Zindandan çıkan eserler okurla buluşmuyor

Kültür/Sanat Haberleri —

Cezaevi/Edebiyat

Cezaevi/Edebiyat

  • Dünya tarihinde otuz sene zindan tecrübeleri yaşatılan bir halk daha yok. Zindanda büyüdük. Zindanın da kendine göre bir sosyolojisi var. Sanıldığı gibi çok okuyup çok düşünmek ve çok yazmakla edebiyat yapılmıyor. Ortaya konan ürünün toplumsal bir karşılığı olması gerekir. Hitap edebilmesi gerekir. 
  • İşte tam da bu konularda boşluk içindeyiz. Bu bir düğüm olarak duruyor ama birçok yazar yayın problemini dert etmeden yazıyor. Olması gereken de bu zaten. Ancak ne yazık ki zindandan çıkan eserler okuyucusunu bulamıyor, okurla buluşamıyor. 
  • Yeni yönetmeliklerle artık bilgisayar çıktısı ve el yazısı metinleri tutsaklara vermiyorlar. Eskiden zor da olsa arkadaşlarla birbirimizin çalışmalarını okuyor, değerlendiriyorduk. Fakat son iki yıldır artık dışarıdan veya başka bir zindandan gelen edebi eserleri alamıyorum. 

MİHEME PORGEBOL

Türkiye, en çok yazar ve şairin tutsak edildiği ülkelerin başında geliyor. 2022 yılının Nisan ayı itibariyle Türkiye hapishanelerindeki tutsak yazar ve şair sayısı en az 116 olarak biliniyor. Türk devletinin kültür ve sanat politikalarının bir sonucu olarak özgürlüğünden alıkonulan yazar ve şairlerin zindanda karşılaştığı en büyük sorunlar ortaya koydukları eserlerin yayımlanma sürecinde beliriyor. Eser sahiplerinin yayıncılarla buluşması, eserlerin eleştiri ve değerlendirme aşamasından geçemiyor oluşu, kaleme alınan metinlerin yayın sürecindeki muhataplarına ulaşamaması, baskınlarda eserlere el konulması ve kaybettirilmesi bu sorunların başında geliyor. Diyebiliriz ki tutsak yazarlar yüz elli yıl öncenin olanaklarıyla bugünün edebiyatını yapmaya çalışıyor.  

Zindanlar arası ağ

Olanaksızlıklara rağmen mücadele etmeyi hayatının merkezine koyan hapsedilen yazar ve şairler bunların da üstesinden gelmenin arayışı içerisindeler. Türkiye'nin farklı merkezlerindeki hapishanelerde bulunan yazar ve şairler, zindanlar arasında bir ağ kurup birbirlerine editoryal destek sunuyor. Bu ağ şu şekilde işliyor: Eser sahibi bitmiş eserini en yakınındaki yazar ve şairlerin öneri, eleştiri ve değerlendirmelerine sunuyor. Buradan aldığı geri dönüşlerle eserine son halini verip kargoyla editoryal desteği sunacak olan başka bir tutsağa gönderiyor. Editör eseri inceliyor, düzeltme ve önerilerini yaptıktan sonra esere son halini verip yayına hazırlıyor. Yazar ise bu düzeltmeler doğrultusunda eserini yayına hazır hale getiriyor. Eser artık dışarı çıkmaya ve yayıncı aramaya hazır. 

Biz de bu dayanışma ağını ve hapishanedeki yazarların koşullarını editöryal süreçte alan Ayten Gülsün'e sorduk. Gülsün, sorularımızı yanıtlamadan önce içeri ile dışarının editörlük açısından da oldukça farklar gösterdiğine işaret ederek, "Dışarıda bilinen editörlere sorar gibi sormuşsun. Ben-biz o editörler gibi değiliz. Hem öyle mekanik değiliz hem de onlarda olan imkânların bir zerresi bile yok bizde" diyor. 

Zindandaki yazarların eserlerine editoryal katkıda bulunuyorsunuz. Bir eserin baskıya giderken geçtiği tüm aşamaları zindan koşullarında gerçekleştiriyorsunuz. Bize biraz bu işe başlarkenki gerekçeleriniz ve süreçten bahseder misiniz?

Arkadaşlarla birbirimizin edebi çalışmalarını okuyup değerlendirmek elbette büyük bir ihtiyaç sonucu gelişiyor. Çok ciddi bir birikim var. Bu birikim akmak istiyor. Devrim edebiyatından bahsediyoruz. Herkesin bu yönlü arayışı var ama bir o kadar da tartışma, eleştiri ve değerlendirme ihtiyacı var. Devrim edebiyatına dair elimizde verili edebiyatın dışında kaynak yok. Yaratma iddiasıyla herkes eline kalemi alıyor. 

Verili edebiyatın tarihsel-sosyolojik değer ve birikimi değerlidir ama sınıflı ve cinsiyetçi ögeler etrafında şekillenmiştir. Buna karşı bir derdi de yoktur zaten. Ciddi ve ağır bir sorumluluk altındayız. Devrim/paradigma edebiyatı, evrensel edebiyat, yanlı-yansız edebiyat nedir ne değildir üzerine sıkça tartışıyoruz. Henüz emekleme aşamasındayız. Özellikle Kürtçe yazmak birçok şeyden önce gelir. Ana dilinde yazmak, gerçek edebi değer kazandırır. Yine hakikat ve özgürlük arayışımız ile ideolojik-politik-ahlaki toplum ve birey doğrultumuz çağın bilme düzeyinin üzerindedir. Aynı zamanda eski toplumun özüne hitap etmeyen gerilmeleri eleştiriye tâbi tutup özgürlüğün inşasını kaleme almak gerekiyor. 

Sovyet edebiyatçılardan Maksim Gorki, genç yazarlara verdiği bir söylevde devrim edebiyatçısının ikili bir görev üstlendiğini belirtir. Bu görevlerden birini 'mezarcılık' diğerini ise 'yeni toplumun doğuşuna ebelik etmek' olarak ortaya koyar. Bu her iki görevin yerine getirilmesi için edebiyatçının tarihi ve toplumu iyi bilmesi gerekir. Bizde ise ayrıca fiziki ve kültürel soykırım gerçeği var. Yani üzerimize düşen sadece eski olanı görüp eleştirmek, gömmek ve yeni toplumun doğuşuna ebelik etmek, büyümesine analık etmekle sınırlı değil. Ciddi bir belleksizleştirme politikasıyla karşı karşıyayız. Kaybedilmiş, karartılmış, çalınmış bir toplumsal belleği yeniden oluşturma sorumluluğu altındayız. Dolayısıyla kendimize biçtiğimiz ikili değil üçlü bir görev tanımımız var. Haliyle sürekli tartışma ihtiyacı içerisindeyiz. 

Ayten Gülsün (sağda)

İnceleyip değerlendirdiğiniz eserlerin yayınlanma süreci nasıl oluyor? Ne tür sorunlar yaşıyorsunuz?

Açıkçası yayın sorunlarına yer vermek istemiyorum. İmkânlarımız çok kısıtlı. Her yazar eserini bir an önce yayımlatmak ister. Eserin okuyucuya ulaşması, okuyucudan gelen tepkinin yazara ulaşması elbette gereklidir. Yazar açısından oldukça değerli ve motive edicidir. Eseri yayımlanamayan yüzlerce yazar var. Eser yayımlandığında ve okuyucuyla buluştuğunda yazar artı ve eksilerini daha iyi görür. Bu bir nevi deneyime dönüşür. Maalesef biz bu periyodu sağlayamıyoruz. 

Dünya tarihinde otuz sene ve daha uzun süreler boyunca zindan tecrübeleri yaşatılan bir halk daha yok. Zindanda büyüdük. Zindanın da kendine göre bir sosyolojisi var. Sanıldığı gibi çok okuyup çok düşünmek ve çok yazmakla edebiyat yapılmıyor. Ortaya konan ürünün toplumsal bir karşılığı olması gerekir. Hitap edebilmesi gerekir. İşte tam da bu konularda boşluk içindeyiz. Bu bir düğüm olarak duruyor ama birçok yazar yayın problemini dert etmeden yazıyor. Olması gereken de bu zaten. 

Eserler size nasıl ulaşıyor?

Yeni yönetmeliklerle artık bilgisayar çıktısı ve el yazısı metinleri tutsaklara vermiyorlar. Eskiden zor da olsa arkadaşlarla birbirimizin çalışmalarını okuyor, değerlendiriyor ve onlara bir çerçeve verebiliyorduk. Oldukça verimli olduğunu söylemeliyim. Son iki yıldır artık dışarıdan veya başka bir zindandan gelen edebi eserleri alamıyorum. Çalışmaları okuma ve değerlendirme süreçlerinde genel olarak teknik ve ulaşımla ilgili sıkıntılarla karşılaşıyoruz. Arkadaşlarla genelde bir tartışma ihtiyacı içerisindeyiz. Bu nedenle oldukça verimli ve mütevazi bir bilgi ve deneyim alışverişi içerisindeyiz. 

Zindandan çıkan kitapları incelerken beni en çok rahatsız eden, daha doğrusu inciten şey kitapların özensiz ve hatalarla dolu bir şekilde basılıyor olması...

Kitapların baskı hatalarından genelde yayınevleri sorumludur. Hiçbir yazar hatalardan hoşlanmaz. Bu hatalar iyi okuyucuyu da etkiler. Bu anlamda ciddi bir hassasiyet geliştirmek yayınevlerinin birincil sorumluluğu sayılır. Bir yazar nasıl ki eserini bin bir emekle yazıp geliştiriyorsa yayıncının da bu emeği her an hissederek yayımlaması gerekir.

Yayımlanan eserler okuyucusunu bulabiliyor mu?

Hayır. Ne yazık ki zindandan çıkan eserler okuyucusunu bulamıyor, okurla buluşamıyor. 

Yine de gözlemlediğim kadarıyla dışarıda "devrim edebiyatı"nı yakından takip eden bir kitle var. Okur ve yazar arasındaki etkileşim olanaklarınızdan bahseder misiniz biraz? 

İnternet çağı diyorlar bu zamana. Kitap okuma alışkanlığı pek yok deniliyor. Senelerdir biz de gazete-dergi yayınlarına erişemiyoruz. Kitap tanıtımları eserlerin okuyucuyla buluşabilmesi açısından oldukça etkilidir. Bazen gazete köşelerinde okuyucunun herhangi bir kitaba dair izlenimlerini okuyabiliyorduk. Şimdi bu da yok. Bu paylaşım dışarıda ne düzeydedir bilmiyorum. Yani demek istediğim; okuyucunun görüşü de bize pek yansıyamıyor. 

Beğendiğiniz eser ve yazarları sorsam yersiz bir soru mu olur?

Çok beğendiğim kitaplar var tabii ki. Bazı arkadaşlarımız belli bir tarzda ilerliyor. Zaten ortaya koydukları eserlerle tanınan arkadaşlar bunlar. Rojbin Perîşan, Mizgîn Ronak, erd Agron, Menaf Osman... Daha birçok isim sayabilirim. Bu yazarlar dil ve tarz bakımından özgünlüklerini yaratabilmiş, koruyabilmiş yazarlardır. Öte yandan yazın alanına yeni giren ama buna rağmen kendilerine has tarzlarını oluşturabilen isimler de mevcut. İmkanlar çok çok kısıtlı. Bu denli imkansızlıklar olmasaydı her şey çok daha hızlı ve layıkınca olurdu. 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.