Teslim olmayacağız, bir arada duruyoruz

Dosya Haberleri —

Ertuğrul Kürkçü

Ertuğrul Kürkçü

  • Ne sonuca varmış olursak olalım bu sonuç, teslim olmaktan başka her şeydir. Direnme yolu ise açıktır. İki şey yapmalıyız: Bir, teslim olmuyoruz; iki, bir arada duruyoruz. Bunlara bizi götürecek taktikleri formüle etmek şu an en önemlisidir.

OSMAN OĞUZ

 

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Onursal Genel Başkanı ve Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (PACE) Onursal Üyesi Ertuğrul Kürkçü ile HDP'ye yönelik kapatılma davasının güncel politik anlamı, HDP'nin ve diğer muhalefet güçlerinin bu süreçteki pozisyonları, uluslararası camianın tepkilerinin anlamı ve Ömer Faruk Gergerlioğlu'nun milletvekilliğinin düşürülmesi hakkında konuştuk.

 

HDP'ye yönelik kapatma davası çok değişik biçimlerde okunuyor. Öncelikle doğrudan sormak istiyorum: Siz bu davayı nasıl okuyorsunuz? HDP'nin kapatılması şimdi neden gündeme geliyor?

Bunun zaten güncel bir acil talep olarak esasen iktidarın AKP dışındaki kanatları tarafından çok büyük bir kuvvetle son iki yıldır dillendirildiğini biliyoruz. Vatan Partisi, bu iktidar koalisyonuna dahil olmadan önce Ergenekon'un bu konudaki taktiği gereği bu meseleyi dillendirmeye başlamıştı, daha sonra bunu MHP devraldı. AKP'nin kimi sözcüleri buna kuvvetle sarılırken kimileri burada ihtiyatlı hareket etmeyi tercih ettiler. Tayyip Erdoğan da, her ne kadar HDP’yi her konuda hedef haline getirdiyse de, kapatma konusunda bugüne kadar açık ifadelerle konuşmadı. AKP cenahında bundan genel olarak kaçınıldığını ya da daha ihtiyatlı hareket edildiğini görüyoruz. Ancak özellikle Garê bozgunu sonrasında MHP, iktidar blokundaki saçılmayı, moral bozukluğunu ve dağınıklığı, daha çok da kendi tabanındaki dağınıklığı önlemek üzere yeniden atağa kalktı; sonuçta AKP ve Erdoğan’ı da kendi formülünün gerekliliğine şu ya da bu sebeple ikna etmiş gözüküyor. Netice olarak iktidar blokunun önümüzdeki siyasi mücadele döneminde HDP'yi siyasi panorama dışına iterek devam etme konusunda bir karara vardığını anlıyoruz.

 

Seçim hesapları çerçevesinde mi söylüyorsunuz bunu, yoksa başka siyasi hesaplar da mı devreye giriyor?

Hem seçimi hem de toplumsal alanı kastediyorum. HDP'yi çeşitli engellerle seçimde yormak ve başarısızlığa uğratmak ve bunun üzerine konmak bir arzudur fakat bunun daha ötesine giderek “Çöktürme Harekat Planı”nın ruhuna uygun olarak HDP'yi ya da Kürtler ve Kürt Özgürlük Hareketiyle demokrasi güçlerinin ittifakını felç etmek hedefini de güdüyorlar. Bu aynı zamanda Cumhuriyet Halk Partisinin HDP ile ittifak yanlısı kanatlarına vurmanın başlangıcıdır. Sivil toplumdaki “çözümcü güçler”e saldırmakla da ilgilidir. Dolayısıyla HDP'nin kriminalize edilmesi ve HDP'nin toplum dışı ilan edilmesi yoluyla HDP'ye değen bütün unsurların hedef haline getirilmesi gibi çok şiddetli bir hamle bu. Mesela bugün Öztürk Türkdoğan'ın gözaltına alınması, İHD'nin de “antiterör harekat” kapsamı içine, onun radarına girmiş olması, önemli bir işarettir. Bunun böyle devam edeceğini de ön görebiliriz.

 

  • HDP'yi seçimde başarısızlığa uğratmak bir arzu fakat bunun ötesine giderek “Çöktürme Harekat Planı”nın ruhuna uygun olarak Kürtler ve Kürt Özgürlük Hareketiyle demokrasi güçlerinin ittifakını felç etmek hedefini de güdüyorlar.

 

Buradan şunu mu anlamalıyız: Bu gündem, hep “daraltılmış bölge” gibi planlara, seçim hesaplarına daraltılarak tartışılıyor ama sadece bunlarla konuşulacak bir mesele değil, diyorsunuz...

Seçim teknikleri, teknolojisi dolayısıyla bunları böyle konuşabiliriz fakat nihayetinde insanlar oy verecek. Faşist cephenin, iktidar cephesinin morali bozuk, muhalefet cephesinin morali yüksek olarak seçime gidildiğinde, iktidarın seçim sonuçlarını etkilemeye elveren bu teknolojilerine rağmen bu sorunların hepsi aşılabilir. HDP kapatılsa, yerine bir parti kurdurulmasa, pirenin gözüne ilaç sıkar gibi her bir HDP'li tek tek tutulup tesirsiz hale getirilse… Bunların hepsi mümkün olsa ve yapılsa bile toplumda öyle bir irade oluşuyor ki, bu moral dengesizliğin devamı halinde iktidar güçleri, halk oyuna dayanan her türlü süreçten yenik çıkabilirler. 

Ben yaşananların toplumu teslim almak üzere başlatılmış, 15 Temmuz 2016 sonrasındaki ikinci büyük dalga olduğunu görmemiz gerektiği kanaatindeyim. Çünkü şu anda artık “Yenikapı ruhu”nun egemen olduğu ve muhalefetin de buna boyun eğdiği dönemden çıktık. İYİ Parti'nin kurulması, Cumhuriyet Halk Partisi'nin Yenikapı konseptinden ayrılmış olması, iktidar bloku için bir toplumsal zemin yokluğu demek. Buna karşı da bir hamle başlatılıyor. Özetin özeti: Bu sadece bir seçim yönelimi değil, içinde bu da var, ancak bununla birlikte toplumsal ve demokratik muhalefet güçlerinin tamamını kuşatan bir saldırı hamlesinin başlangıcıyla karşı karşıyayız.

 

Bu sırada muhalefetten de tepkiler de geliyor. Özellikle İYİ Parti'den gelen tepkiler çok tartışıldı. İYİ Parti'den kapatma davasını olumlayan tepkiler de geldi. HDP'nin kapatılması tartışması, HDP dışındaki diğer muhalefet için, CHP ve İYİ Parti gibi partiler için, hangi açıdan ve ne derece önemli? Tutumlarını nasıl buluyorsunuz?

Bugün yaşadığımızı 2016’daki dokunulmazlıklar tartışmasında da yaşadık. O zaman muhalefet son derece kötü bir sınav verdi ve aslında Meclis'in boynunu vurdurdu. Meclis, bir Meclis olmaktan çıktı, iradesini Saray'a teslim etmiş oldu. Cumhuriyet Halk Partisi de bunun büyük zararını gördü. Bu pozisyondan, açık bir otokritik yapmasalar da, dönmüş görünüyorlar. CHP'nin bu konudaki yeni tutumunu, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanının kuvvetle ifadeye devam ettiğini görüyorum. Gerek 8 Mart'taki tutumu, gerekse Gergerlioğlu ve HDP'ye yönelik saldırılardan sonra açıkça HDP Eş Genel Başkanlarını ve özellikle Pervin Buldan'ı muhatap alarak mücadele ortaklığı iradesinin ifade edilmesi, bence çok önemli. 

İYİ Parti ise bu açıdan yarılmış durumda. İYİ Parti'nin yekpare bir tutum içinde olmadığını görüyoruz. Genel başkan, MHP'ye yakın kesimlerin baskısı altında. Onların lincinden kendini kurtarabilmek için o tarafa meylediyor. İYİ Parti, bu noktada muhalefetin zayıf karnıdır. Muhalefet buradan yarılabilir. 

AKP'den kopan muhalefet partileri ve Saadet Partisi ise tutumlarını eskisi gibi sürdürüyorlar. Bu konuda ilkesel tutum takındıklarını söyleyebilirim. O açıdan baktığımızda şu an esas problem şu: Bu saldırı, aslında bir bakıma İYİ Parti'yi teslim almaya yönelik de bir saldırıdır.

 

Nasıl ve neden İyi Parti'yi teslim almak?

Şundan ötürü: Eğer İYİ Parti, gerek burada, gerekse de dokunulmazlıklar meselesinde (ki onlar da Meclis'e gelecek) açık bir tutum takınmaz, karşı bir tutum takınmaz, hayırhah tavır takınır, onaylar ya da yandan çarklı bir desteğe yönelecek olur ise bu, Halkların Demokratik Partisi seçmeninin ve kitlesinin bir muhalefet bloku tesisi ve dışarıdan da olsa destekleme konusundaki arzu ve heyecanını söndürür. Ne yaparsanız yapın, bu gönülsüzlük içerisinde, bugün iktidar cephesini bölen moralsizliğin muhalefet kanadına sıçratılması halinde, bütün denklem değişebilir. Çünkü denklem bence aritmetik değil cebirsel bir denklem ve birçok değişkeni ve birçok benzemezi bir araya getirmeyi gerektiriyor. İYİ Parti'nin burada çok dağıtıcı bir rol oynaması ihtimali apaçık. 

  • İYİ Parti'nin yekpare bir tutum içinde olmadığını görüyoruz. Genel başkan, MHP'ye yakın kesimlerin baskısı altında. Bu noktada muhalefetin zayıf karnılar. Bu saldırı, bir bakıma İYİ Parti'yi teslim almaya yönelik de bir saldırıdır.

Özet itibarıyla ama anladığım kadarıyla muhtemel bir kapatma durumunda HDP seçmeninin yokluğu üzerinden AKP/MHP blokunun güçleneceği bir vaziyet ortaya çıkmasını beklemiyorsunuz...

Muhalefet sağlam durursa beklemiyorum. Muhalefet sağlam durmazsa, bir odak oluşmazsa, HDP seçmeni de bütün seçmenler de kendi orijinal istikametlerine doğru dağılırlar.

 

Muhalefet ne yapmalı sorusuna gelmeden önce tepkilerden devam edelim: Bütün bu hengamenin ortasında, AB ve ABD'den tepkiler de gelirken ve yaptırım beklentisi daha da artmışken Reuters bir haber geçti ve diplomatlara dayandırarak AB'nin daha önce aldığı yaptırım kararının geri çekildiğini duyurdu. Siz bu güçlerin yaklaşımını nasıl buluyorsunuz? Türkiye’ye yönelik bir yaptırım bekliyor musunuz?

Bunu daha önce de çeşitli vesilelerle defalarca konuştuk. Artık İkinci Dünya Savaşı sonrası ikliminde değiliz, yani uluslararası mekanizmalar faşizme karşı ve demokrasi için işlemiyor. Bir genel dağınıklık var: Liberal uluslararası ilişkiler düzeninin zemini dağıldı ve Trump'ın devreden çıkmış olması Amerika'yı otomatik olarak demokratik bir güç haline getirmiyor. Bu şartlar altında Avrupa ve ABD pragmatist, Çin ve Rusya ile rekabet eksenli bir uluslararası diziliş içinde; Türkiye'yi yanlarında tutmak için ödenebileceklerin maksimumunu, talep edileceklerin de minimumunu masanın üzerine koymuş bir haldeler. Ben, AB’den çıkan bu son çıkan çağrıyı bunun ışığında yorumlamaya devam etmeliyiz, diye düşünüyorum. Gerçi bu karar, bu beyan, bence son krizden -HDP’yi kapatma ve Gergerlioğlu’nun vekilliğini düşürme hamlesinden- evvel alınmış bir kararın açıklanmasından ibaret fakat öyle denk geldi ki,  Avrupa'ya zaten beslenen güvensizliği birden doruğuna çıkardı. Bu tabii Avrupa kurumlarının hantallığı ve siyasi zekadan yoksunluğu konusunda da bir işaret. Türkiye'yle ilgili bir açıklamanın böyle rutin, bilgisayardan çıkmış gibi bir açıklama olmaması gerekirdi. Ben bunun doğrudan doğruya Türkiye'de başlayan bastırma sürecini onaylayan, bunu görerek yapılmış bir açıklama olmadığını düşünüyorum fakat bu esas doğrultuyu değiştirmiyor. 

Ancak Avrupa güçleri, Türkiye'nin adım atıyormuş görüntüsünü, böyle bir sureti satın almaya hazır olduklarını gösterdiler. Örneğin, Almanya Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamasının HDP’ye yönelişin açık dengesizliğine karşın, bir denge arayışı içinde hükümete yönelik eleştirilerden sonra, HDP’ye de “PKK’yle arana açık mesafe koy” çağrısında bulunması, Avrupa hükümetlerinin ikircikliliğine ilişkin apaçık bir  kanıt. 9-11 Mart'ta yapılan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin toplantısı da “Tayyip Erdoğan'ın İnsan Hakları Eylem Planının not edildiği, çok büyük bir sevinçle karşılandığı, elden gelen her şeyin yapılacağı” beyan edilerek kapatıldı. Toplantı neyle ilgiliydi? Osman Kavala'nın AİHM kararlarına rağmen serbest bırakılmamasıyla ilgiliydi.

Şu var ki, Türkiye, bir çift lafla ve Doğu Akdeniz'de bir adım geri çekilerek insan hakları temelli bir muhalefeti, protestoyu bloke edebileceğini görmüş durumda. Avrupa ile oyununu böyle oynuyor. Fakat yerel, ulusal parlamentolara döndüğümüzde bu konuda çok büyük bir reaksiyon olduğunu, Avrupa Parlamentosunun Bakanlar Komitesine, yani Avrupa Birliği Konseyine tavsiyelerinin son derece sert olduğunu biliyoruz. Bu bir oyun değil. Kamuoylarıyla egemen güçler arasında bir yarılma var ancak kamuoyları için de Türkiye ve Kürdistan harekete geçmeyi gerektirecek kadar alevli bir mesele değil. Aynı şeyler örneğin Avusturya'da olmuş olsa bambaşka olabilirdi her şey. Fakat Türkiye ve Kürdistan'da olunca böyle.

Uzun lafın kısası: Ben Avrupa demokratik güçlerinin ve insan hakları camiasının bu konuda net tutum sahibi olduğunu görüyorum. ABD Dışişleri Bakanlığı bile net açıklama yaptı. Her şey ortada: HDP’ye yapılan onaylanmıyor. O yüzden “Dünya bizi duymuyor” karamsarlığına kapılmamamız lazım. Tam tersine dünyanın tamamı duyuyor. Dünyayı yöneten güçler de tabandan gelen bu sesleri işitmeye başlıyorlar. Her şey buna bağlı. Avrupalılar bizi desteklediği için bir şey olmayacak, biz direndiğimiz sürece desteğimiz artacak. Bizim asıl ihtiyacımız iktidarın destekten yoksun kalması. Biz kendi işimizi görmeye devam etmeliyiz. Ben HDP'nin ve demokratik güçlerin doğru yolda olduğunu düşünüyorum.

  • Kendimizi çaresiz ve umutsuz hissederek fevri davranışlarda bulunmak, bizi haksız bir duruma düşürebilir. Tabanda bu tür eğilimler olabilir ama bunu yönetmek en önemli meseledir. Ne olacaksa hepimize birden olacak. Ya hep beraber ya hiçbirimiz.

Peki, biz de o halde memlekete dönelim: Bu süreci ve olası bir kapatılmayı karşılamak için HDP'nin önündeki seçenekler neler? 

Samimiyetle söylersem birbirine bağlı ve birbirini tamamlayan birçok seçenek arasında nasıl bir hat takip etmek gerektiğine dair kendi başıma karar verecek durumda kendimi görmüyorum ama iki şeye güveniyorum: Birincisi, Kürt halkının zekasına güveniyorum. Bugüne kadar yaratıcı bütün çözümler, en önce politik önderlerden, politik kurumlardan gelmedi, Kürt halkının arasından çıktı. Partiler, hareketler onlara siyasi ifade kazandırdı. Dolayısıyla halkın göstereceği reaksiyonu dikkatle izlememiz ve dinlememiz gerektiğini düşünüyorum. Parti bunu yapacaktır, dinleyecektir. O zaman halk da partiyi dinleyecektir.

İkincisi, her halükarda, ne sonuca varmış olursak olalım bu sonuç, teslim olmaktan başka her şeydir. Bugün teslim çağrıları gelmeye başladı. Ergenekon sözcülerinden çağrı geldi, “Derhal özeleştiri yapın, yoksa…” diye. Mevzu anlaşıldı: Demek ki, onu yapmayacağız. Hiçbir şekilde teslim olmayacağız. Halklarımız ve partimiz teslim olmayacak. Bundan başka bütün formülleri deneyebiliriz. Direnme yolu ise açıktır. 

Ayrıca kapatma davasının ve dokunulmazlıklar tartışmasının istendiği gibi sonuçlanacağını da şimdiden düşünmek için bir sebep yok. Bunu bütün dünya tartışacak. Bizim bütün ustalığımız ve HDP'nin ihtiyacı, herkesi bu tartışmaya dahil etmektir. Bu, hükümetle bizim aramızda bir düello olarak kalamaz. Bütün toplum bu tartışmaya dahil olacaktır, uluslararası camia dahil olacaktır. Şimdiden zaten, yukarıda konuştuk, uluslararası camia, Doğu Akdeniz'de Türkiye'nin geri çekilişini satın aldı ama demokrasiye saldırılarını satın almadı. Böyle bir şey yok. Tepkiler devam edecek ve bunlar Türkiye'nin demokratik güçlerine cesaret vermeye devam edecek. Bence bizim dikkat etmemiz gereken bir tek husus var: Haklıyken haksız duruma düşmemek.

 

Mesela nasıl düşülür o duruma?

Kendimizi çaresiz ve umutsuz hissederek fevri davranışlarda bulunmak, bizi ancak haksız bir duruma düşürebilir. Tabanda, kimi sektörlerde bu tür eğilimler olabilir ama bunu yönetmek en önemli meseledir. Ne olacaksa hepimize birden olacak. Ya hep beraber ya hiçbirimiz. Böyle yürümek konusunda biz saflarımıza hakim olur, tertipleri boşa çıkarır ve mücadeleden geri düşmezsek başarılı oluruz ki, bence parti, son saldırı döneminde çok iyi bir sınav verdi.

Halkın istediği şundan ibarettir: Seçtiği sözcülerinin kendilerine verilen görev yerinde durduklarını görmek ister. Geri kalanı kolaydır. Bu mevzileri terk etmemekte ısrarlı olacağız. Bunun dışında bir şey söylemek için ortak aklın dile gelmesi gerek. Partiyi, parti kurullarını dinlemeden “şunu yapacağız, bunu yapacağız” demek doğru olmaz. Ayrıca yapabileceğimiz her şeyi şimdiden deklare etmemiz, siyasi hasımlarımızın “aklına karpuz kabuğu düşürmemek” için de temkinli hareket etmemiz lazım. Ama iki şey yapmalıyız: Bir, teslim olmuyoruz; iki, bir arada duruyoruz. Bunlara bizi götürecek taktikleri formüle etmek şu an en önemlisidir.

 

Aynı günlerde Gergerlioğlu’nun da vekilliği düşürüldü. Gergerlioğlu, hem geldiği hem bulunduğu yer itibariyle sembol de bir isim. Ona yönelik saldırıyı hem sembolik hem de güncel politik anlamı açısından nasıl görüyorsunuz?

Ben Gergerlioğlu'nun görevinin hakkını vermiş olduğunu, halen de görevini layıkıyla yaptığını düşünüyorum. Bir HDP'li olarak ben de onunla gurur duyuyorum. Tamamen apayrı damarlardan, apayrı geleneklerden geliyoruz ve eninde sonunda demokratik özgürlükler için mücadele cephesinde birleşiyoruz ama bu o karaktere duyduğun hayranlığı ifade etmenin önünde engel değil. HDP ona parti hattında sesini yükseltmesi için bir kürsü sundu; Gergerlioğlu da HDP'nin imajını yükselttiği gibi özgürlük mücadelesine de çok büyük bir moral kazandırdı. Hedef alınması da zaten bu yüzdendir. 

Gergerlioğlu’nun böylesine her şeyi yıkacak şekilde hasım alınmasının özel bir nedeni de var: O, muhalefet unutsa ya da görmezden gelse de AKP’nin kendi özel hasmı saydığı Cemaat'in mensuplarının adil yargılanma, işkence ve eziyet  görmeme taleplerini, onların çektiği acıları da, onlara vurulan darbeleri de, yapılan haksızlıkları da haksızlığa uğrayan herkesle eşit bir biçimde gündeme getirdi. Ben hükümetin Gergerlioğlu'nda kabul edemediği, hazmedemediği hususun bu olduğunu düşünüyorum. Bunu not etmemiz lazım. Buradan bir ibret de çıkar: Eğer bu insan hakları ihlallerine karşı çıkmak bir tek Gergerlioğlu'na kalmasa, diğer muhalefet partileri ve insan hakları kuruluşları da her bir bireyin hakkını aynı duyarlıkla korumuş olsalardı, Gergerlioğlu'nun tek hedef haline gelmesini de pekala önlemiş olurlardı. Bir bütün olarak HDP'nin siyaseti, genel insan hakları savunuculuğuna ek olarak, bunun somut olarak AKP'nin şahsi meselesi saydığı bir kategori için de yapılması, acımasızlığının kaynağı oldu. Bu açıdan da Gergerlioğlu'nun şu özdeyişin hakkını verdiğini, somutlaştırdığını ve cisimleştirdiğini düşünüyorum: "Sana katılmıyorum fakat düşündüğünü söyleme hakkın için ölmeye hazırım." Voltaire'in bu sözü, Gergerlioğlu'nda bir hakikat haline geldi. Hepimizin bu hakikati alıp evimizin baş köşesine koyması gerekir.

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.