Yeni mizahta kuşak çatışmaları

Kültür/Sanat Haberleri —

  • Elbette güldürü ya da mizah, herhangi bir sınıfa ya da zümreye endekslenebilecek kadar önemsiz olmadı hiçbir zaman. Tarih boyunca gerek öğüt verici işlev taşıdı, gerek toplumu hicvetti. Hatta Don Kişot gibi devrimci nitelikli yapıtlarda başvurulan bir can simidi bile oldu.

BİLGE AKSU

Mihail Bahtin, ortaçağda karnaval kültürünü ve estetiğini incelediği Karnavaldan Romana adlı eserinde, gülme eyleminin insanlarda biyolojik bir unsur olmanın ne kadar ötesine geçtiğini sorgular. İnsanlar için evrimsel bir gereklilikten doğduğu düşünülen gülme, ona göre tam da insana ait olduğu için felsefi bir derinlik barındırır ve bu gözle incelenmelidir. Rönesans civarında, gülmenin ciddiyet kadar kabul ve değer gördüğü bir edebi anlayışın bulunduğunu tespit eder. Rabelais’nin yapıtları üzerinden, toplumsal ve dünyevi meselelerdeki bazı temel noktalara ancak gülme yoluyla ulaşılabileceğini iddia eder. Sonraları, bu anlayışın kaybolduğu ve 17. Yüzyıldan sonra gülmenin, tıpkı Antik Yunan’daki gibi değersizleştiği, alt kültüre ait bir duruma evrildiği görülür ona göre. 

Kölelerin işi gibi görüldü

Mizahın tarihteki serüveni hep inişli çıkışlı oldu gerçekten. Platon’a bakılırsa güldürü, kölelerin işi olabilirdi ancak. Her ne kadar ciddiyet denen mefhumu anlamak için onun karşıtı olan güldürüye ihtiyaç duyduğumuzu kabul etse de, bu işi özellikle barbar yabancılardan ve kölelerden istemeliydik. Soylular bu işe asla bulaşmamalıydı…

Cervantes’in başyapıtı...

Elbette güldürü ya da mizah, herhangi bir sınıfa ya da zümreye endekslenebilecek kadar önemsiz olmadı hiçbir zaman. Tarih boyunca gerek öğüt verici işlev taşıdı, gerek toplumu hicvetti. Hatta Don Kişot gibi devrimci nitelikli yapıtlarda başvurulan bir can simidi bile oldu. Cervantes’in başyapıtını kaleme aldığı dönemlerde, eskisine göre azalsa bile halen sürdürülen bir romans furyası mevcuttu. Ortaçağ alışkanlığı diyebileceğimiz bu serüven ve romantizm dolu küçük öyküler, Avrupa halkının şövalyelere olan ilgi ve tutkusunu özetleyen son derece ciddiyetli yapıtlardı. Don Kişot gibi bir karakter, yeldeğirmenleriyle savaşırken aslında bir parodiyi canlandırıyordu. Söz konusu romanslarda, kurtarılması gereken güzel ve genç kadınlar, türlü badireler atlatarak kahramanca savaşan şövalyelerini beklemekteydi. Tıpkı La Manchalı Yaratıcı Asilzade Don Kişot’u çaresizlikle bekleyen sevgilisi Dulcinea gibi! (Dulcinea’nın hiçbir şeyden haberi yok tabii…)

Absürt mizah dalgası

Türkiye, mizahın eskiden beri ön planda olduğu bir yerdi. Nasreddin Hoca’ya kadar ulaşan tarihselliği, Nef’i’ye kadar ulaşan sivri dilliliği ya da modern dönemlerde Kemal Sunal’da cisimleşen sınır tanımazlığıyla halk için hep aranan bir malzeme oldu. Son dönemlerde bu özelliklerden bazıları ortadan kalktı ya da şekil değiştirdi. Cem Yılmaz’ın öncülüğünde başlayan hiciv dışı mizah kısa sürede benimsendi ve geniş bir kitleye ulaştı örneğin. Sahne şovlarında da bu konuya değinen Yılmaz, seneler boyu gülme eyleminin kendisine yoğunlaşmamız gerektiğini, güldürürken düşündürme mefhumunu artık sorgulama zamanımızın geldiğini iddia ediyordu. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de yükselen absürt mizah dalgası, onun bayrağını taşıdığı bir süreçte halka iyice yayıldı.

Gişede liderliğe oynayan komedi

Yine de dünyanın geri kalanıyla kıyasladığımızda, bizde görülen mizahi unsurlar yerel öğelerden vazgeçmeyi bir türlü gerçekleştiremedi. Recep İvedik ya da Eyyvah Eyvah gibi kültleşmiş seriler bir yana, senenin büyük kısmında gişede liderliğe oynayan yapımların çoğu komedi unsurlarını taşıyordu. Bu yapımların hemen hepsinde taklit, canlandırma ve abartılı tiyatral unsurların ön planda olması, aslında geçmişten beri zihinlere işlenen Karagöz ya da Orta Oyunu tipi mizah türlerinin etkisinden çıkılamamasıyla ilgiliydi. Toplumun genelinden ayrışan karikatürize bir tipin sakarlıkları olsun, köy yerinde yaşayıp giden saf bir gencin beceriksizlikleri olsun hep geleneksel tiyatro türlerinin getirdiği alışkanlıkların bir devamıydı. Yanlış anlamalar, yerel ağız komedileri de öyle. Cem Yılmaz her ne kadar büyük bir kapı açmışsa da, uzun süre o kapıdan girmeye kimsenin niyeti olmadı. Bir istisna olarak belki TRT’de yayımlanan Leyla ile Mecnun dizisi örnek verilebilir burada. Ki ulaştığı kitleye bakıldığında, derinden gelen bir rüzgarın habercisiydi bu iş.

Genç ekibin başarısı

Her şeyi değiştirecek asıl hamle 2018’de geldi. Yıllar önce Okan Bayülgen’in programlarında kendini gösterip, daha o zamandan tuhaf bir kariyer inşa edeceği belli olan Feyyaz Yiğit, bir araya geldiği Aziz Kedi’yle birlikte Ölümlü Dünya’yı yazdığında, dünya standardını yakalayan bir absürt komedi Türkiye’den de çıkmış oldu. (Filmin yapımcısının, Leyla ile Mecnun’un başrol oyuncusu Ali Atay olduğunu da es geçmeyelim.) Yanlış anlamalar, sakarlıklar gibi geleneksel mizahi öğelerin yine bulunduğu bu filmde, kurulan atmosferin kendisi öylesine absürttü ki, karakterlerin ağız komedisi yapması bile yeni bir yorum gibi görünecekti. Bu genç ekip, sinemanın temel kurallarından birini sıkı sıkıya uygulamasıyla birçok zorluğun altından kalktı. Komedide dahi seyirci için mühim olan şey, anlatılan hikayenin evrenine ait kurallara uyum sağlayabilmekti çünkü. Böylesine postmodern bir üslup, isterse Nasreddin Hoca fıkrası anlatsın, yine özgün bir güldürü unsuru taşımaya devam edecekti.

Feyyaz Yiğit’i bu alanda asıl öne çıkaran iş elbette Gibi dizisi oldu. Başlangıçta küçük bir hayran kitlesi tarafından takip edilen bu dizi, tam da komedinin ve gülmenin felsefesine uygun biçimde, yavaş yavaş, yayılarak ve başkalarına ‘bulaşarak’ takipçi sayısını artırdı. İlk sezonun yayımlandığı 2021 başlarında, Gibi’den kesitler paylaşan azınlık, eşi dostu tarafından tuhaflıkla itham ediliyordu. Fakat ikinci sezonla birlikte bu tuhaflık hızla yayıldı ve artık ortalama bir dijital medya kullanıcısının Gibi dizisine rastlamadan bir günü geçirebilmesi neredeyse imkansızlaştı. Bu bulaşmanın nedenleri ne olabilir biraz ona bakalım.

Seinfeld esintisi!

Gibi, birçok kişi tarafından Seinfeld esintili ama ondan daha başarılı bulunuyor. Bu da konumlandığı absürdizmin ne derece sağlam olduğuna bir delil sayılabilir. Zaman ve mekan unsurlarının ortadan kaldırılıp, adeta sembolik bir uzamda anlatılan hikayeler izleyicide öncelikle bir tekinsizlik yaratıyor. Yol kenarında gördükleri bir tabeladaki yazım yanlışını fotoğraflamak isteyen iki arkadaş, mekanın sahibi tarafından azarlanınca, dayaktan kurtulmak için o anda akıllarına geliveren bir mazeret uyduruyorlar. Birkaç dakika sonra bu ikiliyi dükkanın içerisinde, kokoreççi açmak için gereken şeylerin listesini yaparken görüyoruz. Anlatının gidişatı ve ritmi bizi asla kenarda köşede bırakmıyor ve akışa o kadar ikna oluyoruz ki, böylesine absürt bir metin karşısında dahi özdeşleşmeye kadar gidiyoruz. Ya da örneğin, Erasmus programından birini misafir eden zavallı karakter, ertesi sabah evin salonunda babaannesini cansız yatarken buluyor. Sebebi araştırıldığında, dün gece misafir ettiği kişinin cannibalism hastası biri olduğu anlaşılıyor. İşin güldürü kısmı ön plana çıkarıldığında, Erasmusla gelen bir yamyamın babaannesini yediği acınası biri beliriyor karşımızda.

Histeri, linç denklemi...

Dizinin konumlandığı yer öylesine kaygan ki, bir kez bizi içine aldıktan sonra götürebileceği yerlerin sınırı yok. Binlerce yıl önce atın ilk evcilleştirildiği ana da tanık oluyoruz, Roma’da darağacıyla idamın keşfedilmesine de. Zaman unsurunun bir miktar öne çıktığı bu iki bölüm, her iki sezonun finali olarak kurgulanmış. Geri kalan bölümlerde bazen köle-sahibe fantezisini, bazen toplumsal histeriyi, bazen linç kültürünü, bazen spiritüel bir rehberin keşfini görüyoruz. Feyyaz Yiğit, kurduğu denklemle istediği her kapıyı açıp, istediği her mekana ve zamana seyirciyi götürebileceği bir boşluk yaratmış. Gelecek sezonda nerelerde dolaşılacağına dair teoriler şimdiden paylaşılmaya başladı zaten.

Gibi dizisi böylesine bir başarı yakalayınca, adetten olduğu üzere, Feyyaz Yiğit’in diğer mizahçılarla kıyaslanması da gecikmedi tabii. Eşiği tutan en büyük isim Cem Yılmaz olduğundan, en çok da bu iki kişi üzerinde duruldu. Üstüne bir de Cem Yılmaz’ın yılbaşında Netflix’te yayımladığı vasatı aşmayan stand up performansı eklenince, Feyyaz Yiğit yeni onyılın lider komedyeni gibi görülür oldu. Fakat çok geçmeden Cem Yılmaz’ın Erşan Kuneri hamlesi ortaya çıktı. 2004 yılındaki Gora filminde kısa bir sahnede görülen bu kurgusal karakter, daha sonra Arif v 216 adlı filmde biraz daha derinlemesine işlenmiş ve merak uyandırmıştı. Kitledeki bu merakı iyi gözlemleyen Yılmaz, Netflix’le anlaşıp sekiz bölümlük bir mini diziyle bu karakteri bizlere sundu.

İlk bakışta, tıpkı Gibi dizisinde olduğu gibi kaygan bir zeminde konumlandırılan bu hikaye, sinema endüstrisini içine alan üst kurmacasıyla sınırsız bir anlatı imkanı sunmaya aday görünüyordu. 80’li yılların dünyasında, seks filmlerinden bıkmış bir yapımcı olan Erşan Kuneri, artık ‘konulu’ filmler yapma hevesindeydi. Ekibiyle birlikte, bazen tarihsel bir kurguya, bazen Anadolu’nun bağrına, bazen uzaya, bazen korku evrenine girip çıktı. Seyirciler tarafından Gibi’ye benzetilen bu unsurlar elbette Feyyaz Yiğit’e bir özenme ya da taklit değildi. Cem Yılmaz eskiden de böyle kurgularla karşımıza çıkmıştı çünkü. Gora’da uzayı mekan alan anlatı, aynı karakterle bir sonraki filmde tarih öncesine gidiyor, üçüncü filmde ise 60’lar Türkiyesi’nde dolaşıyordu. Gibi’de bu anlatı biçimini ilk kez bu denli somut ve başarılı olarak izleyen pek çok kişi, Erşan Kuneri’yi özenti olmakla suçladı.

Kuşak çatışması

Erşan Kuneri her ne kadar Gibi özentisi olmasa da, eleştirilecek çok fazla yönünün olduğunu belirtmek gerek. Bilinçli şekilde yapıldığı izlenimi verilen ve esasında kendi türüyle dalga geçtiği düşünülsün istenen epey sorunlu bir üslup mevcut öncelikle. Argo, küfür, seksist şakalar, kabalık ve benzeri sakarlıklar Cem Yılmaz’ın mizahi evreninde hep olan şeylerdi ama bu kez bir şeylerin dozu kaçmış gibi görünüyordu. Önceki yapımlarında bu geleneksel güldürü öğelerine postmodern kılıflar uydurmaya çalışan Yılmaz, bu kez ipin ucunu salmıştı. Ya da korku sinemasıyla dalga geçme maksadı sezilen ‘Ebenin Avı’ adlı bölümde olup bitenler pek çok izleyici için dayanılmaz ölçüde groteskti. Bu tarz sahneler, artık absürt mizahın başarılı örneklerine iyice alışmış genç kitleye neredeyse hiç hitap etmedi elbette. İşin içine bir de dizi oyuncularından Zafer Algöz’ün, Feyyaz Yiğit’in gıyabındaki yakışıksız ve tuhaf yorumları eklenince mesele kuşak çatışmasına dahi dönüştü. 

Temel mizah

Erşan Kuneri’de vasatın altında kalmayan bölümler de vardı tabii. Kötü Mal bölümünde özellikle, eğitici kamu spotu biçiminin absürtlüğü üzerinde güzel durulmuştu. Ya da süper kahraman temasının işlendiği Er-man bölümü…  Uzaydan bir görevle gelen bu kahraman, klasik Süperman temasındaki gibi halktan gizlenmeye çalışmıyor, bütün iyi ve kötü özellikleriyle yargılanmaya açık bir profil çiziyordu. Buradaki temel mizahi öğe, bir süper kahramanın aksi bir Anadolu kadınıyla evlenmesi ve kadının huysuzluğuyla başa çıkamaması üzerinden şekillenmişti. Bu kısım elbette cinsiyetçi klişeler barındırıyordu ama serinin geri kalanıyla kıyaslandığında buradaki vasatlığa şükreder hale çoktan gelmiştik. Yine Kooperatif Kemal bölümünde, Anadolu’ya gidince birden idealistleşen ve yer yer saçma kararlar alan bir devlet memurunun hikayesini, ayarı oldukça iyi kurgulanmış absürt karşıtlıklarla birlikte izlemek fena değildi. Fakat burada da Çağlar Çorumlu’nun canlandırdığı kadın karakter fazla grotesk bulundu kimilerince.

Kürt yönetmenin başarısı

Mizahın son dönem serüveni aşağı yukarı böyle. Öne çıkan bu isimlere ek olarak, Doğu Demirkol’un dizisi de sayılabilir. Şahsi görüşümce, bu dizinin absürdizm seviyesi Gibi’yle Erşan Kuneri arasında bir yerde kalıyor. Bazı bölümler irrite edici hale gelebilirken bazılarında kaliteli bir komedi izleyebiliyoruz. Yine Kürt yönetmen Ali Kemal Çınar’ın işleri de epey başarılı. Özellikle Genco filminde, Diyarbakır’da yaşayan bir süper kahramanın hikayesini, bir Kürt gencinin ailevi meseleleri etrafında ele almış ve kültür çatışmasının ulaşabileceği boyutları şahane biçimde sergilemişti. Vegan kafede aşçı olarak çalışan babanın, yemeklere et suyu koymasından sonra yaşanan skandal ve babanın kendini savunma mantığı aklımdan hiç çıkmaz örneğin… Kararında ve başarılı bir Diyarbakır komedisi için muhakkak izlenmeli.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.