Vahşi doğa mı?

Toplum/Yaşam Haberleri —

Leopar

Leopar

  • Doğayı koruma güdüsü, binlerce yıldır yaşadıkları ortamı sürdürülebilir şekilde işlemiş olan yerli halkları topraklarından çıkarmanın bahanesi olarak kullanılıyor. Bu çoğu zaman ekosistemlere zarar veriyor. Nitekim araştırmacılar, “vahşi doğa” nitelemesinin kendisini "uygunsuz ve insanlık dışı" olarak tanımlıyor.

JULİA ROSEN - Çeviren: Serap Güneş

Geride bıraktığımız birkaç yüzyıl içinde, tarım ve sanayi devrimleri (ve bunların getirdiği, büyümeye dayalı ekonomik düzen) yeryüzünün simasını dönüştürdü, gezegenin iklimini değiştirdi ve bizi bir başka soy tükenişinin eşiğine getirdi. Bugün, gezegenin her yerinde modern insanların parmak izlerini görmek mümkün. Nükleer atıklar, Grönland’ın buz örtüsünün altında patlamaya hazır bir iltihap gibi birikiyor ve Pasifik’in en derin noktası olan Mariana Çukuru’nun dibine okyanusa karışan çöpler doluşuyor.

Hükümetler ve çevre grupları genellikle doğayı insanlardan koruyarak bu sorunların üstesinden gelmeye çalışıyorlar. Ama Melbourne Üniversitesi'nde coğrafyacı ve doğu Avustralya'da yaşayan Wiradjuri halkının soyundan gelen Michael-Shawn Fletcher liderliğindeki bir grup araştırmacıya göre, bu korkunç bir hata olabilir.

‘Vahşi doğa’ insanlık dışı!

Doğayı koruma güdüsü, binlerce yıldır yaşadıkları ortamı sürdürülebilir şekilde işlemiş olan yerli halkları topraklarından çıkarmanın bahanesi olarak kullanılıyor ve çoğu zaman bu tür çabalar korumayı vaat ettikleri ekosistemlere zarar veriyor. Araştırmacılar, “vahşi doğa” nitelemesinin kendisini "uygunsuz ve insanlık dışı" olarak tanımlıyor.

Dünyanın kalan biyolojik çeşitliliğinin çoğuna ev sahipliği yapan ormanların ve otlakların çoğunda yerli halklar yaşıyor. Ve yerli liderler, topluluklarının derin ekolojik bilgisini ve başarısını, çevre gönüllüleri ve koruyucuları olarak uzun zamandır savunuyorlar zaten. Kuzeybatı Arjantin'deki Omaguaca halkının bir üyesi ve uluslararası yerli hakları ve biyolojik çeşitlilik üzerinde çalışan bir avukat olan Viviana Figueroa, "Toprakla güçlü ilişkiye sahibiz. Siz sadece bizi destekleyin" diyor.

Yerli halklar ekosistemleri koruyor

Araştırmalar da bu görüşü destekliyor. Araştırmalar gösteriyor ki, birçok yerde, yerli toprakları koruma altına alındığı iddia edilen “vahşi yaşam” alanlarına eşit veya onlardan daha yüksek seviyelerde biyoçeşitliliğe sahip. Yakın tarihli bir BM raporu, yerlilerin yaşadığı topraklarda daha az ormansızlaşma yaşandığını ve bu toprakların çevreleyen alanlara göre daha fazla karbon depoladığını belirtiyor. Öte yandan, orada yaşayan halkları denklemden çıkarmak, aslında ekosistemleri bozabiliyor. Avustralya’da, Aborjin halkların 1960’larda topraklarından çıkarılması, buralarda kontrol dışı yangınları arttırmış ve türlerin yokoluşunu hızlandırmış. Ve araştırmalar, Amazon’da yerli halkların idaresi olmaksızın, doğal güçlerin yenebilir türleri yüzde 80 azaltabileceğini ve bunun da hayvanların doğal beslenme ağı üzerinde yıkıcı olabileceğini gösteriyor.

Avustralya'daki Aborjin toplulukları da dahil olmak üzere birçok yerli halk, avlanma alanlarını yönetmek, arzu edilen bitkilerin sayısını artırmak ve yıkıcı orman yangınları riskini azaltmak için kontrollü ateşi kullanıyor. İnsanlar on binlerce yıldır ormanlarda bu şekilde kontrollü yangın çıkarıyor ve bu süreçte ekosistemleri olumlu yönde değiştiriyor. 

Doğayı eski haline getirmek

Birçok yerli aktivist ve çevre bilimci, gezegensel sıkıntılarımıza daha iyi bir çözümün, yerel halkı parçası oldukları ekosistemleri yönetmeleri ve korumaları için güçlendirmeyi içerdiğini savunuyor. Bazı ülkeler ve çevre grupları, kilit yerlerin hem doğal hem de kültürel tarihini onurlandıran yeni koruma alanları yaratmaya başladı. Ve küresel liderler de geleneksel bilginin iklim ve biyoçeşitlilik hedeflerini tutturmadaki önemini anlamaya başlıyorlar.

İnsanları doğa denklemine, doğayı da insanlar tarafından değiştirilen çevre denklemine geri koymayı düşünmeliyiz. Bu yaklaşımın bir örneği, yerli hayvanları ekosisteme dahil etmek ve daha sonra (ideal olarak fazla müdahale olmaksızın) işi ekolojik güçlerin devralmasına izin vermek.

Bu fikir, doğayı eski haline geri döndürmeyi amaçlamayan, hatta herhangi bir sabit durumu korumayı amaçlamayan yeni bir restorasyon modeline dayanıyor. Özellikle değişen bir iklimde, "bu genellikle mümkün olmayacaktır" diyor Danimarka'daki Aarhus Üniversitesi'nden biyolog Jens-Christian Svenning. Svenning, bunun yerine "biyolojik çeşitliliği teşvik eden koşulları sağlamaya" odaklanmamız gerektiğini söylüyor. Temel olarak, insan dışı türlere, insan kaynaklı olsun ya da olmasın, kaçınılmaz değişikliklere adapte olmak için alan ve kaynaklar vermek.

Vahşiliği önemsemek…

Svenning, bu tür bir doğal alan yaratmanın müdahale gerektirmediğine dikkat çekiyor. "Bahçenize çıkıp bakım yapmayı bırakırsanız, kendiliğinden doğal alan olur." Ve bu değerli olabilir, diyor, el değmemiş olmasa bile.

Bu, karmaşık bir geçmişi anlamlandırmak ve gezegenin göz korkutucu geleceğiyle yüzleşmek için mücadele edenler açısından hem iyi pratik hem de duygusal tavsiyeler gibi görünüyor. Saati geri çevirip binlerce yıl önce insanların yaptığı gibi yaşayamayız. Yiyecek, barınma ve geçim kaynaklarına ihtiyaç duyan çok fazla insan var, bu da insanların dünyanın bazı bölgelerini yoğun bir şekilde kullanmasını gerektirecek. Ama belki de gezegeni değiştiren bir tür olarak rolümüzü sahiplenerek ve dünyada devam eden vahşiliği önemseyerek hala ilerleyebiliriz.

Kaynak:

https://knowablemagazine.org/

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.