Türkiye NATO’nun ne olduğunu gösteriyor

Forum Haberleri —

Nato

Nato

  • Kürtlere yönelik eziyete uzun süredir karşı çıkmayan NATO, bir barış gücü olmaktan çok uzaktır. Ve 1952’den beri üye olan Türkiye bunu kanıtlıyor.
  • Batılı ülkeler, 1993-95’teki olağanüstü şiddetli çatışmalarda bile, sonraki yıllarda Kürtlere yönelik seferberliklere geniş destek sağlamaya devam etti.
  • Türkiye’nin saldırganlığı NATO’nun kabulüyle hatta suç ortaklığıyla el ele gitti. Batılı ülkelerin Türkiye’ye ders vermesinin ya da Türkiye’nin Batı’nın ikiyüzlülüğünden şikâyet etmesinin bir faydası yok: Onlar bu işte birlikteler.

CİHAN TUGAL

Çeviren: MESTAN DİLBİLMEZ

Nisan ayında, dünya Vladimir Putin’in Ukrayna’yı işgaliyle meşgulken, bir NATO üyesi komşu topraklarından ikisine bir saldırı başlattı. Türkiye, bir bombalama kampanyasında Irak ve Suriye’deki Kürt militanların kamplarını hedef alarak sığınaklara, mühimmat depolarına ve üslere zarar verdi.

İroni büyük ölçüde fark edilmedi. Bu hiç de şaşırtıcı değil: Batı dünyası uzun süredir Türkiye’nin Kürtlere yönelik sert muamelesine göz yumdu. Türk devleti, on yıllar boyunca, nüfusun yaklaşık yüzde 18’i olan Kürt azınlığa yıkıcı bir şevkle zulmetti. Şiddetli bir iç baskı kampanyasında binlerce kişi öldü ve yaklaşık bir milyon kişi yerinden edildi. Ancak Kürt direnişinin yükselen İslam Devleti’ni zaptettiği kısa bir dönem dışında Batılı uluslar nadiren umursuyor gibiydi.

Türkiye’nin Kürtlere yönelik muamelesi artık yeniden sahnede -ancak müttefikler Kürtlerin sistematik bir biçimde ezilmesinin adaletsizliğini fark ettiği için değil. Aksine bunun nedeni, Türkiye’nin, Kürt militanları bastırmayı kabul etmedikçe Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya kabulünü fiilen engellemekle tehdit etmesidir. Milliyetçi gündemini daha da sağlamlaştırma fırsatı gören, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan için, bu cesur bir kumar. NATO müttefiklerinin şimdiye kadar verdiği soğuk tepki, başarılı olabileceğini gösteriyor.

Bununla beraber durum sallantıda, derin bir biçimde ifşa edici boyutu da var. Türkiye için, Erdoğan’ın ülkeyi bölgesel bir güç olarak öne sürerken Kürtleri ezmeye hevesli olduğunun bir kez daha altını çiziyor. İttifakın kendisi için çıkmaz, şu anda tamamen savunmacı bir örgüt olarak yapılanması tarafından gizlenen gerçekleri gün ışığına çıkarıyor. Kürtlere yönelik eziyete uzun süredir karşı çıkmayan NATO, bir barış gücü olmaktan çok uzaktır. Ve 1952’den beri üye olan Türkiye bunu kanıtlıyor.

Türkiye’nin Kürtlerle çatışması, en azından Osmanlı merkezileşmesinin aşiret ayaklanmalarına yol açtığı 19. yüzyılın sonlarına kadar uzanıyor. 1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yirmi yılı, tümü Osmanlı İmparatorluğu’nun temel dayanakları olan Kürt kimliğinin, özerkliğinin ve dilinin reddedilmesini içeriyordu. İsyanlar çıktı ama güç kullanılarak bastırıldı. 1940’larda ve 1950’lerde büyük ölçüde atıl kaldıktan sonra, Kürt militanlığı daha sonra devrimci bayraklar altında bir canlanma yaşadı. Kürdistan İşçi Partisi ya da PKK bu atmosferde ortaya çıktı.

Örgüt, Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği tarafından terör örgütü olarak tanımlanıyor ve yöntemleri gerçekten de şiddet içeriyor. Kırk yıllık çatışma boyunca, PKK kan dökülmesine katkıda bulunmuştur ve sivillerin yanı sıra kolluk güçlerinin ölümünden de sorumludur. Bununla beraber Türkiye’nin Kürt meselesine militarist yaklaşımı, diğer, daha uzlaşmacı Kürt örgütlerine çok az yer bıraktı.

Ülke, 1960’ların sonlarında ve 1970’lerde birçok solcu Türk hareketinin ve kuruluşunun da Kürtlerle dayanışma ifade ettiği bir Kürt militanlığının baharı yaşadı. Ancak 1980’deki bir darbe, kamplarının çoğu zaten Türkiye dışında olan PKK dışında bu güçleri ağır bir şekilde ezdi. Darbeden sonraki yıllarda çeşitli örgütlerden Kürt militanların maruz kaldığı ağır işkenceler PKK saflarını güçlendirdi. Türk devletine karşı her zamankinden daha fazla hınçlanmış birçok eylemci, mücadeleleri için başka etkili bir yuva görmedi.

Bugün işler daha iyi değil: Kürt militanlığının barışçıl biçimleri –örneğin yasal Halkların Demokratik Partisi (HDP) tarafından örgütlenenler gibi- sürekli saldırı altında; PKK’yle bağlantılı olmakla suçlanıyorlar. Dahası AKP hükümeti, PKK’yi, AKP hükümetinin 2016’da başarısız bir darbe girişimi düzenlemekle suçladığı, iktidar partisinin eski müttefiki Gülen hareketiyle işbirliği yaptığını ileri sürüyor. Erdoğan’ın İsveç ve Finlandiya’dan teslim etmesini istediği bu iki grubun üyeleri.

NATO tüm bunların neresindeydi? İttifak tarafından en azından edilgenlikle desteklenen 1980 askerî müdahalesi, NATO’nun kontrgerilla kuvvetleri komutanı Kenan Evren tarafından yönetildi. Batılı ülkeler, 1993-95’teki olağanüstü şiddetli çatışmalarda bile, sonraki yıllarda Kürtlere yönelik seferberliklere geniş destek sağlamaya devam etti. 2010’larda çatışmalar yeniden başladığında, Batı, iç baskı dalgalarını ve Türkiye’nin Kürtlerin uzun süredir sığındığı Suriye ve Irak’a tekrarlayan saldırılarını büyük ölçüde ihmal etti.

Böylesine onaylayıcı bir sessizlik bu kadar kalıcıysa, Erdoğan neden askerî maceraları hızlandırmak için bu özel zamanı seçti? Yanıt basit: Seçimler yaklaşıyor ve ülkenin yirmi yıldaki en kötü iktisadî krizini yöneten hükümet, ulusal hastalıklara çare olarak şovenizmi kullanıyor. İktidar partisi buna göre Kürtlere karşı hamlelerini, siyasetçileri ve gazetecileri hapsederek, yurtdışında askerî seferberliklerle ve yurtiçinde konser ve tiyatro yasaklarıyla hızlandırdı.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, görünüşe göre Erdoğan’ı daha da cesaretlendirdi. Türkiye’nin Batı’ya bir dost gibi davranmasına izin verdi ve baskıcı gündemini sürdürmeye devam ederken Karadeniz’e giriş-çıkışları daha savaşın başında engellediği için övgü topladı. Dahası, uzun süredir Kürt militanların hamisi olarak görülen İsveç ve Finlandiya’yı NATO’ya doğru iten savaş, Türkiye’ye altın bir fırsat verdi.

ABD, Dışişleri Bakanı Antony Blinken’in öne sürdüğü gibi, Türkiye’nin taleplerini kabul etmesi için iki ülkeye baskı yaparsa, bu bir kolluk siyasasının zaferinden daha fazlası olurdu. Nadir görülen simgesel bir zafer olurdu. Bombalamalar ve kültürel yasaklar, Kürt haklarının bir kenara atılabileceğine dair dünyanın en güçlü ülkesi tarafından mühürlenen uluslararası bir kabulle karşılaştırıldığında, hiçbir şey olmaz.

Türkiye’yi istisnai olarak kavgacı bir devlet olarak görmek cezbedicidir. Osmanlı İmparatorluğu’nun son günlerinde “Avrupa’nın hasta adamı” olarak adlandırılan ülke, şimdi kıtanın savaşçı adamı gibi görünüyor. Ancak Türkiye’ye dış dünyadan yalıtılmış bir biçimde bakmak yanlıştır. Erdoğan’ın saldırganlığı sadece ona ait değil. Batılı ülkelerin yanı sıra Rusya tarafından yetkilendirildi, teşvik edildi ve desteklendi.

Türkiye’de bu kışkırtıcı bir iddiadır: Yetkililer, yurttaşlarının ve dünyanın “yabancılar”ın ve “dış güçler”in her zaman Kürt ayrılıkçılığını desteklediğine inanmasını istiyor. Bu oldukça popüler ama son derece çarpık gerçeklik algısı; diğer ülkelerin Kürtlerin öldürülmesinde bolca sağladığı silahlar, lojistik destek ve rıza hakkında hiçbir şey söylemiyor.

ABD’nin, IŞİD’e karşı mücadeleleri sırasında Suriyeli Kürtlere silah sağladığı doğrudur. Ama NATO’nun en büyük ikinci ordusuna ev sahipliği yapan Türkiye’nin, Batı ittifakının bir parçası olması sayesinde güvence altına aldığı askerî teçhizatın özgüllüğü ve miktarı bunu gölgede bırakıyor.

Gerçek şu ki, Türkiye’nin saldırganlığı NATO’nun kabulüyle hatta suç ortaklığıyla el ele gitti. Batılı ülkelerin Türkiye’ye ders vermesinin ya da Türkiye’nin Batı’nın ikiyüzlülüğünden şikâyet etmesinin bir faydası yok: Onlar bu işte birlikteler. İttifakın genişlemesiyle ilgili ne olursa olsun –Kürtler jeopolitik çıkarlar sunağında kurban edilsin ya da edilmesin– bu bir netlik anı olmalıdır. Savaşların olduğu bir dünyada hiçbir ülkenin şiddet tekeli yoktur.

Kaynak metin: https://www.nytimes.com/2022/05/26/opinion/turkey-nato-kurds.html

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.