta anne ve babasını kaybettiği için amcası Şeyh Şemseddin ve "Dîya Hadî" diye bilinen babaannesi Fatma tarafından büyütülür. Ehlibeyt soyundan gelen Bukarki şeyhleri, Osmanlı imparatorluğu döneminde çevrede sayılan etkili bir aile konumundadır. Aileler arasında yaşanan kavgalar, arazi sorunları, kan davaları gibi konularda ilk danışılacak merci, bu ailedir. Sözlerine itibar edilir, halk tarafından sevilir ve saygı duyulur. Sözlerine sadık olmaları, kararlarında adil olmaları, eşkıya ve ağaların zulmüne karşı oldukları için yöre halkı tarafından ilgi görür.

1925 yılında Şeyh Said isyanına Bukarki ailesi kayıtsız kalmaz. Aile, tüm fertleri ile isyancıların yanında yer alır. İsyan 5 ay gibi bir sürede yenilgiye uğrayınca, önce ailenin büyüğü Şeyh Şemseddin tutuklanır. Şeyh Said’in de içinde bulunduğu 46 kişi ile birlikte 29 Haziran 1925 tarihinde Amed Dağkapı meydanında asılarak idam edilir. Yaşadıkları Kamışlı köyü talan edilir. Evlerine, hayvanlarına el konulur. Araziler işbirlikçiler tarafından kullanılmaya başlar. Dağa çıkanlar dışında kalan aile üyesi kadın, genç ve yaşlılar, Kütahya, Uşak, Manisa, Denizli’ye sürgüne gönderilir.

Tatilde mahkeme kurup idam kararı verdiler

Bukarki ailesinden Şeyh Fahri, Şeyh Feyzi, Şeyh Nureddin, Şeyh Mizbah teslim olmaz. Lice, Kulp, Silvan kırsalına çekilirler. Şeyh Fahri’nin amcası Şeyh Nureddin ve isyana katıldıklarından şüphelenilen bir grup tutuklanarak Amed’e getirilir. Amed’de bulunan İstiklal Mahkemesi heyeti ise o tarihte havalar sıcak olduğu için Elazığ’ın Harput ilçesinde tatil yapmaktadır. Tutukluların Harput’a getirilmesini isterler. Tutuklular arasında Şeyh Nureddin de vardır. Mahkeme hemen kurulur ve idamlarına karar verilir. Savunmalar alınmadan, deliller toplanmadan idamlar gerçekleşir. İstiklal Mahkemeleri’nin özünde vardır, önce infaz kararı verilir, gerekçesi ise sonra yazılırdı.

Sîmko’nun dağları varsa

Şeyh Nureddin’in oğlu Şeyh Mizbah ise 1937 yılında Dersim isyanına destek vermek için Şeyh Said’in kardeşi Şeyh Abdurrahim’in öncülüğündeki bir grup ile Türkiye’ye giriş yapar. Ancak 20 Temmuz 1938’de ihbar sonucu Bismil’in Salat köyü yakınlarında pusuya düşürülürler. Sığındıkları buğday tarlasının ateşe verilmesiyle yaklaşık 15 kişi yakılarak katledilir.

Şeyh Said isyanında kurtulanlar kendi aralarında toplanarak yaşanan katliamlar karşısında ne yapacaklarını tartışır. Genel kanı, Doğu Kurdistan’a geçerek Sîmko’ya katılmaktır. Ancak Şeyh Fahri ve Omerê Faro başta olmak üzere birçok kişi bu karara tepki gösterir. "Sîmko’nun dağları varsa, bizim de dağlarımız var" diyerek ülke içinde direnişte karar kılarlar. Gruplar halinde Lice, Kulp, Hazro, Silvan, Genç ilçelerinin dağlık alanlarına çekilirler. Bulundukları alana askerleri sokmazlar. Yer yer gerilla tarzı çatışmalar başlar. Operasyona çıkan askerler fazla kayıp vererek geri çekilmek zorunda kalır.

Şeyh Fahri, kuzeni ve aynı zamanda kayınbiraderi olan Şeyh Feyzi ile birlikte, Geliyê Godernê bölgesi ve Malê Gîr köyünde karargahını kurar. Yanında 400-500 savaşçı vardır.

Lice, Kulp, Silvan, Genç bölgelerinde ise Omerê Faro, Yado, Şeyh Hüseyin, Eminê Miko, Evdê Uco, Ehmê Hüseyin, Mecidê Zaza, Sofiyê Xerzî, Hesoyê Cevahîr, Hesoyê Çolekî, Mîstoyê Xeman, Sebriyê Feto, Emerê Sadık, Mıhemed Eliyê Simê Badîn grupları ile birlikte dağları tutarak askerlerin operasyonlarına karşı savaşırlar.

İntikam için siviller öldürülür

1926 yılında bölgeye büyük bir operasyon başlatılır. Operasyona Siirt, Silvan, Bitlis ve Amed’den askeri birlikler, topçu bataryaları ve makineli tüfek bölükleri getirilir. Asıl hedef Lîz dağı bölgesidir. Coğrafyaya hakim olan savaşçı gruplar taktik uygulayarak dağın üst taraflarına çekilir. Peşlerinden gelen askerleri pusuya düşürerek 25. Süvari Alayı’nın 2. Taburu’nu dağıtarak askerlerin çoğunu esir alır. Şeyh Fahri’nin savaşçılarına talimatı "Askerler ateş açmayın, rütbelileri vurun” şeklindedir. Esir alınan askerlere dokunulmaz. Silah, şapka ve elbiseleri alındıktan sonra aralıklarla serbest bırakılır.

Lice Mıntıka Komutanı Binbaşı Ali Haydar canını zor kurtararak Lice’ye çekilir. Burada intikam için ilçe meydanında 12 sivili toplayarak Newala Qij denilen bölgeye götürerek öldürür. Binbaşı Ali Haydar ve Hani Mıntıka Komutanı Binbaşı Ali Barut, her operasyonda kayıp verince, bunun acısını sivilleri öldürerek ya da köyleri yakarak çıkartır.

Pêçar Tenkil Harekâtı başlar

Dağları tutan direnişçi gruplarına karşı peş peşe yaşanan yenilgiler üzerine, devlet 1927’de Pêçar Tenkil Harekâtı’nı başlatır. Harekâtın başına ise Elazığ’da görevli bulunan Albay Mustafa Muğlalı getirilir. (Mustafa Muğlalı, daha sonra 3. Ordu Komutanlığı’na atanarak 28 Temmuz 1943’te Van’ın Özalp ilçesinde 32 köylünün öldürülmesini emrini veren kişidir.)

Operasyona 7. ve 8. Kolordu Komutanlığı’ndan süvari birlikler, topçu ve ağır makineli birlikler ile Hezanlı Şeyh Selim milisleri Şeyh Selamet milisleri, Hazro beyleri, Lice, Hani, Kulp milisleri de katılır. Operasyon daha çok Genç, Lice, Hani, Kulp ve kısmen de Palu bölgelerinde sürdürülür. Askere verilen emir kesindir, şüpheli görülen herkes öldürülecek. Pêçar Tenkil Harekâtı 3 safhada hayata geçirilir. İlk safhası Murtezan, Botiyan, Mıstan bölgesinde, ikinci safhası Valer, Seyfan, Murad havzası denilen bölgede, üçüncü safhası da Kulp, Hazro, Lice üçgenindeki bölgedir.

Katliamın yapıldığı yerler korunuyor

Tenkil Harekâtı’nın her safhasında yüzlerce köy yakılır. Yüzlerce köy basılarak mallarına ve hayvanlarına el konulur. Evleri ateşe verilir. Kaçabilen erkekler dağda direniş gruplarına sığınır. Yakalananlar ise süngülenerek öldürülür. Yüzlerce kadın ve çocuk, ev ve ahırlarda yakılarak ya da köyün dışına çıkarılıp kurşunlanarak öldürülür. (Lice, Kulp ve Genç bölgelerinde kadın ve çocukların toplu katledildiği yerler, günümüzde halk tarafından etrafı tel örgü ya da duvarla örülüp koruma altına alınmış durumda.)

Direnişçi grupları ile sıcak temas kurmaya çekinen askerler, daha çok sivilleri hedef alır. Süren harekat sırasında yüzlerce asker de öldürülür ya da esir alınır. Şeyh Fahri ve kayınbiraderi Şeyh Feyzi, birlikleri ile birlikte Lice-Kulp-Hazro üçgeninde Sarım çayı bölgesinde Geliyê Godernê de yerlerini koruyarak zamana zaman askerlere pusu atarak direnişlerini sürdürür. Pêçar Tenkil Harekâtı, 1927 Kasım’ında sona erer.

Ülkeye geri dönüş

Şeyh Fahri, yanındakilerle birlikte aynı yıl kaçak yollarla o zaman Fransızların yönetimindeki Suriye’ye geçer. Xoybûn kurucuları arasında yer alır. Burada yapılan toplantılarda, devletin soykırım uygulamalarına karşı direniş kararı alınır ve Şeyh Fahri 1928 sonbaharında ülkeye dönüş yapar. Karargâhını yine Geliyê Godernê de Malê Gir’a kurar. Yeni katılan milislere silahlı eğitim verir. Toplumsal sorunlarda aracı olarak halkın sorunlarının çözümü ile ilgilenir. Köylülere zulüm yapan ağa ve beylere izin vermez. Aynı yıl af çıkarılır ve Şeyh Fahri ile de görüşmek için haber gönderilir.

Umumi Müfettiş ile görüşme

Dedesi Şeyh Fahri ile Umum Müfettiş İbrahim Tali Öngören’in Amed’de görüşmesini, Bukarki ailesinin ileri gelenlerinden siyasetçi torunu Medeni Bukarki, babasından ve aile büyüklerinden duyduğu haliyle gazetemize şöyle anlattı: “Dedem ve adamlarının o bölgede olduğunu biliyorlar. Ancak yeterli güç olmadığı için üzerlerine gitmiyorlar. Çünkü devlet o zaman Ağrı’daki İhsan Nuri Paşa’nın başlattığı isyan ile meşgul. Umumi Müfettiş araya aracılar koyarak dedem ile görüşmek istiyor. Dedem de kabul ediyor. Yaklaşık 250 atlısı ile On Gözlü Köprü üzerinden Mardin Kapı tarafından kente giriş yapıyor. Yanına bir kaç savaşçı tek alıyor. Kalanların ise hanlarda ve belli noktalarda kalmalarını istiyor. Sonraki gün, şimdiki İç Kale’de olan Umumi Müfettişlik binasına gidiyor. İbrahim Tali Öngören onu karşılıyor. Dedem iyi derece Türkçe, Osmanlıca, Arapça bilmesine rağmen Kürtçe konuşuyor. Kuzenimiz olan Diyarbakırlı ünlü şair ve yazar Veysel Öngören’in babası Bedri ise tercümanlık yapıyor.

‘Amcamın şehadetine helak getirmem’

Umumi Müfettiş, Atatürk’ün talimatı ile bu görüşmeyi yaptığını, silahlarını bırakması karşılığında Kabi, Karabaş ve Sadi köylerinin mülkiyetinin kendisine verileceği sözünü veriyor. Ancak dedem buna karşı çıkarak, ‘Amcalarımın şehadetine helâk getirmem. Bu tekliflerinizle beni satın alıp hain ve işbirlikçi mi yapacaksınız. Benim dilimle, dinimle ve mazlum halkımla uğraşan, yok sayan zihniyete asla teslim olmam’ diyerek ayağa kalkıyor. Ortamın gerildiğini görünce, ‘Yanlış bir şey yaparsanız dışarıda 250 adamım var. Bir işaretime bakar, kan gövdeyi götürür’ der ve çıkar. Dedemin Diyarbakır’a geldiğini duyan halk, Saraykapı’dan Dağkapı’ya kadar olan yolun iki tarafına dizilmiş onu bekliyordur. Adamlarının da yanına gelmesi ile birlikte dedem ve beraberindekiler halkla vedalaşarak atlarına atlayıp tekrar Geliyê Godernê’ye dönüyor."

Yol arkadaşlarını bırakmadı

Ağrı isyanı bastırıldıktan sonra 17 Ekim 1933 tarihinde Silvan-Kulp-Hazro üçgenindeki Geliyê Godernê ve Hesika vadisi ile Ganîke mağaralarının olduğu bölgeye devlet büyük bir askeri operasyon başlatır. Siirt, Bitlis ve Amed’den binlerce asker bölgeye gönderilir. Operasyona Badıkan ve Xîyan aşiretine bağlı korucular da katılır. Geliyê Godernê bölgesi çembere alınır. Çatışma üç gün boyunca devam eder. O çatışmalarda kurtulan dedesinin savaşçılarının anlatımına yer veren torunu Medeni Bukarki, dedesinin şehadeti öncesinde yaşananları şöyle anlatıyor: "Çatışmalara ara verildiği bir sırada, operasyonu yürüten komutanlardan biri dedeme haberci göndererek, ‘Zayiat ne askerden ne de sizlerden olsun. Sana yol verelim, birkaç adamın al ve buradan ayrıl’ diyor. Dedem ise kabul etmeyerek, ‘Ya hepimize yol vereceksiniz, ya da savaşırız’ diyor. Dedem arkadaşlarıyla istişare yapıyor. Büyük bir mağara içindeler ve arka kısmında yüksekte kalan küçük bir delik var. Askeri oyalayıp bu delikten çıkmayı planlıyorlar.

Dedem ve arkadaşları

Biraz yüksek olduğu için taşlardan merdiven gibi bir şey yapıp o delikten çıkmayı deniyorlar. Dedem, delikten her çıkanı tembihliyor, ’Falan noktadaki büyük bir kaya var. Kim oraya ulaştı ise duvara bir sigara kağıdı yapıştırsın ki geldiğimizde kaç kişinin kurtulduğunu bilelim’ diyor. Tek tek mağaradan çıkanlarla helalleşiyor. Asker mağaranın yakınlarına kadar gelmiş. Bir yandan askerleri oyalayıp bir yandan da çıkanlara yardım ediyorlar. O sırada taşlardan yaptıkları merdiven çökünce içeride bir panik oluşuyor. Asker de mağaradan kaçmaya çalıştıklarını öğrenince tüm gücüyle mağarayı ateş altına alıyor. Dedem ve arkadaşları orada katlediliyor.

Sürgünler başlar

Bazı kaynaklarda 17 kişi yazar ama toplam 12 kişinin naaşı teslim ediliyor. Bu 12 kişiyi getirip Hazro ilçesinde teşhir ediyorlar. Ailemizden olanları getirip teşhis ediyorlar. Cenazeleri teslim etmiyorlar ve kanlı giysileri ile birlikte 12 kişiyi Gire Cirit tepesindeki mezarlığa kazdıkları alana toplu gömüyorlar. 1925’te olduğu gibi yine aile üyelerimizi zincirle bağlayarak önce Malatya’ya oradan da Kütahya’ya sürgüne gönderiyorlar. Aile üyelerinin büyük bir kısmı, ancak 1947 yılında çıkarılan bir af sonrasında topraklarına dönebiliyor.

Bize yapılan zulmün kanıtı

İdam edilen büyüğümüz için Kamışlı köyünde bir türbe yapmışız. Burada ailemizden olanların da mezarları var. Her yıl binlerce kişi Şeyh Fahri’nin amcası Şeyh Şemseddin ve Şeyh Nureddin’in türbesini ziyaret eder. Dedem Şeyh Fahri için de türbe yapılmasını isteyen çok oldu. Ancak babam, ‘Bu toplu mezar, bize yapılan zulmün kanıtıdır. Kürt halkı özgür olduğunda o zaman buranın üzerini kubbe ile kapatırız’ diyerek türbe yapılmasına izin vermedi. (Kurdistan sevdalısı olan ve babasının heybetli duruşuna, cesaretine sahip olan Şeyh Fahri’nin oğlu Şeyh Şirin de yıllarca devletin baskılarına maruz kalır. Defalarca gözaltına alınıp işkenceden geçirildi. 1996 yılında bir itirafçının ifadeleri sonucunda örgüte yardım yataklıktan 66 yaşındayken tutuklanıp, 3 yıl 9 ay cezaya çarptırılır. Uzun uğraşılar sonucu verilen hukuk mücadelesinden sonra bu cezası Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nde bozularak, tahliye edilir.)

Hazro’da dedem ve arkadaşlarının gömülü olduğu yer etrafı çevrilmiş bir alan. Üzerlerinde ne bir isim, ne bir emare yoktur. Ancak ailemizi tanıyanlar, Şeyh Fahri ve arkadaşlarının burada yattıklarını bilir ve Hazro’yu ziyaretlerinde mutlaka ziyaret edip Fatiha okurlar.”

Yüz yıllık zulüm

1925 yılından bu yana birçok ailede olduğu gibi kendilerinin de katliam ve sürgünlere maruz kaldıklarını belirten Medeni Bukarki, sürgünden dönmeyenler olduğunu ancak çoğunluğunun döndüğünü söyledi. Ailelerinin halen Kamışlı merkezi olmak üzere, Cengizköy, Hacıkan, Sorkan, Karabadran köylerinde ikamet ettiğini ifade eden Bukarki, “Ailemiz çok geniş. Silvan ve Bismil’de yerleşiğiz. Sürgünde dönmeyip İzmir’de kalanlar var. Ailemizde 13 soyadı kullanılır. Benim soyadım da eskiden ‘Seyrek’ idi, 10 yıl önce mahkeme kararı ile Bukarki olarak değiştirdim" dedi.

“Hem halkımız, hem ailemiz yüzyıllardır zulüm çekiyor" diyen Bukarki, sözlerini şöyle tamamladı: “Yaşamadığımız şey kalmadı. Bizler bölünmek, parçalanmak istemiyoruz. Helalleşmek istiyoruz. Elimizi taşın altına koymaya hazırız. Gelsinler tarihte böyle bir hata olduğunu kabul etsinler. Onurluca insanca bir yaşam istiyoruz. Barış gelsin, kardeşçe, kimsenin kimseye zulmetmediği, küçümsemediği, ayrımcılık uygulamadığı, eşit şartlarda yaşamak istiyoruz sadece.”

***

Devlet cenazelerin yerini biliyor

İstiklal Mahkemesi tarafından 1925’te Şeyh Said ile birlikte idam edilen 46 kişiden biri olan Şeyh Şemseddin’in cenazesi, 4 yıl sonra, devletle araları iyi olan Hevêdan aşiretinin gelini olan kardeşi Rukiye hanımın girişimleri sonucunda dönemin valisine bir küp altın verilerek teslim alındı. Cenaze devlet görevlileri tarafından bir mezar açılarak kapalı şekilde aileye teslim edilir. Ancak Şeyh Şemseddin’in oğlu Şeyh Heybetullah buna itiraz eder. Herhangi bir mezarın açılıp rastgele bir cenazenin teslim edilmiş olabileceği yönünde kaygılarını iletir. Mezarlık başındaki devlet görevlileri de ellerindeki listeye bakarak, verilen cenazenin, listede kayıtlı olan Şeyh Şemseddin’e ait mezardaki cenaze olduğunu açıklar.

Cenaze teslim alınır. Bunu duyan Amed halkı tekbir getirerek Dağkapı meydanında toplanır. Ve Şeyh Şemseddin’in cenazesi, binlerce kişi tarafından omuzlara alınarak Kamışlı köyüne kadar yaya olarak taşınır.

Şeyh Şemseddin’in cenazesinin teslim edilmesi, devletin idam edilen 47 kişinin nereye gömüldüğünü bildiği ve kayıt altına aldığını ortaya çıkarıyor. Gerek Şeyh Said ailesi, gerekse Şeyh Said Derneği’nin Şeyh Said ve arkadaşlarının mezar yerlerinin tespit edilmesi için açtıkları davalarda, İçişleri Bakanlığı mahkemelere gönderdiği yazılarda, mezarların nerede olduğuna dair bir resmi belge olmadığını belirtiyordu. En son geçen hafta Ankara 5. İdare Mahkemesi, İçişleri Bakanlığı’nın Şeyh Said ve 46 dava arkadaşına dair “mezar yerlerine ait arşiv kaydının bulunmadığı" yönünde verdiği beyanlar üzerine davanın reddine karar verdi.

***

Şeyh Fahrettin

Şeyh ve Maria!

1925-1933 yılları arasında elinde silah, savaşçıları ile birlikte yıllarca baskı ve zulme karşı başkaldıran Şeyh Fahri’nin günümüze ulaşan sadece tek bir kare fotoğrafı bulunuyor. O fotoğrafın hikayesini, torunu Medeni Bukarki şöyle anlattı: "Dedem iyi bir savaşçı, yakışıklı, giyinmesini bilen, centilmen biriydi. Şovalye ruhluydu. 1933 yılında çatışmada katledildikten sonra, babam Şeyh Şirin 1950 yılında Rojava’ya giderek, dedemin yaşadığı yerleri görmek, onu tanıyanlarla görüşmek tanışmak ister. Xoybûn içinde yer alanlarla tanışır. Rojava’da aynı zamanda papaz olan Dr. Şemmun’un kızı Maria ile tanışır. Maria, çerçevelettiği tek kare olan dedemin fotoğrafını babama teslim eder. Ve dedeme olan aşkını, onu ne kadar sevdiğini anlatır. Onu burada tutmak istediğini ancak dedemin ülke aşkı daha ağır bastığı için onu terk ettiğini söyler. Maria ile ailem mektuplaşır. Ve Maria ölene kadar hiç kimse ile evlenmez. Bizde bulunan tek kare dedemin fotoğrafı işte Maria’nın vermiş olduğu fotoğraftır."

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.