Maraş bitmedi, çünkü yası tutulmadı

Dosya Haberleri —

Maraş Katliamı protesto

Maraş Katliamı protesto

47. yılında Maraş'la yüzleşme-3

  • Psikanalist/psikoterapist Şahap Eraslan: "Türkiye’de fail, sürekli kendini “mağdur” ilan eder. Maraş’ta da, Madımak’ta da bu böyleydi. “Bebek katili” tanımlamasını ağzına alanlar, Maraş'taki hikayeleri okusunlar. Bakınız, bu ülkede “bir kadın eşine beni öldür, onların eline bırakma” dedi. Gerçek mağdurların yas tutmasına bile izin verilmedi."

  • Yas tutamamak sürekli travmaya yol açıyor. Psikanalizde buna “kuşaklar arası aktarım” deriz. Çözülememiş travmalar, yaslar çocuklara miras kalır. Maraş bitmedi çünkü yası tutulmadı. Madımak’la devam etti, başka katliamlarla sürdü.

ÖZGÜR BARIŞ DEMİR/BASEL

Türk devleti yaptığı hiçbir katliamla yüzleşmediği gibi katliamda rol alan kişileri birer "kahraman" ilan ederek isimlerini caddelere, köprülere, okullara, havalimanlarına verdi. Türk devleti Maraş'ta daha anne karnında olan bebekleri bile vahşice katletmekten çekinmedi. Yaşananlar binlerce insanda derin izler bıraktı. Dersim, Sivas, Çorum, Roboskî gibi Maraşlılarda da yas tutma süreci yüzleşme olmadığı için tamamlanmadı. Maraş Katliamı sonuçları ile yüzleşme konulu dosya serimizin bu bölümünde Psikanalist/psikoterapist Şahap Eraslan ile konuştuk. Kültür psikanalizi ve psikanalilitik kültür karşılaştırmalarında uzman Eraslan, Maraş Katliamı, kardeşlik, kimlik, göç, travma, hiyerarşi, yas, yaratıcı hınç ve yüzleşme konularına dikkat çekiyor. Eraslan, devlet çıkıp “Suçluyuz, özür diliyoruz” demediği sürece yaşanan travmanın bitmeyeceğini vurguluyor.

Maraş Katliamı sizce Türkiyelilik kimliğinde neye karşılık geliyor?

Kültürler; masallar, efsaneler ve mitolojiler üzerine kurulur. Ulus-devletler de kendilerini bu mitlerle ayakta tutar. Türkiye’de bunların başında “kardeşlik” anlatısı gelir. Türklerle Kürtlerin, Alevilerle Sünnilerin kardeş olduğu söylenir. Ama hafızaya kazınan bazı olaylar vardır ki bu yalanı paramparça eder ve kardeş olmadığımızı bize hatırlatır. Maraş bunlardan biridir. Yine Madımak’tır, Sivas’tır, Tahir Elçi’nin sokakta bırakılan bedenidir, Berkin Elvan’ın öldürülmesidir. Maraş’ta insanlar yan yana yaşarken, sabah birbirine günaydın derken, şakalaşırken bir düdükle öldürmeye başladılar. İşte orası kardeşlik mitinin çöktüğü yerdir.

“Kardeşlik” kavramının nasıl yaşandığını düşünüyorsunuz?

Kardeşlik anlatıları çoğu zaman öldürme anlatılarıdır. Mitolojilere bakın: Habil ile Kabil, Remus ile Romulus, Seth ile Osiris… İlk kardeş hikâyeleri cinayetle başlar. Seth kardeşini öldürür ve parçalara ayırır, acımasız bir hikayedir… Türkiye’deki kardeşlik de eşitler arası bir ilişki değildir. Sünni-Türklük kendini “abi” olarak kurar. Alevilere ve Kürtlere “biz abiyiz, siz kardeşsiniz” denir. Yani hiyerarşik bir ilişki. Aile ilişkisinde abinin gücü fazladır. Bize, “hep bizim size biçtiğimiz rolde ve yerde yaşama hakkı veriyoruz” diyorlar. Maraş’ta bu hiyerarşinin kanla kurulduğunu gördük.

Devletin rolü konusunda ne söylersiniz?

Bu tür olaylarda Türkiye’de devlet masum değildir. Tam tersine birincil faildir. Maraş’tan sonra gerçek anlamda kaç araştırma yapıldı? Üniversitelere bir bakın, bu konu ile ilgili kaç tane araştırma var? Kaç yüzleşme yaşandı? Yok denecek kadar az. Çünkü devletin parmağı olan bir olay devlet tarafından araştırılmaz kılındı. Katliamdan sonra Maraş'ı araştıran bir çalışma veya bir şey var mı? Varsa da çok yetersiz. Yani bize anlatacak, kavratacak çalışma var mı? Bunun nedeni, bu tür olayların tümünde devletin bu işlerde parmağı vardır. Devlet bu işin birinci failidir. Birileri devlet adına bu işi yaparlar. Devlet katliamdan sonra ‘halk galyana gelmiştir, halkta bir şey yok’ açıklaması yaptı. Faşizm, halkı tanımlarken sadece kendini kasteder. Ötekiler yoktur orada. Yani Naziler, “halk” dedikleri zaman, sadece Ari saydıklarını kastediyorlardı, Almanya'daki yaygın yurttaşları kastetmiyorlardı. Bu yüzden de “fail geleneği” sürer. Maraş’tan sonra yaşanan büyük göç dalgalarını düşünün; insanlar öldürüldü, sürüldü, mallarını, mülklerini bırakmak zorunda kaldı. Peki o evler kimlere geçti? Bunları soramıyoruz, sorulmuyor.

Maraş Katliamı, Kürt Alevi kimliğini nasıl etkiledi?

Büyük bir kırılma yarattı. Ceylan, bir kaplandan kaçmaya çalışır, kaçacak yeri kalmadığı zaman direnir. Kaçacak yeriniz kalmıyorsa, onurunuzla ölmeyi tercih edebiliyorsunuz, bu direniş boyutu. Diğer bir şey ise faşizm bu tür olaylardan sonra büyük bir göç dalgası yaratır. İnsanları öldürürler, bir de göç dalgası yaratırlar. Yani Maraş'tan sonra göçenlerin evlerin kelepir fiyatına kimler edindi? Şimdi onların mülkleri ne durumda? Bunu mesela düşünebiliriz ama soruları soramıyoruz. Maraş ötekilerin tarihi ve sesi olduğu için sürekli sesi kısılmıştır. Biz de burada konuşurken o sesi açmaya çalışıyoruz.

İnsanlar İstanbul’a, Ankara’ya, Avrupa’ya gitti. Göç bir kaçıştı ama aynı zamanda da yeni bir kimlik arayışıydı. Fakat nereye giderseniz gidin, kendinizi de yanınızda götürürsünüz. Aleviler ve Kürtler sonunda kendi kimlikleriyle yüzleşmek zorunda kaldı. Bir de insanlar korkmamayı öğrendi. Korkunun eşiği aşıldı. Faşizm zulmünü her seferinde artırır ama insanlar artık bedel ödemeyi de göze almaya başladı.

Göç; şehirleşme, anonimleşme veya kendine başka bir yerde, başka bir kimlik aramak demek. Murathan Mungan bu durumu güzel anlatır; ‘Başka bir yerde başka bir insan olma hayali kurdular’ diyor. Sonra Çorumlu, Yozgatlı, Çubuklu Aleviler, Maraşlı, Sivaslı, Dersimli Alevileri yani kendilerine benzerleri buldular ve kültürlerini yeniden yaşamaya başladılar. Aleviler kendi kültürlerini kurdular. Kürtler gittiler kendi kültürlerini, kendi müziklerini kurdular. İnsanlar önce kendilerine yük olan kimliklerini kaçtıkları yere bırakmak istediler. Nereye kaçarsanız kaçın, insan kendini beraber götürüyor. Onu Aleviler anladılar. Ve İstanbul'a gittiklerinde kendilerini Diyarbakır'da bırakamadıklarını, Erzincan'da bırakamadıklarını gördüler. Ve sonra kendileriyle barışmaya başladılar. Kendi kimliklerine sahip çıkmaya başladılar.

Kürt Alevi kimliğinde öfke ve hınçtan söz edebilir miyiz?

Evet. Ama bu hınç yıkıcı bir intikama dönüşmedi. Ben buna “yaratıcı pozitif hınç” diyorum. Aleviler ve Kürtler kendilerine yapılan zulmü kötülükle karşılamadı. Ağıt yaktılar, türkü söylediler, barış istediler. Ben bunu birkaç yazımda da söyledim. Yaratıcı, pozitif hınca çevirdiler. İntikama çevirdiler bunu. Aleviler ve Kürtler kendilerine yapılan zulmü pozitif, yaratıcı hınç yani bir tür intikama çevirdiler. Çünkü hınç, ona yapılan kötülüğün intikamıdır. Yani onu eşit hale getirmektir. Bana bir kötülük yaptınız, değil mi? “Bana vurdunuz, ben de size vuruyorum, eşit hale geliyoruz.” En büyük fark burada. Kötünün yöntemleriyle kötülüğe karşı çıkmadılar. Bu çok kıymetli, bir ahlaki duruştur.

‘Yaratıcı pozitif hınç’ ile neyi kastediyorsunuz?

Aleviler hınçlarını türküye, ağıda çevirdiler ve bu durumu unutulmaz hale getirdiler. Kuşaklar arası anlatılır hale getirdiler. Ozan Emekçi birçok yakınını kaybetti, bunu böyle yaptı mesela. Emekçi ve Mahsuni gibi insanlar, yani şiir yazanlar, hikayelerini kültürün bir konusu yaptılar. Ve unutulmaz yaptılar aslında bu hikâyeyi, ölümsüzleştirdiler. Bana göre bir anıt gibi oldu. Bir de  insanlar korkmamayı öğrendiler. Faillere “sizin yaptığınızı biz yapmayacağız” dediler. “Yaratıcı intikamın” en büyük özelliği, kötünün kötülüğünü kullanmayarak, kötü ile arasına mesafe koymasıdır. İntikamda şu var, “siz beni dövdünüz, kötü bir insansınız”. Ben intikam alırken, ben de sizi döverim, sonra ben de kötü olurum ama... Ben aslında kötüye karşı kendimi savunurken ben de kötü ve hatta bazen daha da kötü olurum. Aleviler ve Kürtler dediler ki, “biz intikamımızı kötüleşerek almayacağız.” Mesela Kürtlere İstanbul'da türkü söyletmiyorsunuz ama onlar da “barış” diyor. Veya Diyarbakır’da sokaklara dökülüyorlar “barış” diyorlar. İşkence görenler, zulme uğrayanlar en çok barıştan heyecanlananlar oluyor.

Devletin mağduriyet söylemi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Türkiye’de fail, sürekli kendini “mağdur” ilan eder. “Bizi kızdırdılar”, “Değerlerimize saldırdılar” denir. Maraş’ta da, Madımak’ta da bu böyleydi. Fail, mağduriyet rolünü çalarak, ahlaki üstünlük kazanmak ister. Devlet mazlumlardan mazlumluğu çalıyor, biliyor musunuz? Şimdi düşünüyorsunuz ve hepsinin bir bahanesi var. Mağdurların, masumiyetin, mazlum olmalarını çalıyorlar. Mesela “bebek katili” her zaman kullanılır. ‘Bebek katili’ tanımlamasını ağzına alanlar, Maraş'taki hikayeleri okusunlar. Bakınız, bu ülkede “bir kadın eşine beni öldür, onların eline bırakma” dedi. Alman filozof Adorno 1949’da, “Auschwitz'den sonra şiir yazmak barbarlıktır” der. Türkiye'de, bir kadın eşine bunları, söylemişse bu ülkede şiir yazılamaz ama yazdık. Hiçbir şey olmamış gibi hayatımıza devam ediyoruz. Oysa gerçek mağdurlar Aleviler ve Kürtlerdir. Ama onların yas tutmasına bile izin verilmiyor.

Yas tutamamak neye yol açıyor?

Sürekli travmaya. Psikanalizde buna “kuşaklar arası aktarım” deriz. Çözülememiş travmalar, yaslar çocuklara miras kalır. Maraş bitmedi çünkü yası tutulmadı. Madımak’la devam etti, başka katliamlarla sürdü. Maraş’ta katliam günlerce sürdü. Devlet seyretti. Devlet zaten bana göre başrolüydü. Bu hikayelerde en önemli başa çıkma yöntemi yas ile olur. Alevilerin ve Kürtlerin yas tutmalarına bu ülkede izin verilmiyor. Ben etnoloji okudum. Yeryüzünde bilinen tüm kültürlerde yas tutma süreçlerine saygı vardır. Yani bir olay olduğu zaman, ikimiz arasında diyelim, babam öldü. Ben yas tutma sürecindeysem; siz, yas tutma sürecimi engelleyici davranışlardan kaçınırsınız. Yani gelip benim kapımın önünde davul çaldırmazsınız mesela. Fakat bu ülkede yas tutma süreçlerimize sürekli müdahale ediyorlar. Televizyon ve sosyal medyada Kürtlere, Alevilere küfür edilmediği güne rastlamadım. Cemevi ibadethane mi değil mi onu tartışıyorlar ya, tamam da bundan sana ne? Hala öldürülen insanların kemikleri verilmiyor. Aysel Tuğluk’un annesinin gömülmesine izin verilmedi. Bunlar yas süreçlerimizi engelleyen zihniyetin sonuçları. Devlet çıkıp “Suçluyuz, özür diliyoruz” demediği sürece bu travma bitmez. Düşünebiliyor musunuz bu ülkede Maraş Katliamı failleri milletvekili yapıldı. Böyle bir ortamda nasıl yas tutacaksınız?

Failler yargılansa da, devlet yaptıklarını kabul etmediği sürece bu yas süreci tamamlanamaz. İnsanlar yaslarını tutsa, mezarlarına gitse, ritüellerini özgürce yapsa ne olur biliyor musunuz? Yas tamamlanır. Aleviler, Kürtler kendilerine yeni bir sayfa açabilirler. Aleviler her ileriye baktıkça, gerideki hikayeyle uğraşıyorlar. Kürtlerde de öyle. Kürt kimliğini konuşuyoruz. “Nereden başlayalım” diyoruz. Koçgiri’den mi? Dersim’den mi? Şeyh Said’den mi?

Bu yası ne bitirir?

Bağışlama, af dileme veya bağışlanma bitirir. Bu da suçun üstlenilmesi demektir. Devlet “ben mazlumum” diyor hala. Onlar diyor “siz bizden özür dileyin.” Seyit Rıza'ya “siz de hain deyin” diyor mesela. “Af dileyin diyor” devlet. Benim anam Dersim’den kaçan çocuklardan birisidir. Annem kaçarken Sabiha Gökçen'den korkarak kaçtı. Ben anneme Sabiha Gökçen Havalimanı’nın ismini söyleyemedim, biliyor musun?

Ben Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'nden veya Yavuz Sultan Selim’den kaç sefer geçtim biliyor musun? Ben Sivaslıyım, yani Pir Sultan'ın asıldığı, Hızır Paşa'nın zulüm yaptığı yerden geliyorum. Ve beni Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nden geçiriyor bu devlet hala. Onların kendi "kahramanları"na benim de “kahramanım” demem isteniyor. “Benim yasım veya acım ne oluyor” diyorum. Biz hala Pir Sultan'ın yasını tutamıyoruz. Dersim'in yasını tutamıyoruz. Sabiha Gökçen ulusal "kahramandır" bu ülkede. Sabiha Gökçen dedi, “kımıldayan her şeye ateş ettik.” Şimdi bunun özrünü kim dileyecek benden? Bakınız, ben tek kelime Kürtçe bilmiyorum. Bu devletin bana Kürtçe borcu var. Öderler, ödemezler biliyorum. Ama borçlular, onu bilsinler.

Kimlik ve aidiyet bugün nasıl kurulabilir?

Bizim Kürt, Alevi kimliğine ait hissedebilmenin en önemli kaynaklarından biri ortak örgütlenmek ve mücadele etmek. Geleceğe dönük kimlikleri inşa ederken de, biz Maraş'ı, Dersim’i konuşuyoruz farkında mısınız? Kimlik, mücadele ile savunulan bir şeydir. Aleviler ve Kürtler de kendi kimliklerini savunmak zorunda. Bakın siz akademik alandan gelmiş ve Maraş konusunu soruyorsunuz, yani halkımızın yaşadıklarını çalışıyorsunuz değil mi? Milletin derdine bakın, bir de bizim derdimize bakın. Mars'ta su var mı? Yok mu? Bizim bunu konuşmaya fırsatımız yok. Biz bu konulara gelemiyoruz hala. Travmatik bir kimliğimiz var. Bunlardan kurtulmamız için bu süreçlerimizi tamamlamamız lazım. Onları kendi hayatımıza eklemlememiz lazım.

Dediğim gibi, annem Kürt ama ben tek kelime Kürtçe bilmiyorum. 14 yaşında annemin adının “Besê” olduğunu öğrendim. Benim annemin kimlikte adı “Yeter”. Bunu 14 yaşında öğreniyorum ya! Yani kimliğinden konuşamıyorum. Kimlik, doğduğum zaman, anamın bana koyduğu isim ve öğrettiği dilde başlıyor. 14 sene o boşluğun üzerine ne kurulabilir? Havada kalan bir kimliğim var işte. Yani onu kendimce okuyarak, herkesle paylaşarak, bunları da sizinle konuşarak, ayaklarımı yere basmaya çalışıyorum. Aleviler nerede örgütlenirlerse örgütlensinler, örgütlü olmak çok önemlidir. Ama Cumhuriyet’in kuruluşundaki sorunlarla, Kemalizm’le yüzleşmeden gerçek bir demokrasi kurulamaz.

Peki bundan sonra…

Hayat bir mücadeledir. Biz hep mücadeleden geliriz. Bizim en çok özlediğimiz şey ne biliyor musunuz? Yaşamak. Yaşamın mücadelesini vermeyi çok istiyoruz. Yürümek, bir yerde oturup bir kahve içmek; korkusuz, düşünmeden, dert edinmeden, huzur içerisinde olmayı o kadar çok özledik ki. Biz aslında huzurlu bir yaşamın mücadelesini veriyoruz. İstediğimiz şey mücadele etmek değil ya. Bir ağacın gölgesinde uzanıp, huzur içinde uyumak gibi isteklerimiz var. “Biz rahat bırakın” diyoruz. Hepsi bu. Çok sıradan bir şey istediğimiz için. Düğünde rahat Kürtçe şarkı dinlemek istiyoruz. Arnavutlarda Arnavutça söyleyip eğlensinler. Bırakın, bu insanlar huzurla, bir ağaç gölgesinde oturup denizi seyretmeyi, suya bakmayı o kadar özlediler ki. Dövüşmek istiyorlar bunlar. Dövüşmeye mecbur etmeyin. Ederseniz bu adamlar kaç yüz yılladır dövüşmüş, devam etmeyi biliyorlar. Çünkü bu yüzlerce yıllık bir hikâye.

https://www.ozgurpolitika.com/haberi-maraslilarda-diaspora-bilinci-olusmadi-207409

https://justpaste.it/duve6

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.