Üç kişiden biri insan taciri

Dosya Haberleri —

RAKEL SEZER

RAKEL SEZER

  • Mültecilerin tamamına yakını Türkiye üzerinden geliyor. İnsan tacirlerinin çoğu Türkler. Bunların peşine düşüldüğüne hiç tanık olmadım. Göçmenler bize aracıları çok kolay bulduklarını söylüyorlar. İki kişiye soruyorlar, üçüncü kişi insan taciri çıkıyor.

MIHEME PORGEBOL

 

Ortadoğu ve Afrika’da dengeler hızla değişirken bu hareketlilikten en fazla zarar görenler yine siviller oluyor. Gerek kendi ülke yönetimlerinin gerekse de yabancı ülkelerin müdahaleleri doğrultusunda yaşam alan ve imkânları ortadan kaldırılan insanlar, çareyi başka coğrafyalarda yaşama tutunmakta görüyor. Bu yüzden de bazen tek başlarına, bazen de yanlarına aldıkları sevdikleriyle hiç tanımadıkları diyarlara doğru yola düşüyorlar. On yıllardır insanlığın çözülemeyen en temel problemlerinden biri olan göç ve mültecilik krizi hâlâ çözülmeye çok uzak görünüyor. Üstelik değişen dünya düzeni ve yaratılmak istenen yeni sınırlar kendiyle yeni savaşları getirirken mülteci krizi daha da

 çözülmesi güç bir problem haline geliyor. Mevcut olumsuzlukların yanında gelecek de hiç parlak bir fotoğraf sunmuyor. İklim krizi, su savaşları, gelir adaletsizliği ve daha birçok etmen, 

gelecekte göç ve mülteciliğin daha geniş kitleleri ilgilendiren bir soruna dönüşeceği haberini veriyor bize.

Rakel Sezer, bir aktivist. Sık sık tatil için gittiği Yunanistan’ın Sakız Adası’nda bir gün, adaya ulaşabilen mültecileri görüp onlarla dayanışmayı tercih etti. 3 yıl boyunca Sakız Adası’ndaki Souda mülteci kampında gönüllü çalışan aktivist Rakel Sezer burada yaşadıklarını, tanıklıklarını "Mülteci-Bir Aktivistin Mülteci Kampı Tanıklıkları" adlı kitabında anlattı. Rakel Sezer gazetemize kamptaki tanıklıkları, mülteci meselesinin dünü bugünü ve geleceği hakkındaki fikirlerini aktardı.

 

Nasıl geliyorlar?

Mültecilerin Sakız Adası’na gelme süreçlerini anlatan Sezer, mültecilerin aktarımları üzerinden geliş sürecini şöyle aktardı: “Bana nasıl geldiklerini, hangi safhalardan geçtiklerini, kimlerle görüştüklerini anlatıyorlardı. İnsan tacirleriyle görüşmelerini anlatıyorlardı. İnsan tacirlerine ulaşmalarının ne kadar kolay olduğunu söylediler.” İnsan tacirlerine ödenen ücretlerin mülteciler için çok yüklü olduğunu vurgulayan Sezer “Bu parayı önden insan tacirlerine gönderiyorlar. Adaya gelmeden önce bir süre İstanbul’da, İzmir’de veya Çeşme’de kalıyorlar. Bu süre birkaç güne tekabül ediyor. Ondan sonra da Sahil Güvenlik Birimleri’ne karşı güvenli gördükleri, hava koşullarının uygun olduğunu düşündükleri bir zamanda Çeşme’den yola çıkıyorlar. Çoğunlukla gece yarısı başlıyor yolculuk. Genelde de bizim bulunduğumuz Sakız Adası’na veya Midilli Adası’na geliyorlar. Ben gelen botları karşılayan grupta çalışıyordum” dedi.

 

Savaş yaraları, hastalıklar, bebekler…

Bundan sonra Yunanistan Sahil Güvenlik Birimleri’nin mültecileri karaya aldığını belirten Sezer, o sırada gereken insani desteği sağlamak için de kendisi gibi aktivistlerin orada hazır bulunduğunu ifade etti. “O sırada tamamen sırılsıklam oluyorlar. Her birinin sağlık durumu çok iyi olmuyor. Savaş yaraları olanlar çıkabiliyor. Kimisinin önceden bir hastalığı olabiliyor. Kimisi hamile olabiliyorlar. Aralarında bebekler olabiliyor. Bir sürü sorun olabiliyor yani. Dolayısıyla biz o yardımı yapmaya, karşılamaya çalışıyoruz. Polis orada sadece kayıt almak için var. Bunları karşılamıyorlar. Nerden geldiler, kaç kişiler gibi bilgileri alıyor” diyen Sezer, polislerin burada mültecilerin kampa götürülmeden önce bekletildikleri istasyon görevlisi gibi çalıştıklarını söyledi.

Kendilerinin de o sırada mültecilere kıyafet, sağlık ve gıda desteğinde bulunduklarını ifade eden Sezer “Orada bir takım sağlık ekipleri var. Onlar da gönüllü olarak bulunuyor orada. Onlarla beraber gerekli sağlık ihtiyaçlarını tespit ediyorduk. Çok acil müdahale gerektirenleri Atina’ya göndermek üzere orada bulunan BM Göç İdaresi temsilciliklerine bildiriyorduk. Gerçi polis de iletiyordu ama bir sağlıkçının iletmesi daha doğruydu” dedi.

 

Günlerce aç, susuz, ıslak

Kendilerinin orada ne yaptığının, niye orada bulunduğunun herkes tarafından bilindiğini söyleyen Sezer, “Biz bir protokolü delip geçmiyorduk aslında. Polisler insani ihtiyaçlar konusunda bizden destek alıyorlardı aslında. Çünkü adanın böyle bir şeye hiç hazırlığı yoktu. Polis gelenlere kıyafet verecek, yemek verecek… Böyle bir şey yoktu. İnsanlar bulunduğumuz adaya gelmeden önce Çeşme’de kalıyordu fakat buraya ne zaman gelecekleri, kaç kişi gelecekleri belli değildi. Yani sürekli bir hazırlıksızlık hali vardı. Bazen Sakız Adası yerine başka bir adaya gidiyorlar. Sakız Adası’nın yakınlarında başka bir yerde kalabiliyorlardı. Sahil Güvenlik onları orada bulup topluyordu. Kaç gün susuz, aç, ıslak durduklarını bilemiyorsun. Dolayısıyla sahil polisi böyle bir destekte bulunmamızdan memnundu aslında” diyerek, aktivist olarak durdukları konumu tanımladı.

 

Geçiş noktası: Türkiye

Bulundukları adaya gelen mültecilerin tamamına yakınının Türkiye üzerinden geldiğini belirten Sezer “Afrika’dan gelenler çoğunlukla uçakla Türkiye’ye geliyorlar. Suriye’den, Afganistan’dan ve İran sınırından gelenler çoğunlukla kara yoluyla geliyorlar. Daha uzaklardan gelenler de uçakla geliyorlar” diyerek Türkiye’nin bir geçiş noktası olduğunun altını çizdi.

  • Yüzlerce kişi çöp torbalarının içindeki kıyafetleriyle geliyor. Zaten yanlarına alabildikleri üç beş parça şey. Onları da torbanın içine koyuyorlar. Öyle fotoğraflar vardı ki zannedersin İkinci Dünya Savaşı’nda kamplara götürülen insanlar bunlar.

 

İnsan tacirlerinin peşine düşen yok

Mültecilerin adaya taşınma sürecinde aracılık yapanların kim olduğunu sorduğumuzda da bunun insan tacirliği ve suç olduğunu vurgulayan Sezer “Çoğunlukla Türkler olmak üzere aralarında Suriyeliler de var. Başka halklardan insanlar da var. Çeşitli kanallar var. Fakat bunların peşine düşüldüğüne hiç tanık olmadım. Benim bildiğim kadarıyla insan tacirlerine dönük bir operasyon hiç yapılmadı. Halbuki bu işi kimin yaptığının biliniyor olması lazım. Çünkü göçmenler bize aracıları çok kolay bulduklarını söylüyorlar. İki kişiye soruyorlar. Üçüncü kişi insan taciri çıkıyor. Hayatın çok içindeler ve sayıları çok fazla. Çünkü çok para var bu işte. Herkes bir gün bir anda insan taciri olabiliyor Türkiye’de” diyerek Türkiye’de insan tacirliğinin vardığı boyutu aktardı.

 

Günde botlarla iki üç bin insan

Mültecilerin ada koşullarında çok zor tecrübeler yaşadığını belirten Sezer “Günde adaya botlarla gelen iki üç bin insandan söz ediyoruz. Bu sayı sadece Sakız Adası için geçerli. Diğer adalarda da durumun benzer olduğunu biliyoruz. Sakız adasında geçici bir kamp var. Orada en fazla 48 saat kalabiliyorlar. Limanda yatanlar bile oluyor. Eğer gönderilebilecekleri bir yer varsa oradan feribotlara bindirilerek gönderiliyorlar” dedi.

Ada halkı hoşnutsuz

Ada halkının da durumdan hoşnutsuz olduğunu ve bunun gerilime yol açtığını da belirten Sezer aktarımlarını şöyle sürdürdü: “Göçmenlerin ada halkıyla iletişimi giderek artan bir gerilimle devam etti. Zaten Avrupa Birliği ve Türkiye’yi mülteciler konusunda bir anlaşma yapmaya iten şey insanların hoşnutsuzluğu oldu. Sonuçta insanlar alışkın değil. Yüzlerce kişi çöp torbalarının içindeki kıyafetleriyle geliyor. Zaten yanlarına alabildikleri üç beş parça şey. Onları da torbanın içine koyuyorlar. Öyle fotoğraflar vardı ki zannedersin İkinci Dünya Savaşı’nda kamplara götürülen insanlar bunlar. Bu kadar çok yığılma vardı limanda. Bunlar giderek arttığında bütün adalar, özellikle Midilli ve Sakız halkı isyan etti. ‘Biz artık bunları istemiyoruz. Buraya gelmelerini istemiyoruz’ dediler. Tabii o sırada Avrupa Birliği’nde de sağcı politikalar yükseldi. ‘Avrupa Birliği buysa Avrupa Birliği’nden ayrılırız’ gibi sesler çıktı.

 

Güller, çiçekler ve iğrenç pazarlıklar

Suriye’deki savaş, Afrika’dan da yoğun bir göçü tekrar başlattı. Çünkü Suriyeliler için açılan bir göç koridoru vardı. Ülkeleri savaşta olduğu için savaştan kaçanlar bu yolu kullansınlar diye bir göç koridoru yaratıldı. Bu da diğer coğrafyalardan gelen insanların da buraya yığılmasına sebep oldu. Ondan sonra iş baya sarpa sardı. Daha önceleri Atina’dan Almanya’ya trenle gidiyordu mülteciler. Tren, Avusturya’dan geçiyordu. Mülteciler buralarda güllerle, çiçeklerle karşılanıyordu. Ama mülteci sayısı arttıkça işler değişti. Ondan sonra da Türkiye ve Avrupa Birliği iğrenç bir pazarlığa oturdu. İşte o ona para verecek, o ona göçmen göndermeyecek, sahiller güvenlikli olacak falan. Anlaşmaya göre bir süre sonra Avrupa Birliği 70 bin kişiyi Türkiye’den alacaktı. Ama alacağı kişiler sadece Suriyeliler olacaktı. Dolayısıyla Türkiye, Suriye dışındaki ülkelerden gelenleri geri gönderme hakkına sahip olacak.

  • Günde adaya botlarla gelen iki üç bin insandan söz ediyoruz. Bu sayı sadece Sakız Adası için geçerli. Adada geçici bir kamp var. Orada en fazla 48 saat kalabiliyorlar. Limanda yatanlar bile oluyor. Eğer gönderilebilecekleri bir yer varsa oradan feribotlara bindirilerek gönderiliyorlar.

 

Türkiye’nin mülteci şerhi

Zaten Türkiye BM Mülteci Hakları Sözleşmesinde doğu ülkelerinden gelen mülteciler konusunda şerh koymuş bir ülke. Türkiye, ‘Ben sadece Avrupa’dan gelen kişilere kapılarımı açarım. Avrupa’da eğer bir olay olursa, ben burada onlara mülteci statüsü veririm. Hatta direkt Türkiye’de vatandaşlık veririm ama doğudan gelenlere sınırım kapalı’ diyen bir ülke. Mültecilik statüsü yok, sadece geçici koruma var. Yani bu ne demek; Bir gün doğudan mülteciler geldiğinde onları geri gönderme hakkı var demek. Yasal olarak Birleşmiş Milletler de biliyor bunu. Türkiye gizli bir şey yapmıyor. Avrupa Birliği bunu bile bile Türkiye’ye ‘Sen bu göçmenleri kendi ülkende tutacaksın. Al bu da parası’ dedi. Tabiri caizse kelle başı bir fiyat biçildi. Oysa Türkiye’nin bu insanları geri göndereceği kesindi. Çünkü Türkiye’nin mülteci anlaşmasında koyduğu şerh bunu gerektiriyor. Mülteci yasası yok. Geçici koruma hakkı var.”

 

Mültecileri politikaya alet ediyorlar

Yunanistan Göç Bakanı Notis Mitarakis’in geçtiğimiz aylarda ileri sürdüğü “Somali’de Türk kurumları aracılığıyla Somalililer getirilip adalara bırakılıyor. Bunu adalar meselesini tekrar gündeme getirip AB’den taraftar bulabilmek için bilinçli olarak kullanıyor” iddiasını da sorduğumuz Sezer, “Ben böyle bir şeye inanmam. Çünkü hiçbir insan biri para verdi diye evinden barkından ayrılmaz. Geçmişini arkada bırakıp gitmez. Bu göçmenliğin tabiatına aykırı bir şey. Orada gördüğüm her birey ‘Mecbur kalmasaydık gelmezdik’ diyor. Kitabımda anlattığım her şey de bunu destekliyor. Hiçbiri daha iyi bir yaşam istediği için Avrupa’ya gitmiyor. Kendi ülkelerinde kalma olanakları tükenmiş diye gidiyorlar. Bunun gerekçesi sadece savaş değil, birçok diğer gerekçe var” diyerek mültecilerin tek bir devlet tarafından değil, bütün devletler tarafından çirkin politikalara alet edilmek istendiğini vurguladı.

 

Hiçbiri örgütlü değil

Sezer “Aslında Somali iddiasıyla Yunanistan da mültecileri kendi politikalarına alet ediyor. İnsanların organize olarak geldiklerini zannediyorlar ama öyle bir şey yok. İnsanlar can havliyle geliyorlar. Organize değiller. Organize olarak geldiğini söyleyen hiç kimseyi görmedim ben. 2-3 kişilik gruplar halinde geliyorlar. Tek gelenler var. Kiminle geldiniz diyorum, kiminiz var? ‘Tek başıma geldim’ diyorlar. Gerçekten de tek başına, çünkü oradaki kimse tanımıyor onu. Çadırlarda da bakıyorum. İnsanların birbirleriyle ilişkisi nasıl diye bakıyorum. Sadece orada görmüşler birbirlerini. Karşılaşmalar oluyor bazen. Mesela Halep’te biri diğerinin komşusuymuş ama tamamen başka rotalardan, birbirlerinden habersiz bir şekilde gelip adada karşılaşıyorlardı. Hiçbiri örgütlü değil” dedi.

 

Çapraz sorguya alıyorlar

Mülteci krizinin kaynağından halledilmezse asla bitmeyecek bir kriz olduğunu söyleyen Sezer, bu konuda da “Böyle sürerse göç devam edecek. Çok yakında iklim göçmenleri olacak mesela. Ekonomik göçmenler olacak. Gerçi şu anda ekonomik göçmenleri geri gönderiyorlar. Bu yeterli şart olamıyor ne yazık ki. Göçmen olabilmen için güvenliğinin tehlikede olması gerekiyor bugün" dedi. Mülteci kabullü için gerekli kriterlerin gittikçe zorlaştığını belirten Sezer, görüşünü şu örneklerle destekledi: "Bugün ekonomik gerekçelerle sığınma başvurusu yapamazsın. Mesela 20 yaşındaysan ‘kendi ülkemde iş güvencem yok, iş bulamıyorum’ deyip göç edemezsin. Kabul etmezler. Koydukları belli kriterler var. Göç edebilmek için güvende olmamanı istiyorlar. Bunu ispatlaman için de adeta çapraz sorguya alıyorlar. Nasıl detaylı sorular var, anlatamam. 3 yaşından itibaren hikâyeni anlattırıyorlar. Geçmişini, oraya nasıl geldiğini, ülkende neden güvende hissetmediğini birçok açıdan soruyorlar. Aileni, arkadaşlarını, her şeyini soruyorlar. Her taraftan karşılaştırıyorlar. Cinsel kimliğinden dini inancına kadar her şeyi karşılaştırıp çapraz sorguya tutuyorlar adeta. Cinsel saldırı ve tecavüzden kaçıp gelenleri de sorguluyorlar. Onlarınki epey acılı ve travmatik oluyor. Bunlar bir insan için çok acı ve ağır şeyler.

 

Mülteci olmak bir haktır

Bu yüzden kapıları açma konusunun esnetilmesi ve gerçek göçmenin tanımının yeniden yapılması lazım. Bugünkü haliyle olmaz. İran sınırında donarak ölenler var bugün. Van Gölü’nde ölenler var. Ege’de her gün insanlar ölüyor. Botla olmaz bu iş. Herkesin olduğu ülkede yaşayabilmesi lazım ama mülteci olmak bir haktır, önce bunun idrak edilmesi gerek. Buradaki Suriyelilerin durumunu kimse merak etmiyor. Benim hala ilişkilerim var ve hiçbiri iyi durumda değil. Zaten bir bölümü bir süre Türkiye’de kalmayı denemiş ama 14 saat tekstilde çalışıp paralarını alamayanlar var. Güvenceleri olmadığı için bota atlayıp gidiyorlar. Denemişler Türkiye’de yaşamayı ama olmamış. Hatta en kolay adapte olabilecekleri ülkenin Türkiye olacağını da söylüyorlar ama burada yaşama koşulları olmadığı için gitmek zorunda kalıyorlar. Avrupa’ya en son çare olarak gidiyorlar. Geniş kapsamlı, onları yaşatacak bir ortam bulamadıkları için gidiyorlar." 

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.