Kıbrıslı Türkler Türk ordusunu istemiyor

Dosya Haberleri —

Kıbrıs, Türk ordusu

Kıbrıs, Türk ordusu

  • Doğu Londra Üniversitesi’nden Prof. Vassilis Fouskas, Kıbrıs sorununun iki toplumlu bir sorun olmadığını, işgal ve uluslararası müdahalenin bir sorunu olduğuna dikkat çekerek, ''Kuzeydeki nüfusun çoğunluğunu Türkiye'den gelen yerleşimciler oluşturuyor. Bu durum, Kuzey’de kurulan rejimin hiçbir şekilde meşru olmadığını gösteriyor'' dedi. 
  • Kıbrıs’ta Türk askerinin olmadığı, Rumlar ve Kıbrıslı Türklerin yan yana yaşayabileceği bir çözümün mümkün olabileceğine işaret eden Vassilis Fouskas, ''Rumlar siyasi eşitliği temel alan iki toplumlu federasyonu kabul etmeyecek. Çünkü bu şekilde Türkiye’nin adanın tamamını kontrol edebilir hale geleceğini düşünüyorlar'' diye vurguladı.
 

NEJLA ARİ/EREM KANSOY

Türkiye’nin 20 Temmuz 1974’te Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Kuzey kısmını işgal etmesinin üzerinden 51 yıl geçti. Daha önce de çözüm bekleyen sorunların olduğu Kıbrıs’ta Türk devletinin işgali, çözümü neredeyse imkansız hale getirdi. Kıbrıs ve Türk devleti arasındaki kriz ise giderek derinleşiyor. Doğu Londra Üniversitesi’nden Prof. Vassilis Fouskas ile Kıbrıs sorununu, olası çözümleri ve Kıbrıs üzerinden geçen enerji yolu IMEG projesi hakkında konuştuk. 

 

 

 

Türkiye neden Kıbrıs’ta işgalci bir güç olarak kabul ediliyor? Bu gerçeği herkesin anlayabileceği basit bir şekilde açıklayabilir misiniz?

Kıbrıs meselesi oldukça karmaşık bir konu ve detaylara girersek çok zor olur. Ama sizin de dediğiniz gibi basitçe ifade etmem gerekirse, Türkiye'nin işgalci bir güç olarak görülmesinin iki temel nedeni var. Biri hukuki neden. Örneğin, bu da tartışmalı bir nokta olsa da Türkiye’nin Kıbrıs’a ilk müdahalesi, Cumhurbaşkanı Makarios’a karşı yapılan Yunan darbesine bir tepki olarak hukuki açıdan değerlendirilebilir. Ancak adaya yapılan ikinci ilerleme kesinlikle yasadışıdır ve Türkiye, 17 Ağustos 1974’ten bu yana oluşturduğu 'İkinci Attila Hattı’yla 1960 Garanti Antlaşması’nı ihlal etmektedir. Bunu uluslararası hukuk açısından tartışabilecek hiçbir hukukçu yoktur. Bu nedenle, uluslararası hukuk perspektifinden bakıldığında Türkiye işgalci bir güçtür. Ama aynı zamanda Kıbrıs sorununa dair daha güncel bir anlayış da var. Adanın kuzeyine, yani işgal altındaki bölgeye odaklanırsak, oradaki hükümetin meşruiyeti yoktur. Kuzey’deki gelişmeleri takip ederseniz, çok açık bir şekilde görürsünüz: Mesela artık Kıbrıslı Türkler kendi topraklarında azınlık durumundadır ve kuzeydeki nüfusun çoğunluğunu Türkiye'den gelen yerleşimciler oluşturuyor. Bu durum, kuzeyde kurulan rejimin hiçbir şekilde meşru olmadığını gösteriyor. Bu rejimin Türkiye’nin kuklası olduğu, dünyanın her hükümetinde, Birleşmiş Milletler’de, Avrupa Birliği’nde, Avrupa Komisyonu’nda net bir şekilde tanımlanıyor.

Bu yüzden Türkiye işgalci bir güçtür. Ve Türkiye, Kıbrıslı Türklere onların istemediği alışkanlıkları, kültürü ve yaşam tarzını dayatıyor. Kıbrıslı Türkler, okullarda kadınlara başörtüsü zorunluluğu getirilmesini istemiyor. Bunlar basit gibi görünen meseleler ama bu bile Kıbrıslı Türklerin, Türkiye’deki rejime göre ne kadar seküler olduğunu gösteriyor. Ayrıca Erdoğan’ın finanse ettiği yeni saray gibi meseleler de gösteriyor ki, kuzey tamamen Ankara tarafından kontrol edilen bir rejimdir. Ve bu, Kıbrıslı Türklerin istemediği bir durumdur.

Geçmişe giderseniz, Birleşmiş Milletler’in tüm raporları sürekli şunu vurgulardı: Eğer adadaki Yunanlar ve Türkler kendi başlarına bir çözüm arayabilseler, bir uzlaşıya varacak ve birlikte barış içinde yaşayabileceklerdi. Yani bu bir iki toplumlu çatışma değildir. Bu çatışma, başlangıçta adayı bölmek ve yönetmek isteyen İngilizler ve sonrasında ABD tarafından yaratıldı. Ve elbette, Türkiye adada Yunanistan'dan daha güçlü olduğu için bu stratejik durumu kendi lehine kullandı, avantaj elde etti ve adada baskın bir güç haline geldi. Bu yüzden Türkiye'nin işgalci bir güç olduğunu düşünüyorum hem tarihsel hem de siyasal nedenlerle. Kıbrıslı Türkler Türk ordusunu istemiyor. Kıbrıslı Türkler yerleşimcileri istemiyor. Elbette göç anlayışla karşılanabilir. İnsanlar çalışmak için oraya buraya gidebilir. Ama nüfus yapısını zorla değiştirmeye yönelik bir nüfus aktarımı kabul edilemez.

 

 

Bizzat Avrupa Birliği’nin resmi belgelerinde Türkiye’nin Kıbrıs’ta işgalci güç olarak tanımlandığını gördüm. Bu durum şu anda açıkça belgelerde yazıyor. Ama AB, Türkiye’ye karşı hiçbir adım atmıyor. Sizce bu ne tür bir çifte standarttır? 

 Çünkü Avrupa Birliği bir devlet değildir, bağımsız bir aktör değildir. Avrupa Birliği, benim tanımımla bir uluslararası örgüttür. Çok konuşurlar ama harekete geçmezler. İngilizcede dedikleri gibi “They talk the talk, but they don’t walk the walk.” Yani çok konuşurlar ama hiçbir şey yapmazlar. Eyleme geçme kapasiteleri yoktur. Ayrıca, Avrupa Birliği’nin uygulamada, özellikle Almanya başta olmak üzere büyük üyeleri, Türkiye’yi bir müttefik olarak görür. Örneğin Türkiye, Avrupa Savunma Mimarisi’ne dahil edilmiştir, üye olmamasına rağmen. Bu durum Osmanlı döneminde olduğu gibidir. Avrupa emperyalist güçleri her zaman Türkiye’yi önemli görmüştür, pohpohlamıştır, okşamıştır oysa Türkiye, yani Osmanlı İmparatorluğu, sınırları içindeki etnik ve dini grupları bastırmıştır. Sonunda Osmanlı’yı bölmeye karar verdiler. Bugün için, Türkiye hala Almanya’nın, Fransa’nın, Britanya’nın çıkarlarına hizmet eden güçlü ve başarılı bir aktör olarak görülüyor. Örneğin Türkiye şimdi İngiltere ile birlikte Eurofighter programına giriyor.

Tüm bu gelişmeler gösteriyor ki, pratikte Türkiye, Batı'nın en önemli muhatabıdır. Yani, Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Komisyonu belgelerinde işgalci güç olarak Türkiye yazabilirler, güzel kelimelerle süsleyebilirler. Ama Türk askerlerini adadan çekmek ya da Türkiye’yi kamuya açık biçimde kınamak, Birleşmiş Milletler güçlerini gönderip Türkiye’yi zorla adadan çıkarmak gibi adımlar atmalarını beklemeyin. Bunları görmeyeceksiniz.

 

 

IMEG projesinde (İsrail-Mısır-Yunanistan-Kıbrıs hattı) hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bu sorunun içinde birçok mesele var. IMEG programı - yanlış hatırlamıyorsam - İsrail, Kıbrıs, Yunanistan ve İtalya’yı içeriyor. Bu proje, Türkiye’yi dışlamak amacıyla oluşturuldu. Ve Türkiye buna şiddetle karşı çıkıyor. Benim görüşüm ve birçok meslektaşımın da görüşü şu: Türkiye, bölgedeki en başarılı alt emperyalist güçtür. Dolayısıyla bu kadar önemli bir aktörün tamamen dışlanması çok zordur.

Kıbrıs’taki çözüm meselesine gelirsek; evet, ben de bir çözüm görmek isterim ama şu anda tartışılan çerçevede değil. Bu, hiçbir yere varmaz. İki bölgeli, iki toplumlu federasyon ve merkezi yönetimde siyasi eşitlik temelinde kurulacak bir sistem işe yaramayacaktır. Rumlar bunu asla kabul etmeyecek. Çünkü bu çözüm, ki 2004 Nisan’ında Annan Planı referandumunda Rumlar tarafından reddedildi, Türkiye’ye Güney Kıbrıs’ta bir ayak kazandıracaktır. Ve Rumlar biliyor ki, bu şekilde Türkiye adanın tamamını kontrol edebilir hale gelecek. Bu yüzden Rumlar siyasi eşitliği temel alan iki toplumlu federasyonu kabul etmeyecek.

Masaya oturuyorlar, görüşüyor gibi yapıyorlar ama sonu hiçbir yere varmıyor, çünkü Yunanistan onları zorluyor. Yunan hükümeti bu çerçeveyi kabul etti ve Kıbrıs sorunundan kurtulmak istiyor. Yunan hükümetinin tavrı, “Ne veriyorsa Türkiye, al, yeter ki barış olsun” şeklinde. Ben, Kıbrıs’ta barışçıl bir çözüm istiyorum. Türk askeri olmadan, Rumlar ve Kıbrıslı Türklerin yan yana yaşayabileceği bir çözüm. Geçmişte 150-160 yıl boyunca olduğu gibi birlikte yaşamaları mümkün. Ne demek istediğimi anlıyor musunuz? 1950’lerin sonuna kadar, TMT’nin (Türk Mukavemet Teşkilatı) kurulmasına kadar, bu anti-sömürgeci süreç bozulmadan önce böyleydi.

 

 

Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik süreci bağlamında sizce Kıbrıs, Türkiye’ye baskı uygulamak için bir araç olarak mı kullanılıyor?  İngiltere hala Kıbrıs'ta askeri üslerini koruyor. İngiltere’nin pozisyonu nedir ve bu durum Türkiye’nin AB üyelik sürecini etkiliyor mu?

Evet, etkiliyor. Kıbrıs, Türkiye’ye baskı uygulamak için kullanılıyor. Yani “insan hakları sicilini düzelt” demek için bir araç haline getirildi. Ama bu uygulamayı ne kadar doğru buluyorum, emin değilim. Ben daha şeffaf bir siyasi süreçten yanayım.

İngiliz üsleri için de görüşüm şu; bugünün standartlarında düşünüldüğünde, hala egemen askeri üslerin başka bir ülke toprağında bulunması tamamen sömürgeci, emperyalist bir kalıntıdır. Ben şahsen bu duruma karşıyım. Ama unutmayın ki bu üsler sadece İngilizler tarafından kullanılmıyor. Aslında daha çok ABD tarafından kullanılıyor. Ve ABD bu üslerin bakımına da katkıda bulunuyor. Bu tür üslerin sürdürülmesi oldukça pahalıdır. Ayrıca İngilizler, Kıbrıs’taki Troodos Dağları’nda radar tesislerine sahip. Bu üsler, Ortadoğu’daki tüm operasyonlar için her gün kullanılıyor. Yani bu üsler Amerikan çıkarlarına hizmet ediyor. Ve unutmayın, özellikle 1973 Yom Kippur Savaşı sırasında ortaya çıkan bir gerçek vardı: Kıbrıs, Batı’nın ittifak sisteminin parçası olmasaydı, İsrail’in güvenliği sağlanamazdı.

Bugün bölgedeki en önemli aktörlerden biri İsrail. Ve bu, özellikle Türkiye ile ilişkileri gerilimli hale geldikten sonra daha da belirginleşti. 1950’lerden 2000’lerin başlarına kadar müttefik olan bu iki ülke, şimdi bölgede çıkar çatışması içinde. Örneğin İsrail, Suriye’de Türkiye’nin etkisi altındaki bazı bölgeleri bombalıyor. Yani bu bir çıkar çatışması. Ve eğer Suriye’de Türkiye ile İsrail arasında bir tırmanma yaşanırsa, ben şaşırmam. Bu bağlamda İngiltere’nin Kıbrıs’taki askeri üsleri çok önemli bir rol oynuyor.

İsrail’in bölgedeki güç mücadelesi, yeni enerji koridorları üzerindeki rekabetle paralel ilerliyor gibi görünüyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Ve Kıbrıs bu sözde enerji savaşında nasıl bir rol oynuyor?

Güney Kıbrıs’ta gaz sahaları bulundu; özellikle Afrodit Gaz Sahası gibi yerlerde keşifler yapıldı. Aynı şekilde İsrail’in münhasır ekonomik bölgesi içinde de doğal gaz bulundu. Bu nedenle Kıbrıs ve İsrail’in birlikte çalışmak konusunda ortak çıkarları var. Elbette, Türkiye’nin hiçbir etkisinin bulunmadığı birleşik bir Kıbrıs, İsrail açısından çok daha iyi olurdu. Bu açık bir gerçek. Ama henüz oraya gelmedik. Ve şu anda Gazze’de büyük bir insani kriz var. Dünyada kendini ilerici olarak tanımlayan hiçbir entelektüel bu durumu göz ardı edemez. Evet, şu ana kadar konuştuğumuz şeyler reel politik üzerineydi yani gerçekçi jeopolitik değerlendirmeler. Ama Gazze’deki bu insani kriz artık kabul edilemez boyutlara ulaştı. Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler ve diğer tüm uluslararası kuruluşlar bu krizi ele almak zorundadır. Bu böyle devam edemez. Anlıyor musunuz? Evet, olaylara realist bir gözle bakılabilir ama 45 binden fazla kadın ve çocuk öldürüldü. Gazze’de insanlar katlediliyor. Bu kabul edilemez. Bu doğru olamaz.

 

 

Kıbrıs’ın bugün Ortadoğu’daki sorunlar açısından da stratejik bir konumda olduğunu söyleyebilir miyiz? 

Her zaman olduğu gibi, Kıbrıs bu sürecin çok önemli bir parçası. Her yerin kavşağında yer alıyor. Ama işte bu yüzden - bu yüzden çevresindeki tüm aktörler, başta Türkiye, Britanya ve Amerika olmak üzere Kıbrıs halkının nefes almasına izin vermiyor. Onların bir hükümeti olsun istemiyorlar. İç barışları olsun istemiyorlar. Kıbrıs sorunu iki toplumlu bir sorun değil. Kıbrıs sorunu, uluslararası müdahalenin bir sorunudur. Kıbrıs sorunu, emperyalizmin bir sorunudur.

 

*  * *

Öcalan’ın çağrısı olumludur

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan yakın zamanda demokrasi çağrısı yaptı ve bu çağrı dünya genelindeki birçok demokrat entelektüel ve siyasetçiden destek aldı. Bu çağrıyı nasıl yorumluyorsunuz ve sizce bu çağrının önemi nedir?

Eğer Türkiye hükümeti - hangi hükümet olursa olsun - Kürt halkını eşit haklarla tanırsa, onlara eşit siyasi haklar verirse, Kürt kimliğini, Kürt dilini, Kürt yaşam tarzını, onların daha seküler olmasını ve benzeri özellikleri kabul ederse, ben barıştan yanayım. Hayatım boyunca savaşa karşı barışı destekledim. Bu yüzden bu açıdan bakıldığında bu çağrı olumludur. Bu girişim hem tarihsel hem de siyasal olarak doğrudur. Ayrıca Suriye, İran ve Irak’taki duruma da bakarsak, Kürt halkını temsil eden birleşik bir liderlik tarafından genel bir değerlendirme yapılması gerekir. Öcalan’ın kararı da bu bağlamda ele alınmalıdır. Bu, Kürt halkı ve liderliği tarafından ele alınması gereken siyasal bir meseledir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.