Tutuklanmam bireysel bir mesele değil

Dosya Haberleri —

Tahir Köçer

Tahir Köçer

Uzun yıllar Almanya’da siyaset yürüten Tahir Köçer, 30 aylık tutsaklık sürecini ve Almanya'nın Kürt politikasını gazetemize değerlendirdi: 

  • Cezaevinde kaldığım 30 ay boyunca hep tek kişilik hücrede kaldım. Hücrenin gökyüzünü görebildiğim yalnızca 40’a 40 genişliğinde, 2,85 metre yükseklikte bir penceresi vardı. İçerideki ışıklar merkezi sistemden kontrol ediliyordu; ben açıp kapatamıyordum. Günün yaklaşık 22 saati hücrede geçiyordu. 20 ay boyunca, hava almakta zorlandım.
  • Almanya’daki Kürt siyasi aktivistlerin yargılanması yalnızca iç hukukla değil; Almanya’nın Türkiye ile olan çok yönlü siyasi, ekonomik ve istihbarat temelli ilişkileriyle de doğrudan bağlantılıdır. Nitekim mahkeme sürecimin başlamasından bir hafta önce, davaya bakan savcının Türkiye’ye giderek ilgili Türk yetkililerle görüştüğünü öğrendik.
  • Cezaevindeyken bana verilmemiş olan tüm gazeteleri eve getirdim. Şimdi onları tek tek okuyarak, geçen 2,5 yılda neler olduğunu anlamaya çalışıyorum. Çünkü bu süreç benim için ciddi bir zaman kaybı oldu. Beş yıl boyunca denetimli serbestlik kapsamındayım. İmza zorunluluğu, oturumla ilgili kısıtlamalar gibi uygulamalar devam ediyor.

M. ZAHİT EKİNCİ

Kürt siyasetçi Tahir Köçer, Aralık 2022’de PKK’nin Nürnberg ve genel olarak Bavyera bölge sorumlusu olduğu iddiasıyla tutuklandı. Yaklaşık 30 ay süren tutukluluğun ardından, Mayıs ayında Sehnde Cezaevi’nden tahliye edilen Köçer, cezaevi önünde yaptığı açıklamada mücadelesine kaldığı yerden devam edeceğini ifade etti. Uzun yıllar Almanya’da aktif siyaset yapan, daha önce Almanya’daki Kürt kurumlarının çatı örgütü NAV-DEM ve KON-MED’in eşbaşkanlığını da yürüten Tahir Köçer ile tutuklanma sürecini, cezaevi koşullarını ve Almanya’nın kriminalizasyon politikalarını konuştuk.

Almanya’da NAV-DEM ve KON-MED Eşbaşkanlığı gibi önemli görevler üstlenmiş, tanınan bir siyasetçi olarak tutuklanmayı bekliyor muydunuz?

Benim tutuklanmam sadece bireysel bir mesele değil; Avrupa’daki Kürt diasporasının içinde bulunduğu siyasi atmosferi, Almanya hukuk sisteminin Kürt aktivistlere yaklaşımını ve Türkiye-Almanya ilişkilerinin gölgesinde alınan siyasi bir karardır. Almanya’da benzer gerekçelerle daha önce başka Kürt aktivistlerin de yargılanmış olması nedeniyle, tutuklanacağımı öngörmediğimi söyleyemem. Ancak toplumsal ve siyasi faaliyetlerimden dolayı bu kadar ağır bir kriminalizasyonla karşılaşacağımı beklemiyordum. Almanya’daki ifade özgürlüğü ve örgütlenme hakkına güvenen birçok Kürt aktivist gibi, bu hakların mahkemeler tarafından tanınmaması karşısında ciddi bir hayal kırıklığı yaşadığımı söyleyebilirim.

 

 

Tutuklandığınız anda ne hissettiniz? Bu süreci nasıl anlamlandırdınız?

Siyasi temsil ve toplumsal-demokratik mücadele yürüten biri olarak kriminalize edilmem, hem şaşkınlık hem de rahatsızlık yarattı. Özellikle tutuklama kararının, Avrupa ve Almanya’daki ifade özgürlüğü ve insan hakları ilkeleriyle çelişmesi bu duygularımı daha da artırdı. Yine de bu süreci, uzun yıllardır sürdürdüğüm mücadelenin doğal bir parçası olarak gördüm. Tutuklanmayı bir tür ‘bedel ödeme’ ve ‘onurlu direniş’ olarak değerlendirdim. Kendimi sıradan bir mahkum değil, siyasi bir tutsak olarak tanımlıyordum. Bu bilinç beni güçlü ve dirençli kıldı. Bu tür uygulamalar, Kürt kimliğinin ve siyasi mücadelesinin Avrupa’da da kriminalize edildiğini gösteriyor. Almanya gibi bir ülkede, barışçıl gösterilerim ve toplumsal temsil faaliyetlerimin cezalandırılması, bana göre ciddi bir demokrasi testidir. Tutuklanmamın yalnızca bireysel bir durum olmadığını, aynı zamanda Almanya’daki Kürt halkının kolektif mücadelesini pasifleştirme çabası içerdiğini düşünüyorum. Bu yargılamanın, toplumumuzun ihtiyaçları doğrultusunda yürüttüğüm faaliyetlere karşı bir mesaj taşıdığı izlenimini edindim.

2,5 yıl boyunca tutuklu kaldınız? Hangi suçlamalara maruz kaldınız?

Bu gerçekten önemli ve karmaşık bir konu. Benim yargılanmamın, tutuklanmamın ve sonuç olarak 2,5 yıl cezaevinde kalmamın temel sebebi, PKK’nin Almanya’da yasaklı bir örgüt olarak kabul edilmesi ve “terörle mücadele” yasalarının oldukça geniş bir biçimde yorumlanmasıdır. Almanya Ceza Kanunu’nun 129a ve 129b maddeleri kapsamında, “yabancı bir terör örgütü (PKK) üyesi olmak” ve “örgüt için faaliyet yürütmek” suçlamalarıyla yargılandım ve bu gerekçelerle ceza aldım. Bana verilen 2,5 yıl hapis cezasının tamamını da cezaevinde geçirdim. Bu yasalar uzun süredir, PKK ile ilişkili olduğu gerekçesiyle Kürt siyasetçi ve aktivistleri hedef almak için kullanılıyor ve hukuki süreçlerin çoğu siyasi motivasyonlarla yürütülüyor. Almanya’daki Kürt siyasi aktivistlerin yargılanması ve bazılarının ağır cezalara çarptırılması, yalnızca iç hukukla değil; Almanya’nın Türkiye ile olan çok yönlü siyasi, ekonomik ve istihbarat temelli ilişkileriyle de doğrudan bağlantılıdır. Nitekim mahkeme sürecimin başlamasından bir hafta önce, davaya bakan savcının Türkiye’ye giderek ilgili Türk yetkililerle görüştüğünü öğrendik.

Cezaevi süreci sizin açınızdan nasıl geçti? Günlük rutininiz nasıldı?

Cezaevinde kaldığım 30 ay boyunca hep tek kişilik hücrede kaldım. Bavyera'nın Münih-Stadelheim Hapishanesi'nde yaklaşık 20 ay tutuldum. Buradaki durumu kısaca özetlemem gerekirse; yaklaşık 7 metrekarelik bir hücrede, tüm temel ihtiyaçların (yatak, tuvalet, lavabo, kırık bir elbise dolabı, sehpa, sandalye vb.) aynı alan içinde olduğu, tek kişilik bir hücrede kalıyordum. Hücrenin gökyüzünü görebildiğim yalnızca 40’a 40 genişliğinde, 2,85 metre yükseklikte bir penceresi vardı. İçerideki ışıklar merkezi sistemden kontrol ediliyordu; ben açıp kapatamıyordum. Bu cezaevinin tutuklu ve gözaltı bölümü olduğu için, gün boyunca bağırma, kapılara vurma gibi sürekli gürültüler oluyordu. Bu da okumaya ya da yazmaya odaklanmayı zorluyordu. Günlük olarak, 24 saatin sadece 1 saatinde havalandırmaya çıkabiliyordum. Sabah erken saatlerde ise dilekçe, mektup, görüş günü işlemleri gibi bürokratik işlemler için kısa süreli hareket serbestliği vardı. Onun dışında günün yaklaşık 22 saati hücrede geçiyordu. 20 ay boyunca, hava almakta zorlandığım bu koşullarda yaşamımı sürdürmek zorunda kaldım.

 

 

Dış dünya ile iletişiminiz nasıldı? Kitap, mektup erişiminde kısıtlamalar yaşadınız mı?

Münih-Stadelheim Hapishanesi’ndeyken abonesi olduğum Yeni Özgür Politika gazetesi verilmiyordu. Hannover-Sehnde Cezaevi’nde de tüm itirazlarıma rağmen verilmedi. Hatta gazete cezaevine gönderilmesin, gazetenin gönderildiği yere veya “ev adresime gönderilsin” diye ciddi bir baskı yapıldı. Hiçbir şekilde haber alma özgürlüğümden yararlanamadım. Tercih ettiğim kitapların bana ulaştırılmasına da izin verilmedi. Başta Alman sol-sosyalist ve devrimci çevrelerden olmak üzere, ayda yaklaşık 100 mektup alıyordum. Bu mektupların çoğunda zarfların içine posta pulu da eklenmişti. Ancak cezaevi yönetimi, bana gönderilen bu pullara da el koyuyordu. Cezaevi kurallarına göre, temel ihtiyaçlar için ayda en fazla 45 Euro’luk alışveriş yapabiliyordum. Bu nedenle gelen mektupların yarısına bile yanıt verecek imkana sahip olamıyordum.

 

 

Almanya’da siyasi mahkumlara yönelik tecrit uygulaması hangi gerekçelerle sürdürülüyor ve bu uygulamalar ne tür insan hakları ihlallerine yol açıyor?

Almanya'da radikal sol grupların etkin olduğu 1970'li yıllarda, özellikle Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF) üyelerine yönelik başlatılan tecrit uygulamaları, “Totale Isolation” kavramıyla anılmaya başlandı. Stuttgart-Stammheim, Münih-Stadelheim ve benzeri hapishanelerde başlayan bu politikalar, daha sonra Almanya'da yargılanan Kürt siyasi tutuklulara yönelik olarak da sürdürüldü ve günümüzde de devam ediyor. Almanya, hukuk devleti yapısı, demokratik gelenekleri ve insan haklarına verdiği önemle öne çıkan bir Avrupa Birliği ülkesi olarak görülüyor. Ancak Ceza Kanunu'nun 129a ve 129b maddeleri kapsamında yargılanan kişiler, genellikle “örgütsel bağlarını koparmamış olmaları” ya da “kaçma tehlikesi” gibi gerekçelerle uzun süreli tecride tabi tutuluyor.

Uzun süreli izolasyon, bireylerde depresyon, anksiyete, hafıza bozuklukları ve halüsinasyon gibi ciddi psikolojik sorunlara yol açıyor. 2,5 yıl boyunca bana karşı sürdürülen bu tecrit uygulamasının da beni ciddi anlamda etkilediğini söyleyebilirim. Avukatım dışında dış dünyayla iletişimim sınırlandırılmıştı. Ziyaretler, mektuplar ve telefon görüşmeleri kontrol ediliyor, siyasi içerikler sansürleniyordu. Hannover-Sehnde Cezaevi'ne nakledildikten sonra, ziyaretlerim sadece 30 dakika ile sınırlandırılmış ve bu görüşmeler yalnızca memurların gözetiminde, Almanca konuşma zorunluluğu ile yapılıyordu.

Devletin güvenlik kaygıları meşru olabilir, ancak bu kaygılar bireysel hakları ihlal edecek düzeyde uygulanmamalıdır. Tecrit yalnızca fiziksel bir yıpratma aracı değil, aynı zamanda bireyin toplumsal varlığına yönelik bir yok sayma aracıdır. Almanya hapishanelerinde uygulanan ağır tecrit politikaları, siyasi mahkumlara yönelik sistematik bir ayrımcılık yaratıyor ve insan hakları normlarıyla çelişiyor. Bu uygulamalar yalnızca bireyler üzerindeki etkileri açısından değil, Almanya'nın uluslararası hukuk taahhütleri ve demokratik değerleri açısından da tekrar gözden geçirilmeli ve bu hukuksuzluğa son verilmelidir.

 

 

Tahliye sonrası hayatınız nasıl geçiyor? Size yönelik herhangi bir kısıtlama ya da özel bir uygulama var mı?

 Genellikle evdeyim. Bazı sağlık sorunlarım var. Ailemle zaman geçirmeye çalışıyorum. Güncel gelişmeleri takip ediyor, okuyup yazıyorum. Cezaevindeyken bana verilmemiş olan tüm gazeteleri eve getirdim. Şimdi onları tek tek okuyarak, geçen 2,5 yılda neler olduğunu anlamaya çalışıyorum. Çünkü bu süreç benim için ciddi bir zaman kaybı oldu. Evet, hapisten çıktıktan sonra da bana bazı kısıtlamalar getirildi. Beş yıl boyunca denetimli serbestlik kapsamındayım. İmza zorunluluğu, oturumla ilgili kısıtlamalar gibi uygulamalar devam ediyor.

Sadece Almanya’da değil Türkiye’de de hakkınızda açılmış davalar vardı. Bu davalarla ilgili son durum nedir? Devam eden davalarınız var mı?

Almanya ve Türkiye’de bana yönelik toplamda 71 soruşturma/dava açıldı. Bunlardan 59’u düşürüldü, bazıları ceza ile sonuçlandı, geri kalanların ise hala devam ettiğini düşünüyorum. Almanya’da 1998’den itibaren “PKK faaliyeti yürütmek” ve “yasaklı yayın bulundurmak” iddialarıyla davalar açıldı; bu davalardan üçü para cezası ile sonuçlandı. Dortmund’da açılan davaların birinde 3 bin Mark para cezası kesilmişti. PKK üyeliğiyle ilgili olarak (129a/b) 22 Aralık 2022’de tutuklandım. Münih Yüksek Eyalet Mahkemesi’nde yargılandım ve 15 Mart 2024’te sonuçlanan kararla “örgüte üyelik” suçlamasından 2 yıl 5 ay hapis cezası aldım. 21 Mayıs 2025’te Hannover-Sehnde Cezaevi’nden tahliye edildim. Türkiye’de ise 2016-2017 yıllarında 21 dava açılmıştı. Bunların 13’ü, ifade vermem için Almanya’daki adli süreçlere taşındı. Devam eden 7 dava bulunuyor. Bunlar arasında “Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hakaret”, “eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya hakaret”, “PKK’ye bağlı kurumlarda yöneticilik yapmak” ve “dijital medya paylaşımları” gibi gerekçeler yer alıyor. Türkiye’de kesinleşmiş iki davamdan verilen toplam 6,5 yıllık mahkumiyet kararı Yargıtay tarafından onandı. Bu davalarla bağlantılı olarak ülkedeki mal varlığım da dondurulmuş durumda.

 

 

***

Almanya’nın politikası değişecek mi?

 

Sizin tahliye olduğunuz gün KCDK-E eski Eşbaşkanı Yüksel Koç gözaltına alındı ve tutuklandı. Sizce bu tutuklamanın arkasındaki temel motivasyon nedir?

Bana göre Yüksel Koç’un tutuklanması, siyasi ve politik bir tercihin sonucudur. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta yaptığı “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı”nın ardından, PKK 5-7 Mayıs tarihlerinde gerçekleştirdiği 12’nci Kongresi’nde kendisini feshettiğini ilan etti. Bu tarihi kararın hemen ardından Alman devleti, Kürt siyasetçi Yüksel Koç’u tutuklayarak aslında bu barış çağrısını hedef aldığını bir kez daha göstermiştir. Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nın hayata geçirilmesi gereken bir dönemde Almanya’nın bu süreci desteklemesi beklenirken, kriminalize etme politikalarındaki ısrarını sürdürdü ve Yüksel Koç’u tutukladı.

PKK'nin fesih kararının, Alman devletinin politikasını değiştirebileceğini düşünüyor musunuz?

PKK’nin silahlı mücadelesini sona erdirmesi ve fesih kararı alması, Almanya tarafından dikkatle izlenecektir. Bu gelişmenin, Kürt sorununun politik çözümüne dair stratejik bir değişim yaratma ihtimali olduğunu düşünüyorum. Ancak Alman devletinin bu konudaki güncel politikalarına baktığımızda, hala Kürt kurumlarına ve aktivistlerine yönelik baskınlar, tutuklamalar ve gözaltılar sürüyor. Almanya, PKK’nin fesih kararından sonra, Türkiye’ye, Kürt sorununu demokratik yöntemlerle çözmeye yönelik siyasi ve sivil baskıyı artırmalıdır. Kürt meselesinde barışçıl çözüm için siyasi diyaloğu teşvik eden bir pozisyon almalı; Ana dil, siyasi temsil ve yerel yönetim gibi talepleri gündemde tutarak Ankara’ya Avrupa Birliği çerçevesinde reform baskısı yapmalıdır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.