Sudan’daki barış mesaisinin üç aşaması

Dosya Haberleri —

Sudan/foto:AFP

Sudan/foto:AFP

  • Sudan’daki savaş, bir anlamda, sonuncusu geçtiğimiz aralık ayında imzalanan Çerçeve Anlaşma olmak üzere önceki barış ve demokratik geçiş anlaşmalarının çökmesi ve Sudanlı halkın yararına olmayacak şekilde bencillik ve şiddet mantığının egemen olmasının bir sonucudur. Sudan topraklarına yayılan iç içe geçmiş bir dizi çatışmada uzlaşan Sudanlı taraflar arasında imzalanmış tüm anlaşmalar ve sözleşmeler üzerine inşa edilen üç katlı bir bina...

HÜSAM İTANİ*

Bugün Sudan’daki savaş, bir anlamda, sonuncusu geçtiğimiz aralık ayında imzalanan Çerçeve Anlaşma olmak üzere önceki barış ve demokratik geçiş anlaşmalarının çökmesi ve Sudanlı halkın yararına olmayacak şekilde bencillik ve şiddet mantığının egemen olmasının bir sonucudur. Anlaşmaların birkaç hedefi vardı. Sonra, Ordu ile Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) arasında patlak veren savaş, şu an içerideki güç dengelerinin ve her bir tarafın sahip olduğu ittifaklar ve dış ilişkiler ağının varlığında bu hedeflerin gerçekleşmesinin imkânsız olduğunu ilan etti. Liderlikten ve vizyondan yoksun uluslararası vaziyet de bu savaşın uzun yıllar devam edeceği konusunda haber veriyor. Önce ittifak edip sonra savaşan, ardından 2011’deki ayrılmadan önce güneyinden Darfur’a, Güney Kordofan’a ve Mavi Nil’e kadar geniş Sudan topraklarına yayılan iç içe geçmiş bir dizi çatışmada uzlaşan Sudanlı taraflar arasında imzalanmış tüm anlaşmalar ve sözleşmeler üzerine inşa edilen üç katlı bir bina...

Savaş ve barış halleri arasındaki hızlı ve sürekli değişim ve geçişin pek çok sebebi var. Siyasi zorbalıkla Sudanlı bileşenler arasında etnik ayrımcılığa ve Arap ülkeleri arasında tarım açısından en zengin ülke kabul edilen, üstelik topraklarında bir maden ve petrol hazinesi barındıran bir ülkede ulusal zenginliğin bölgelere kötü bir şekilde dağıtılmasına yönelik itiraz bu sebepler arasında. Güneylilerin, Hıristiyan çoğunluklarını karakterize eden kimlikleri ve animizm (yerli halkın geleneksel inançları) üzerindeki ısrarları da cabası... Nitekim eski Cumhurbaşkanı Cafer Numeyri’nin İslam şeriatını kanunların kaynağı olarak dayatma girişimine karşı çıktılar ki 1983’te İkinci Güney Savaşı’nın patlak vermesinin doğrudan sebebi buydu.

Birinci kat: Naivasha anlaşmaları

Bu binanın birinci katı, tabiri caizse Güney Sudan’ın 1955-1972 ile 1983-2004 yılları olmak üzere iki dönemde sahne olduğu şiddetli savaş temeli üzerine inşa edildi. Muazzam insani kayıplar, sebep olduğu kıtlıklar ve sonuçlarının kuzey ve güneydeki Sudanlıları maruz bıraktığı büyük sıkıntılar bir yana bu savaş oldukça önemliydi. Zira birçok Kuzey Sudanlı siyasetçinin itiraf etmekten kaçındığı şeyi gözler önüne serdi ve çeşitli aidiyetlere sahip liderlerden oluşan geniş bir yelpazeye yönelik bir meydanı okumayı temsil etti. Söz konusu liderler Güney Sudan’ın, Arap kökenli insanların başkanlık makamını işgal ettiği birleşik bir devletin parçası olamayacağı gerçeğini kabul etmek istemiyordu.

Bu mesele altmış yıl ve milyonlarca kurban aldı. Sudan devletinin altyapısı tümüyle yok edildi. Ardından kuzeydeki siyasetçiler, güneyin etnik, dinî ve kültürel bakımdan kuzeyden farklı olduğu kanaatine vardı. Daha sonra güneyin çok bileşenli olduğu ortaya çıkacaktı. O kadar ki bu gerçeklik, Güney Sudan Devlet Başkanı Salva Kiir ile yardımcısı ve aynı zamanda düşmanı Riek Machar arasında 2013 ila 2020 yıllarında yürütülen iç savaşın patlak vermesine yol açtı. Bu iç savaş, siyasi boyutlarına rağmen Dinkalar ile Nuerler arasında bir kabile çatışması halini aldı.

Ne olursa olsun eski Cumhurbaşkanı Ömer el-Beşir hükümeti ile John Garang liderliğindeki Sudan Halk Kurtuluş Hareketi arasında Kenya’da imzalanan Naivasha anlaşması, Sudan’ın dört bir yanında özerklik döneminin ardından bir referandum yapılmasını onaylayarak güneyin bağımsızlığının yolunu açtı. Bu gelişme, 2011 yılında Güney Kordofan ve Mavi Nil’de bu iki eyaletteki seçimler üzerine yaşanan bir anlaşmazlık sebebiyle yeni bir savaşın patlak vermesiyle aynı zamanda gerçekleşti. 

İronik olan şu ki Sudan, Darfur’da Arap kökenli kabileler ile Fur kabileleri (Batı Sudan’da etnik bir grup) arasındaki ikinci bir savaştan dolayı yorulmamış olsaydı güneydeki bu savaş sona ermeyecekti. Bunun üstüne Washington’ın Hartum hükümetine bağlı güçlerin Darfur’da işlediği vahşetler sonucunda Sudan’ı terörü kollayan bir devlet olarak sınıflandırmasından sonra gelen Amerikan yaptırımları ve Sudan ordusunun güneyde aldığı ağır yenilgiler de eklendi.

İkinci kat: Silahlı gruplarla yapılan barış anlaşması

Anlaşma, el-Beşir yönetiminin devrilmesi ve sivil yönetime barışçıl geçiş sürecinin başlamasından sonra ülkeye egemen olan iyimserlik havasında, Ağustos 2020’de grupların büyük bir kısmı ile Sudan hükümeti arasında imzalandı. Hükümeti ve Sudan Devrimci Cephe çerçevesinde müttefik olan Güney Kordofan, Mavi Nil ve Darfur’daki grupları kapsıyordu. Söz konusu Sudan Devrimci Cephe ise Kordofan ve Mavi Nil’in güneyin bağımsızlığı için yapılan referanduma katılma hakkı üzerine yaşanan tartışmadan sonra 2011’de Hartum’la çıkan çatışmasında Sudan Halk Kurtuluş Hareketi-Kuzey’e destek vermek için oluşturulmuştu.

Güney Sudan’ın başkenti Cuba’da imzalanan anlaşma, üç yıllık bir geçiş dönemi öngören anlaşmanın tarafı olan silahlı grupların liderlerine Egemenlik Konseyi’nde üç sandalye ve Bakanlar Kurulu’nda beş bakanlık verilmesi kararı aldı. Kuzeyde etkisini göstermeye başlayan ekonomik kriz Geçiş Konseyi’ni, Mavi Nil ve Güney Kordofan’da hüküm süren gerginliği azaltacak çıkış yılları aramaya sevk eden unsurlardan biri oldu. Ordu ile HDK arasındaki mevcut savaşın söz konusu anlaşmayı tehlikeye atacağına ve anlaşmanın hayatta kalması veya çökmesinin iki kuzeyli güç arasındaki çekişmelerin sonucuna ve galip grubun gideceği yöne bağlı olmasına dair derin korkular var. Durum şu ki anlaşma, esasında kırılgan. Üstelik kabilevi ve etnik çoğulculuğun bariz bir katkı sağladığı uzun bir kargaşa sancısının ardından doğdu.

Üçüncü kat: El-Beşir sonrası anlaşmalar

Ordunun, sokakların baskısı üzerine Cumhurbaşkanı el-Beşir’i devirmesinden sonra Özgürlük ve Değişim Güçleri; silahlı kuvvetler ve HDK ile geçici bir egemenlik konseyi çerçevesinde iktidar paylaşımına dair bir anlaşmaya vardı. Sudanlıların el-Beşir diktatörlüğünden ve 1989’daki darbesinden bu yana etrafını saran siyasi İslam grubundan kurtulmak için yaptığı devrimin bir başarısı olarak görülen şeyin ardından hâkim olan iyimser vizyonun önünde birkaç zorluk belirdi. Birkaç sorunun umulan demokratik yolda ilerlemeyi engellediği ortaya çıktı. Bu sorunlardan biri de şuydu: Ordu, üçüncü dünya ülkelerindeki birçok ordu gibi, ekonomik faaliyete büyük bir katılım gösteriyor ve kârlı sektörlerin kontrolünü neredeyse tamamen ele geçiriyor. Bunun sonucunda üst rütbeli subaylar ve onlara katılan iş adamlarından oluşan bir blok ortaya çıktı. Bunlar, el-Beşir’i devirmek için yıllarca verilen mücadeleden ve Değişim Güçleri’nin kanatları arasındaki rekabetten yorulan sokakların büyük bir baskısı olmadan değiştirilmesi zor köklü çıkarlar ve bağlara sahip bir seçkin tabaka oluşturdu.

Kabilevi bileşenin eski rejim tarafından kullanılması ve daha sonra HDK’ye dönüşen Cancavid grupları üzerinden Darfur’daki silahlı muhalefete karşı seferber edilmesi, bu güçlerin sınırı aşmalarına, iktidar ortağına dönüşmelerine, hayati ekonomik sektörleri kontrol etmelerine ve çakışan hesaplarıyla Sudan’ın karmaşık durumunu daha da kötüleştiren dış güçlerle ittifak ilişkileri kurmalarına yol açtı. Bu yüzden bugün HDK’nin sivil yönetime geçiş meselesinin sorumluluğunu üzerine aldığına dair açıklamasına itibar etmemek haklı bir tavır gibi görünüyor. HDK de dahil tüm milisleri orduyla bütünleştirme meselesi, Sudan devleti devesinin belini kıran saman olabilir. Bununla birlikte iktidar mücadelesi ve güç ayrıcalıkları yerel, kabilevi, etnik ve mezhepsel etkenlerle dolu olmasaydı durum bu noktaya gelmezdi.

Mevcut savaşın patlak vermesinden önceki tablonun bileşenlerine dönersek büyük bir unsur mozaiği buluruz. Bu mozaik, çeşitliliği bakımından Sudan’ın geniş alanını, iklim ve tarım bölgeleriyle sosyal yapısının çeşitliliğini andırıyor.

Araplar ve el-Beca 

İlk olarak Sudan’a gruplar halinde gelmiş Arap kabilelere bağlı olduğunu ilan eden toplumda derin köklere sahip geleneksel güçler var. Arap göçünün, Dört Halife döneminin ilk yıllarında başlayıp MS 12’nci yüzyıla kadar devam ettiği ve Necd ile Hicaz’dan gelen ve şeriflerden oluşan birçok Arap kabilesini kapsadığı söyleniyor. Daha sonra Beni Hilal ve Beni Selim kabilelerinden de bölükler gelmiş.

El-Beca kabileleri, Sudan’ın doğusunda Kızıldeniz kıyısının yakınlarında yerleşti ve şu an bölgenin eski sakinleri arasında yer alıyorlar. Kendilerine has dilleri, gelenekleri ve kültürleri var. Sudan’ın en eski sakinleri olduklarına ve Kızıldeniz ile Nil Nehri arasında uzanan doğu çölündeki sert iklim koşullarına uyum sağladıklarına dair bir kanaat hâkim.

Mehdiyye ve Hatmiyye tarikatları

Arap kabileleri birleştiren grupların siyasi söylemi, tasavvuf tarikatları aracılığıyla gelişti. Bilhassa Mehdiyye ve Hatmiyye tarikatları hem Hartum kuşatması başta olmak üzere birçok durakta Britanya işgaline hem de Mısır-Britanya ortak yönetimine karşı mücadelede önemli roller oynadı. Bu iki tarikat, daha sonra Sudan’ın kamusal hayatında önemli bir yer işgal eden iki siyasi partiye dönüştü. Bunlardan biri Mehdiyye tarikatını temsil eden Ümmet Partisi, diğeri ise Hatmiyye tarikatının bakış açısını yansıtmak için kurulan İttihat Partisi.

Bilindiği üzere Mehdiyye tarikatı, Britanya işgaline karşı savaşan Muhammed Ahmed el-Mehdi’ye dayanıyor. el-Mehdi’nin ailesi, bağımsızlık sonrası döneme kadar Sudan siyasetinde önemli bir yer tuttu. Ailenin son on yıllarda öne çıkan isimlerinden biri, iki kez hükümet başkanlığını üstlenen ve ikisinde de askerî darbelerle devrilen Sadık el-Mehdi idi.

Darfur

Sudan’ın uzak batısında Fur halkının geniş ülkesi, bir diğer adıyla Darfur yer alıyor. Saltanatını kuran Darfur, başkenti el-Faşir 1916’da Britanya güçleri tarafından düşürülene kadar bir nevi bağımsızlık yaşadı. 2003 yılında bir tarafta Hartum ile Cancavid grupları ve karşı tarafta Adalet ve Eşitlik Hareketi ile Sudan Kurtuluş Hareketi arasında patlak veren çatışma, Sudanlı bileşenler arasındaki karmaşık bölümlerden birini temsil ediyor. İki silahlı grup, merkezi yönetimi ırk ayrımı yapmakla suçlarken Cancavid ve iktidar güçleri tarafından işlenen vahşetler de Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından eski Cumhurbaşkanı Ömer el-Beşir’e soykırım ve insanlık suçu işleme suçlamaları yöneltilmesine yol açtı. Darfur’daki çatışmayı, iklim değişikliğinin sebep olduğu çatışmaların ilki olarak görenler var. Nitekim yerleşik Furlu çiftçiler ile Araplaşmış kabilelere mensup çobanlar arasındaki tartışmalar büyüyerek toprak, otlak ve sürekli azalan suyu elde etmek uğrunda şiddetli çekişmelere dönüştü. Bu çekişmelerde Hartum çoban kabilelerinin tarafını tuttu. Ardından savaş kapıları ardına kadar açıldı ve uluslararası kuruluşların da belgelediği gibi köyleri yakıp yıkma, gasp ve kitlesel kıyım hadiseleri yaşandı.

Nube

Nube, Kuş Krallığı ve Firavun Mısır’ından bu yana Sudan tarihinin en heyecan verici bölümlerine tanık olan bölgelerden biri olabilir. Nube adlı bölge, eski dönemlerde olduğundan daha küçük bir bölümü işgal ediyor. Nube ve Nubelilerin tanımı ile Güney Mısır’dan Kordofan ve Mavi Nil’e kadar olan yayılma bölgeleri konusundaki tartışmayı bir kenara bırakırsak Nubeliler daima, kendilerine etnik ayrımcılık yapıldığından ve siyasi katılım hakkından mahrum edildiklerinden şikayetçiydi. Her halükârda Nube dağları, uzun süreli çatışmalara sahne oldu. Nitekim halkı, güneyin bağımsızlığı için savaşan Sudan Halk Kurtuluş Ordusu’nun yanında yer aldı. Hartum; Mavi Nil ile Güney Kordofan eyaletlerini Güney Sudan topraklarına dahil etmeyi reddetti ve bu, birçok savaş turu için zemin oluşturdu.

Bu bölgedeki altın varlığı, merkezî otoritenin farklı güçlerinin bu altın varlığından istifade etmek için verdiği rekabetten ötürü altın gelirlerinden mahrum bırakılan Nube halkı için bir lanete dönüştü.

Yukarıda anlattıklarımız, Sudan Silahlı Kuvvetleri ile HDK arasındaki savaşın arka planında yapılan hızlı bir gezintiden başka bir şey değildir. Bu, bölüm senaryoları on yıllardır değişiklik arz etmiş ve refahın yaygın, etnik çeşitliğinin de dünyanın birçok ülkesinde gördüğümüz gibi zenginlik ve güç kaynağı olduğu bir ülkenin temeli olması gereken birçok unsuru yok etmiş bir trajedidir.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Majalla’dan çevrildi.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.