Soy damarlarımız

Dosya Haberleri —

Maraş Katliamı protesto

Maraş Katliamı protesto

47. yılında Maraş'la yüzleşme-5

  • Fırat'ın batısı Kürtlüğün ve Aleviliğin yuvasıdır. Fırat’ın batısındaki halkımız mücadelemize binlerce gencini vermiş; yüzlercesi bu mücadele içinde şehit düşmüştür. Bu topraklarda yurtseverlik öldürülemez, unutturulamaz. Avrupa’daki halkımız da bu soy değerlerinin parçasıdır.
  • 1970’li yıllara kadar Fırat’ın batısında kadınlar Türkçe bilmezlerdi. Köylerimizde cıvıl cıvıl Kürtçe konuşulurdu. Şimdi dilimiz unutturulmuş. Bu tam bir soykırımdır. Kürt varlığını yok etme saldırısıdır. Bunu insan vicdanı, ahlakı, kültürü kabul eder mi?

MUSTAFA KARASU

Maraş Katliamı deyip geçmemek lazım. Her yıl dönümünde, hatta sürekli sorgulamak gerekir. Kendimize ancak böyle gelir, geçmişimizi, bugünümüzü ve geleceğimizi ancak böyle tanırız. Maraş Katliamı Fırat’ın batısına yönelik bir soykırım saldırısı olmuştur. Demografi değişimi bir soykırımdır. Bir toplumun dilinin unutturulması soykırımdır. 1970’li yıllara kadar Fırat’ın batısında (Sivas, Malatya, Maraş, Adıyaman ve Antep’in Kürt köylerinde) kadınlar Türkçe bilmezlerdi. Köylerimizde Kürtçe konuşulurdu. Şimdi dilimiz unutturulmuş. Bu tam bir soykırımdır. Kürt varlığını yok etme saldırısıdır. Bunu insan vicdanı, ahlakı, kültürü kabul eder mi? Atalarımıza, nene ve dedelerimize saygımız nerede kalır? Ne geçmişimizi ne de bu yapılanları unutabiliriz.

Maraş Katliamı ve 12 Eylül Darbesi

Maraş Katliamı ile başlayan demografi değişimi 12 Eylül askeri faşist darbesi ile daha da hızlandırıldı. 12 Eylül askeri darbesi esas olarak Kürt Özgürlük Hareketi'ni tasfiye temek için gerçekleştirildi. M. Ali Birand, Kenan Evren ve generallerin 12 Eylül askeri darbesine Mardin’den Ankara’ya helikopterle giderken Hilvan-Siverek üzerinden geçerken karar verdiklerini belirtir. 12 Eylül faşizmi kendine göre bölücülük dediği Özgürlük Hareketi'ni ezecek, bu ezme üzerinden Kürt soykırımını tamamlayacaklardı. 12 Eylül faşist askeri darbesinin esas programı buydu.

Bu programın önemli bir boyutu ise Fırat’ın batısını tümden Kürtsüzleştirmek olmuştur. 1980 faşist darbesiyle tüm Kürdistan’da zor, şiddet, baskı tırmandırılmış; Fırat’ın batısı Kürtler için yaşanamaz hale getirilmiştir. Fırat’ın batısındaki Kürtler artık bize bu topraklarda yaşam yok diyerek yönlerini dünyanın dört bir tarafına çevirmişlerdir. ‘Umuda Yolculuk’ adıyla çevrilen film aslında Kürt’ün umudunun tükendiğinin, kendisini bilinmez bir dünyaya sürüklendiğinin serüveni olmuştur. Umudun tükenmesinin umuda yolculuk olarak sunulması bizlerin nasıl bir trajedi yaşadığının açık ifadesidir.

Alevi Kürt inancıyla oynamak

Fırat’ın batısının tarihi Kürtlüğün en canlı olduğu coğrafyanın tarihidir. Kürtlük bilinci çok derindir. Aleviliğini de Kürtlükle özleştirmiştir. Sünniliği de Türklük olarak görmüştür. Bu açıdan Kürtlüğünü hem etnik hem de inançsal olarak derinleştirmiştir. Alevilik aynı zamanda Kürtlüğünü koruyan kalkan gibidir. 20. yüzyılda bu gerçeklik çarpıtılarak Alevilik üzerinden asimilasyon ve Kürt soykırımı gerçekleştirilmek istenmiştir. Bu açıdan bir de Alevi Kürtlerin inancıyla oynanmak istenmiştir. Alevi toplumu içinde bu yönlü 5. kol çalışması yapanlar olmuştur. Ancak tarih içinde inancı Kürtlüğünü güçlendiren bir etken olarak var olmuştur.

1920’li yıllarda Fırat’ın batısına gelen Fransız misyonerler anılarını anlatırken Sinemilli Aşireti’nin inançlarına ve Kürtlüklerine çok bağlı olduklarını belirtir. Osmanlı ile ilişkileri güçlü değildir. Çok güçlü bir aşiret kültürü ve Kürtlükleri vardır. Ancak Fransızların kendilerini isyana teşvik etmesine ise yüz vermemişlerdir. Kendi aşiret yapıları içinde kendi kendilerini yönetmeyi, kimliği, kültürü ve inançları ile yaşamayı tercih etmişlerdir. Bu misyonerler Sinemilli Aşireti’ni Kürdistan’ın en büyük aşiretlerinden biri olarak gördükleri gibi güçlü Kürtlük özelliklerine de vurgu yapmışlardır. Özcesi Fırat’ın batısındaki Kürtlük inanç olarak da Osmanlıdan farklı olduklarından Kürtlük özelliklerini daha güçlü biçimde korumuşlardır. Otantik özelliklerini güçlü biçimde sürdürmüşlerdir. Öte yandan aşiret ve inanç yapısının iç içe geçmesi de böyle karakterde olmalarını sağlamıştır. Bilindiği gibi Sinemilli hem bir aşiret hem de bir ocaktır.

Apocular Alevileri etkiledi

Kuşkusuz Koçgiri ve Dersim direnişleri, burada uygulanan soykırım politikaları da Fırat’ın batısını derinden etkilemiştir. Farklı aşiret ve coğrafyada olsalar da inançları nedeniyle duygusal bağlılık ve ilişkiler güçlüdür. Bu coğrafyayı ve insanlarını kendilerinin parçası olarak görürler. Aynı toplumsal ve kültürel yapının parçasıdırlar. Böyle bir tarihsel bütünlükleri vardır. Fırat’ın batısı derken Dersim coğrafyasını da aynı kategori içinde ele almak bazı gerçekleri anlamak açısından önemlidir.

Apocu hareket olarak ilk geliştiğimiz yerlerin başında Fırat’ın batısı ve Dersim olmuştur. Rêber Apo’nun başlattığı çalışmaların etkisiyle en fazla geliştiğimiz şehir ise Urfa ve ilçeleri olmuştur. Maraş ve Malatya gençliğini Antep’te etkiledik. Gençlik çalışmalarımızın önemli bölümü Maraş ve Malatya gençliğiydi. Sonra Adıyaman gençliği üzerinde de önemli etkimiz oldu. Antep kısa sürede Apocuların hakim olduğu şehir haline geldi. Sadece gençlik üzerinde değil, işçiler içinde de güçlü örgütlenmelere kavuştuk. Alevi-Sünni Kürt gençliğinin güçlü bir biçimde buluşturulduğu bir gençlik hareketi yarattık. Antep’ten birçok şehre kadro kaydırması yaptık. Antep’teki Alevi Kürt halkı içindeki etkimiz giderek Maraş ve Malatya’nın ilçelerine kadar yayıldı. Maraş Katliamı sırasında Apocu militanların faşistlere karşı en önde direniş göstermesi de Fırat’ın batısındaki etkimizin geliştiğinin somut ifadesi olmuştu.

Kuşkusuz 12 Eylül’le birlikte çalışmalarımızda bir sınırlama oldu. Yüzlerce kadro ve sempatizan Antep ve diğer cezaevlerinde zindana düştü. Bu alanlarda yetişen yüzlerce kadro ise daha sonra yurt dışına çıktılar. Yurt dışına çıkan kadrolar içinde Fırat’ın batısından giden kadrolar da çok sayıda vardı. 12 Eylül sonrası hem zindanlarda direniş oldu hem de yurt dışında eğitim görüp gerilla savaşı sürecine katılım gösterildi.

 

Gerilla ve Fırat'ın batısı

Fırat’ın batısından gençler 1984 gerilla hamlesinde Kürdistan’ın her tarafında savaş içinde yer aldılar. 1980’li yılların sonu ve 1990’lı yılların başında Fırat’ın batısına da gerilla yerleşti. Tüm dağlık alanlarına gerilla konumlandı. Fırat’ın batısı, Tolhildan gerilla alanı oldu. Aslında hem toplumsal yapısı hem de coğrafya özellikleri ile güçlü gerilla açılımına imkan veriyordu. Ancak erken iktidar hastalıkları ve çeşitli yönlendirmeler ve kişilik sorunları Terzi Cemal pratiğinde olduğu gibi alandaki gerilla hareketine belli bir darbe vurdu. Birçok değerli gerilla bu tasfiyeciliğin kurbanı oldu. Ancak Fırat’ın batısındaki mücadele tarihimiz, halkla ilişkiler ve mücadeleye damgasını vurmuş şehitlerimiz ve mücadele eden gerillalarımız bu tasfiyeciliği etkisiz kılmış; Fırat’ın batısındaki halkımız mücadelesini her yerde daha da yükseltmiştir. Bu yönüyle Elbistan-Pazarcık ve çevresindeki mücadele ve örgütlülüğümüz fazla etkilenmemiştir. Hatta mücadelemize daha fazla sahip çıkmış; özellikle Avrupa’daki örgütümüzün ve mücadelemizin temel güç dinamiği olmuştur.

Şehitlerimiz temel bağımızdır

Fırat’ın batısındaki halkımız mücadelemize binlerce gencini vermiş; yüzlercesi bu mücadele içinde şehit düşmüştür. Mustafa Yöndem (Erdal), Besê Anuş, Battal Evsan, Mehmet ve Şexo Dirlik (Sabri) kardeşler, Toros kardeşler, Göksungur kardeşler, Dalkılıç kardeşler, Bıçak kardeşler, Gezer kardeşler, Engin Sincar (Erdal), Bedriye Taş (Ronahi), İsmail Nazlıkul (Kasım Engin), Hüseyin Engizek (Cafer Engizek), Fidan Doğan (Rojbin), Türkan Yüksel (Nûdem Nurhaq), İbrahim Çoban (Atakan Mahir), Mehmet Soysüren (Savaş Maraş), Esma Erat (Delal Nurhak), Fatma Onur (Kînda Zîn Afşin) ve Hanım Demir (Berfin Nurhak) başta olmak üzere yüzlerce değerli şehidimiz Fırat’ın batısının sütunları ve soy damarlarıdır. Onlar şehadetleri ile bu topraklara kök salmışlardır. Fırat’ın batısı Pazarcık, Elbistan, Afşin, Adıyaman, Malatya bu yoldaşlardır. Bu toprakların ruhu, kültürü, ahlakı, vicdanı onlardır. Bu açıdan bu topraklarda yurtseverlik öldürülemez, unutturulamaz. Avrupa’daki halkımız da bu soy değerlerinin parçasıdır. Onların moral değerleri bu şehitlerimizdir. Bu açıdan Avrupa’daki halkımız bu değerlerle yaşayacak, Fırat’ın batısıyla bu değerlerle bağ kuracaktır. Bu kadar değerin var olduğu topraklardan kopamazlar. Kendilerini inkar etmedikleri ve bu toplumun parçası oldukları müddetçe o topraklarla bağ kuracaklar ve o toprakların canlanmasında rollerini oynayacaklardır.

Kuşkusuz Kürt sorunu çözülmediği ve soykırım politikaları sürdüğü için bu durum Avrupa’daki halkımızı da Elbistan, Pazarcık, Afşin ve diğer yerlerdeki halkımızı da olumsuz etkiliyor. Asimilasyon ve dil kırımı, yani soykırım devam ediyor. Kuşkusuz bu hepimize acı veriyor. Özellikle ülkeden kopmanın sonuçları ağır oluyor. Yeni kuşakların kültürlerinden uzaklaşması en acı durumu ifade ediyor. Aslında kendini bilen herkes bu durumdan acı çeker, rahatsız olur. Kim atalarının, dedelerinin kültüründen kopmayı sindirebilir? Bu açıdan Avrupa’daki halkımız duygu ve düşüncelerinde mutlaka bu kökler varlığını sürdürür. Kökleriyle buluşma özlemi vardır.

Sorgulamayı kendimizden başlatmalıyız

Avrupa’daki Fırat’ın batısındaki halkımızın özgürlük mücadelesine büyük katkısı olmuştur. Maddi ve manevi her desteği verdiler, kapılarını sonuna kadar bize açtılar. Onlar biz oldu, biz onlar olduk. Onların mücadeleye destekleri hiçbir biçimde unutulmaz. Zaten destekleri hala da sürmektedir. Eğer örgütlenme konusunda eski organik ilişkiler zayıflamışsa bu halkımızın ve gençlerimizin sorunu değildir. Bu oradaki demokratik örgütsel yapıların sorunudur. Demek ki yaratıcı yol ve yöntemlerle örgütsel bağlar güçlü hale getirilemiyor. En kötüsü de kapitalist modernist ve kültürü karşısında savunmasız bırakılıyor. Bu gerçeklik demokratik örgütsel yapıların kapitalist moderniteyi aşmada yetersizliklerini ifade eder. İnsanlığın en kötü kültürü ve yaşamı olan kapitalist modernite iyi teşhir edilip insanlarımız buradan uzaklaştırılmıyorsa sorunu halkta ve gençlerimizde görmememiz gerekir. Kapitalizm dünyanın en kötü yaşamı. Toplum ve insan düşmanı. Rêber Apo’nun komünal demokratik sistemi ise insanın var olma sistemi, yaşamı. Demek ki çirkinliği gözler önüne serip güzelliği gösteremiyoruz. Sorunu böyle sade görelim. Karmaşıklaştırıp içinden çıkılamaz bir şeymiş gibi görmeyelim. Maddiyatçılık ve tüketim kültürü insanı bitiren kültürdür. Moral değerden yoksun kültürdür. İnsan olan, toplum olan buna isyan eder, kabul etmez. Bu açıdan eski örgütlenmeler, ilişkiler yok demek aslında örgütsel yapıların kendi yetersiz gerçekliklerini itiraf etmek oluyor. O zaman sorgulamayı kendimizden başlatmalıyız.

https://www.ozgurpolitika.com/haberi-firat-in-batisindaki-kurtlerin-soykirimi-207466

https://justpaste.it/kzwaq

BİTTİ

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.