Türkiye’de Yeni Irkçılık Üzerine Birkaç Not

Sara AKTAŞ yazdı —

  • Kürtlere dönük Türk şehirlerinde özellikle 1990’lardan itibaren yükselen ırkçı saldırıları devletin geçmişten günümüze devam eden inkar ve imha politikalarından bağımsız olarak ele alınamaz. Örneğin 1923 sonrasında Türk olmayan etnik gruplara yaşamak için Türk olma, kendini Türk olarak inşa etme en vahşi yöntemlerle dayatılmıştır. 

Türkiye’de faşist iktidarın sistematik olarak yürüttüğü imha ve soykırım politikalarının bir sonucu olarak, Kürt inkarı ve düşmanlığı üzerine kurulan stratejiler, AKP iktidarı döneminde yeni bir aşamaya geldi. Artık sadece Kürtçe konuşmak, Kürtçe şarkı söylemek, yöresel Kürt kıyafetleri giymek hatta sadece Kürt olmak bile ölümcül saldırıların haklı nedenine dönüştürülmektedir. Elbette ırkçılık yeni gelişen bir olgu olmadığı gibi temellerini milliyetçilik ve teklik üzerine atmış Türk devlet yapısı da yenilerde ırkçılık üretmiyor. Ancak geldiğimiz aşamada dinciliğin, milliyetçiliğin, ulusalcılığın, ırkçılığın tavan yaptığı bu yapıda direnen tüm etnik ve kültürel farklılıklar hedef olurken, tüm ırkçı saldırıların ana omurgası ise Kürt düşmanlığı üzerine çizilmektedir. Dolayısıyla her gün yeni bir boyut kazanan bu ırkçı saldırıların aldığı yeni biçim ve temelleri üzerine bir kaç hatırlatmada bulunmakta fayda var.    

Hatırlanırsa dünyadaki ırkçı ideolojiler 19. yüzyıl ile 20. yüzyılın başlarına kadar insanları hiyerarşik olarak alt türlere ayırmakta, bu türlerin her birinin doğal niteliklere sahip olduğunu iddia etmekte ve bu iddia biyoloji biliminin verileriyle desteklenmekteydi. Bu özcü ırk anlayışı ile temellenen klasik ırkçılığın başka bir forma büründüğü günümüzde ise ırkçılığın daha çok kültürel, stratejik her türlü ayrımcılığın araçsallaştırılmasıyla temellendirildiği söylenebilir. Klasik ırkçılığın yeni ırkçılığa evrilen dönüşümü, ırkçılığın kökenine ilişkin politik, ekonomik, sosyal ve kültürel süreçlerden bağımsız olmadığı gibi, ayrımcı ideolojilere eklemlenen niteliği ve daha çok kültürel farklara dayalı olarak yeniden biçimlenmesi onu eski ırkçılıktan ayırmaktadır. Nitekim dünya sistemine entegre edilemeyen tüm kesimler, gücünü sömürgecilikten alan ulus devletler ve kurumlarının aracılığı ile ekonomik, kültürel ve politik olarak rejime hiyerarşik bir şekilde entegre edilmeye çalışılmaktadır. Dolayısıyla ırkçılık bir rejim meselesi olarak karşımıza çıkmakta ve ırkçı saldırıları düzenleyenler ağırlıklı olarak devletlerin çıkarlarını koruduğu gruplar olmaktadır. Polis, yargı, okullar ve aile ise ırkçılığı yeniden üreten en önemli kurumlar olmuştur. Saldırganlar diğer etnik grupların kendileri gibi eşit olma taleplerini, egemen etnik grupların faydalandığı ayrıcalıklardan onların da yararlanmalarını kendi varlıklarına, egemenliklerine, iktidarlarına bir tehdit olarak algılamaktadırlar. Zira katliamlar, soykırımlar ve bu ırkçı saldırılar meşruiyetini bu tehdit algısından, öfke, nefret, iktidar kurma ve üstün olma arzusundan almaktadır.

Bu bakımdan günümüzde Türkiye’de gelişen ırkçı saldırıların kökenleri çok derinlerde olmakla birlikte, ırkçılığın dünyada yeni nitelikler de kazandığını belirtmek yanlış olmayacaktır. Temellerini teklik ve milliyetçilik üzerine atmış olan, farklı kimlikler hedeflendikçe güçleneceğini öngören Türk devlet mantığı bir İttihat Terakki zihniyeti ve ‘Eşiktekini eşikte beşiktekini beşikte katlet’ barbarlık geleneğinin ürünüdür. Bu mantığın sonucu olarak, her etnik grup Türkiye’deki ulusal-ırksal rejime farklı bir şekilde entegre edilmiş, katledilmiş, asimile edilmiş veya soykırımdan geçirilmiştir. Günümüzde

Türkiye’de farklı gruplara karşı ırkçı saldırılar devam etse de, 2000’li yıllarla boyut değiştirdiği söylenebilir. Bu bağlamda, yeni Türk ırkçılığını analiz ederken Turancılık ve Pantürkizm gibi geleneksel oluşumların nasıl bir dönüşüm yaşadığını vurgulamakta fayda var. 

Artık Türkiye koşullarında ırkçılık zehri daha geniş kitlelere yedirilmiş, yaygın olarak üretilmektedir.Tüm saldırıların ortak özelliği genellikle bu topraklarda asıl egemenin kim olduğunu göstermek, karşı tarafa had bildirmek veya karşı taraf haddini bilmezse tamamen yok etmek olsa da dünyadaki dönüşüme paralel olarak teorize edildiğini belirtmek yanlış olmayacaktır. Elbette Kürtlere dönük Türk şehirlerinde özellikle 1990’lardan itibaren yükselen ırkçı saldırıları devletin geçmişten günümüze devam eden inkar ve imha politikalarından bağımsız olarak ele alınamaz. Örneğin 1923 sonrasında Türk olmayan etnik gruplara yaşamak için Türk olma, kendini Türk olarak inşa etme en vahşi yöntemlerle dayatılmıştır. 1930’lu ve 40’lı yıllarda da Türk şehirlerine sürgün olarak gönderilen Kürtler 'kuyruklu Kürt', 'vahşi Kürt', 'şaki' denilerek birçok saldırıya maruz kalmışlardır. Günümüzde ise Kürtler kültürel olarak kodlanarak, ’hain' ve 'terörist' olarak etiketlenerek, dahası sadece Kürt kimliğine sahip olmak saldırıların gerçekleşmesi için yeterli olabilmektedir. Örneğin 2000 sonrası ırkçı cinayetlerin tek nedeni kurbanların Kürt olmasıdır ve faillerin iktidarın ırkçılık zehrini içselleştirerek Kürtleri 'öldürülebilir bedenler' olarak görmesidir. Bu bakımdan ırkçılık günümüzde kurumsallaştırılmış bir sistem olarak dünyanın her yerinde devam ettiği gibi Türkiyede de toplumsal bir rejim halini almış durumdadır. 

Sonuç olarak, 2000’li yıllarla birlikte Türkiye’de de yeni ve kitlelere yayılmış bir ırkçılık ortaya çıkmıştır. Bu ırkçılık iktidarın faşist politikaları ile beslenmiş yaygınlaşmış ve neredeyse tamamen Kürt düşmanlığına dayandırılmıştır. Bu bakımdan ideolojik bir yapılanma olarak konumlandırılan ırkçılıkla etkili bir mücadelenin yolu, ırkçılığın ne olduğunu, nasıl ve nerelerde üretildiğini, nelere yol açtığını bilmekten geçiyor. Mücadelenin yolu, halkların kendi öz savunmalarını geliştirmesi ve örgütlenmesinden geçiyor. Mücadelenin yolu, bu insanlık dışı ırkçı rejime ve rejimin sahiplerine karşı direnmekten, birleşmekten, inat ve ısrarla bilinçlendirmekten, bilinçlenmekten geçiyor. 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.