‘Türklük Sözleşmesi’ ya da karşıt ne kadar karşıt?

Forum Haberleri —

  • Kürdistan ve Kürt inkarı, 100 yıldır Kürt’e karşı sürdürülen imha savaşı “Türklük Sözleşmesi”nin sonucudur; “siyaset” yapmak ve “muhalif” olmak sözleşme sınırları içerisinde gerçekleşmiş ve bu devam etmektedir.

DOĞAN AMED

Türk devletinin kuruluşundan bu yana ve son 19 yıldır Erdoğan tarafından yürütülen zulüm düzeninin en büyük başarısı “karşıtlarını” kendisine benzetmesidir(!) dersek, yanlış söylemiş olmayız. Bu durum, karşıt addedilenin ne kadar karşıt, olduğu sorusunu tartışmayı kaçınılmaz olarak gerekli kılıyor.

Öyle bir rejim inşa edildi ki, kimsenin kendini devlet gibi düşünmek, devlet gibi söylemek ve devlet gibi davranmaktan alıkoyamadığı bir zihniyet tüm topluma yayıldı; tüm toplum kendini devlet gördü; sorunlara ve birbirine devlet gibi yaklaştı.

Toplumdaki tüm grup ve sınıflar, en ufak birim aile ve bireye dek herkes ama herkes, papatya sevenler derneği dahi, tüm hayatını görünen ve görünmeyen (!) döneme ve ihtiyaca göre değişen “harici” ve hiç değişmeyen dâhili (Kürt, Alevi, Ermeni) düşmanlar aramak, bu düşmanları kahr û bela içerisine sokmakla geçirdi. Sınıf, grup farkı gözetmedi bu durum; zira sınıfsız ve dahi imtiyazsız (!) bir toplumdu gerçekleşen; kimseye benzemeyen, kimsenin de benzemek istemediği sürreal bir “gerçeklikti” inşa edilen…

Bu sürreal gerçeklik içerisinde, isminin önüne “sağ” veya “sol” etiketi takan hemen hemen tüm “politik” yapıların politika yapmaktan anladıkları da bu. Her daim; birbirine benzemeyenlerin, benzeşmek için yarıştıkları, en çok benzeyenin en çok “aferin” aldığı, ahlakın hiç olmadığı, yalanın ise çok olduğu bir adacık inşa edildi, el birliğiyle…

Bununla yetinilmedi rejimin uygulaya geldiği yöntemleri kullanarak; devlet denen aygıtın devasa gücüne ve yönetme tarzına sahip olmak hedefi güdüldü.

Bunun gereklerine göre hareket edildi; milliyetçilik ise gereken, geri kalınamamalıydı, ırkçılık ise ihtiyaç, en öne atılan olunmalıydı; sermaye sözcülüğü ve işçi-emekçi düşmanlığı ise para eden, kendileriydi en iyisini yapan…

İç ve dış düşman aramak, kovalamak ise kendilerinde de vardı bunun için bolca meziyet, nihayetinde tarihleri bunun gayretiyle doluydu.

Erdoğan gibi kibir dolu hepsi

“Tarih günümüzde gizli” der, bilge insan; kanıtlanırcasına görmekteyiz bunu, 100 yıl öncesinin devam ettirilmesi ile karşılaşmaktayız, her gün.

Dünün M. Kemal olmaya aday onlarca kişisi, bugün Erdoğan olmaya ve politikalarını uygulamaya aday olmuş durumda.

Erdoğan gibi kibir dolu hepsi, Erdoğan gibi emek düşmanı, Erdoğan gibi Kürt düşmanı, Erdoğan gibi kadın düşmanı, Erdoğan gibi ölüm mangalarını devreye sokabilir, Erdoğan gibi “eyy Amerika ve batı” diyebilir hepsi, diyorlar da zaten…

Toplumsallığını yitirmiş, akıl, vicdan, ahlak ve hakikatini kaybetmiş, 100 yıldır sürreal bir gerçeklik içerisinde yaşamaya zorlanmış ve bunu hakikat kabul etmiş tanımsız yığınlara, hakikatin ne olduğunu, hakikatten nasıl kopulduğunu, hakikate nasıl ulaşılması gerektiğini söylemeden, hakikatin kalmışsa bir kırıntısı, onu da ortadan kaldırmaktı yapılan memleketin güzide “karşıtları” tarafından.

Çok basit bir güncel örnek bu sürecin kanıtı. Erdoğan şahsında temsil edilen devlet, yıllardır 13 esir asker konusunda üzerine düşeni yapmıyor; ailelerin başvurularına kulak tıkıyor.  PKK, “esirlerin güvenliği sağlanırsa, heyetlerin huzurunda ailelerine teslim etmeye hazırız” diyor. Başta HDP olmak üzere, İHD vb. hak savunucusu gruplar arabulucu olup, esirleri getirmek istiyor. Fakat Erdoğan’ın buna kulak tıkaması yetmezmiş gibi, aileleri tehdit ediyor, girişimde bulunanlara davalar açıyor. Peki, sonra ne mi oluyor?

13 esir, bizzat Erdoğan tarafından verilen emirle, uçaklardan atılan bombalar ve kimyasal gaz ile ölüyor, yetmemiş olacak ki, kendi öldürdüğü bu 13 esirin kafalarına kurşun sıkıyor; aynı Erdoğan işlediği bu suçun hesabını vereceğine, HDP ve hak savunucularını suçluyor. Kürtlere ait ne varsa hınçla saldırıyor, kanlı dişlerini gösteriyor Kürtlere ve dostlarına; HDP’nin binlerce üye ve yöneticisini şafak operasyonlarıyla gözaltına alıyor, parti binalarına gece yarıları koçbaşlarıyla giriliyor.

Peki, isminin önünde “devrimci”, “sol”, “liberal”, “Müslüman”, “işçi” yazan ve kendisini değneksiz köyde sanan “karşıt” ne yapıyor, neye tepki gösteriyor?

100 yıldır sürdürülen inkâr ve imha siyasetine mi, “sınır içi savaşın sınır dışına” taşmasına mı, Kürt’e karşı yürütülen imha saldırılarına mı, savaşın yarattığı yoksulluk, açlık, gözyaşı ve kana mı, toplumun her geçen gün çürümesine mi?

Yanıt, kocaman bir hayır! Başarısızlığadır, tepkisi; işgal ve saldırılara değil, Erdoğan gibi bir zalimin yaptığı zulme değil, bu zulmün neden sonuca ulaşmadığınadır gösterilen tepki.

Bundandır ki, “Ciğerimiz yanıyor” diye başlayan bildiriler, “biz olsak” diye devam ediyor, utanma ve arlanma olmadan ve Kürt’ün 100 yıldır yanan yüreğini görmeden… Bundan kelli söylenen sözler, edilen laflar kayıkçı kavgasından öte bir anlam taşımıyor; zira benzeşme ve bütünleşmedir yaşanan, “karşıt” denilenin karşıtına dönüşmesidir vuku bulan.

Kürt’e karşı sürdürülen imha savaşı

Bir kez daha görülmektedir ki, 100 yıldır, itinayla inşa edilen bir zihniyetin dile gelmesidir ortaya serilen; zira bu kadar farklı bileşimin, bu kadar benzemezin yeri gelince hiç şaşmadan aynı dakiklik ve aynı cümlelerle, aynı mimiklerle aynı tepkiyi göstermeleri, aynı zihniyetin ürünü olmalarından kaynaklanıyor. Barış Ünlü tarafından tanımlanan haliyle, “Türklük Sözleşmesi”nin ve bu sözleşmenin dışına çıkamamanın sonucudur, yaşanan; karşıtları birbirine dönüştüren, benzeştiren ve karşıt olmaktan çıkaran…

Kılıçdaroğlu örneği çarpıcıdır bu konuda; her gün hakarete uğramasına, yerin dibine batırılmasına, paçavra muamelesi yapılmasına rağmen, “Ana muhalefet” partisinin başındaki zatın söz söylemekten imtina etmesine, hakikati dile getirmekten ısrarla kaçınmasına, ideolojiler ve sınıflar üstü olarak inşa edilip her kesime kabul ettirilen bu  Sözleşmesi’dir, engel olan…

Sadece Kılıçdaroğlu değil elbet; Garê’ye Garê diyemeyen, bunu demekten imtina eden meclis içi meclis dışı fark etmeksizin yığınla örnek gösterilebilir. Bu örneklerin içerisinde, görmek ve duymak istemedikleri, adını telaffuz etmekten kaçındıkları Kürtler sayesinde vekil ve veya belediye başkanı olmuş olanların olması da ayrıca tartışılmaya değerdir!

Kürt açısından mesele anlaşılıyor elbet: Cumhuriyetin kuruluş esasları bu sözleşmenin hükümleri esas alınarak hazırlanmış ve yürürlüğe konmuştur Kürdistan ve Kürt inkarı, 100 yıldır Kürt’e karşı sürdürülen imha savaşı bu sözleşmenin sonucudur; “siyaset” yapmak ve “muhalif” olmak sözleşme sınırları içerisinde gerçekleşmiş ve bu devam etmektedir.

Abartı gelebilir kimilerine, ancak bilinmelidir ki, Türkiye’de kendisine “muhalif” diyenlerin ezici bir kesiminin duygularını veya duygusuzluğunu belirleyen; toplumu içten içe çürüten, bu sözleşmedir. Toplumun yığın haline getirilip üzerinde her türlü tasarrufun sağlanmasına yol açan, bu sözleşmenin sonucudur. Bir kısım insanı katiline sevdalı duruma getiren, bu sözleşmedir. Tecavüzcüye değil, tecavüz edilene kin duyan, toplumdan dışlayan ve bu sözleşmedir “karşıt” diye ahlaksızca ortada gezinilmesine yol açan…

‘Aynı suda iki kere yıkanmaz’

Çok uzatmaya gerek yok “Türklük Sözleşmesi”, sapkın bir rejim ve toplum inşası hedeflemiştir, hedeflerini gerçekleştirmek için yapılmadık şey kalmamıştır. Sözleşme içerisine girene pozitif ayrıcalıklar tanırken, sözleşme dışında kalana ölümlerden ölüm, zulümlerden zulüm beğenmesi söylenmiş ve dayatılmıştır…

Yalan ve zulümlere dayalı bu sözleşme oldukça mesafe kaydetse de, sözleşmeyi kabul etmeyen ve sözleşmenin gereklerine göre davranmaktan imtina eden Kürtler, sözleşmeye karşı ilk günden bu yana amansız bir mücadele içerisindedirler. Acılı ve oldukça sancılı geçen bu mücadele, kendi hakikatini açığa çıkarmakla kalmamış, sözleşmeye dahil olanların da saptırılan ve kaybettirilen hakikatle yüzleşmeye çağırmıştır-çağırmaktadır.

Şu an yaşanan bunun sancılarıdır; Kürt’ün direnişi ve mücadelesi sonucu, paçavra haline gelen bu sözleşmenin yeni şartlara göre güncellenmek istenmesidir. Bu “Türklük Sözleşmesi” güncellenebilir mi? Tarihte çokça tekerrürler yaşanabilse de, “Aynı suda iki kere yıkanmaz” diyor, bilgeler…

Batı cephesinden çok umut var olmasak da, sözleşmenin imha hedefi güttüğü Kürtler kendi cephesinden sözleşmeyi yırtıp atmış durumdalar. Adı ne olursa olsun, sağı ile solu ile dincisi, liberali, sermayedarından tut, aydın diye ortada gezinen tüm kesimlerin bu öfkeleri, bu kinleri, bu dehşetengiz şiddet ve hırçınlık bu nedenledir…

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.