10 ay, 30 yıldan uzun geldi

Dosya Haberleri —

Kamuran Reşit

Kamuran Reşit

30 yıl 8 ay Türk zindanlarında kalan Kamuran Reşit, Suriye'de çetelere teslim edilişini ve sonrasında yaşadıklarını anlattı:

  • Abartmadan söyleyeceğim bu 10 ay, 30 yıldan daha uzun geldi. İlk kez bu düzeyde Parti’yi temsil etme sorumluluğuyla karşı karşıya kaldım. Doğru yaklaşıyor muyum, yaklaşmıyor muyum, nerede nasıl tutum almalıyım gibi konuları sürekli düşünüyordum. O nedenle 30 yıldan daha ağırdı diyorum.
  • Gözlerim kapalıydı. Bu şartlarda sorguya alındım. ‘Senin düzeyinde biri için biz de Kandil’de olan bir MİT üyesini istiyoruz’ diyorlardı. ‘Eğer PKK karar verir bir MİT üyesini verirse seni bırakırız’ diyorlardı. ‘Yoksa böyle elimizde kalırsın, dosyan elimizde’ diyorlardı.
  • 8 Aralık günü Beşar Esad rejimi düştüğünde zindanın kapısı kırıldı. Birileri gelip benim kapımı da açtılar. Benim kim olduğumu bilmeden, bütün kapıları açtıkları için benimkini de açtılar. O gün MİT görevlileri Şehba’ya geçmişlerdi. Kapı kırılınca ilk önce oyun zannettim.

ROZAN ARVÎN

Efrînli devrimci Kamuran Reşit, 1993 yılında Kuzey’de esir düştü, 30 yıl 8 ay Türkiye zindanlarında kaldıktan sonra tahliye edildi. Suriye vatandaşı olduğu için 35 gün geri gönderme kampında kaldıktan sonra Türk devletinin himayesinde Cerablus’taki çetelere teslim edildi. Burada 10 gün süren işkenceden sonra Türk MİT’i kontrolündeki yerde tutuldu. Beşar Esad düştüğünde bir tesadüf sonucu zindandan çıkan Kamuran Reşit “Burada geçirdiğim 10 ay, 30 yıldan daha uzun geldi’’ dediği işkence ve zulümle geçen günleri gazetemize anlattı.

Kürt Özgürlük Hareketi’yle tanışmanız nasıl oldu?

1971 yılında Efrîn’in Raco ilçesinde doğdum. Şehirden çok ilçede yaşadım. 1990 sonunda Lübnan’a gittim, orada Parti’ye katıldım. Katılmadan önce cephe faaliyetlerinde yer aldım. 1993 yılında Adıyaman bölgesinde gerilla faaliyeti yürütürken tutuklandım.

Mücadeleyi tanımadan önce örgütlü ve ulusal bir bilinç yoktu. Kürtlük bilincimiz Newrozlarda öne çıkıyordu. Ayrıca bazen olaylar yaşanıyordu Kürtler ve Araplar arasında, okulda çelişkiler yaşanıyordu. Kendi dilimizle değil, Arapça konuşmamız dayatılıyordu. Dilimizi konuştuğumuzda sorun oluyordu. Arapça konuşmadığımızda okulda kabul edilmiyorduk. Bu durum Kürtlüğe aidiyetimizi daha da güçlendiriyordu. Efrîn toplumunu en fazla etkileyen olay Halepçe katliamıydı. Şeyh Hanif adında bir şeyh vardı, Halepçe katliamından sonra ‘Saddam Müslüman olduğunu söylüyor, İslam’ı temsil ettiğini söylüyor eğer Müslümanlık buysa ben bu İslam’ı yapmam, bırakıyorum’ dedi. Bu durum toplumu çok etkiledi. Buna benzer örnekler Kürtlük duygularını geliştirdi.

86 yılında Efrîn’de bir alanda Newroz kutlamasında halka saldırmışlardı. Şam’da yapılan saldırıda Kürtler Saray’a doğru yürüyünce 12 yaşında bir kız çocuğu katledilmişti. Buna benzer olaylar olunca, kendimize soruyorduk biz neredeyiz diye?

Ardından arayışlarım gelişti. Arkadaşları gördüm daha sonra. Katılmak istediğimi söyledim. Bana ‘neyimize katılmak istiyorsun’ dediler. Ne diyeceğimi bilmiyordum. Fakat arkadaşların oturuş, kalkış, konuşma, hal-hareketi vb. çok etkileyiciydi, toplumdaki diğer insanlar gibi değillerdi. Devrimcilik, Kürtlük, Kürdistan heyecan uyandırıyordu. Gerilla, Kuzey’de yaşanan savaş, halk serhildanları hepimizi etkiliyordu. Berivan arkadaşın etkisi, Zekiye Alkan arkadaşın eylemi, Agit arkadaş çok etkiledi, bakış açımızı geliştirdi.

Önderlik’ten bahsediliyordu ama gizli bahsediliyordu; Kürtlerin önderi olduğu söyleniyordu. Yaşanan şahadetler, serhildanlar çok etki yaratıyordu ve katılımı güçlendiriyordu. Bu bilinç ile gerillaya katılım yapma kararı aldım. Belli bir süre halk çalışması yürüttüm. Önderlik videoları, gerilla yaşamını anlatan videoları, Avrupa’da yapılan kutlamaların videolarını halk içerisinde izlettiriyor ve propaganda çalışması yapıyorduk. Halk, Önderliğin söylediklerini tam anlamasa da Önderliğin duruşu, üslubu, heybeti çok etkiliyordu. Gerilla da zaten kendi çocuklarıydı, etkileniyordu halk.

Katılımınız ve ilk yıllarınız nasıl geçti?

Video izlettiğimiz bir evde evin annesi beni çağırdı ‘sen daha küçüksün, büyüdükten sonra git’ dedi, ben de ben büyüyene kadar devrim olur dedim. Çok acele ediyorduk. Dünya deneyimlerinden böyle öğrenmiştik. Devrimlerin hızlı yapıldığını düşünüyorduk. Ben her ne kadar dağa gitmeyi çok istesem de beni almadı arkadaşlar. Çalışmalar içerisinde kalmamı söylediler. Ben ise askeri yönü ön plana çıkarıyordum. Siyasi, ideolojik çalışmaları önemsemiyordum. Önemli olanın askerlik olduğunu düşünüyordum. Kabul edildiğimde kendimi hazırladım.

Fabrikaya (meşgel) gittim, 5-6 ay kaldım. İlk katılımım orada oldu. 1990 sonbaharındaydı. Fabrika sebze-meyve yeriydi. Orada temizlenip, ayrıştırılıyor paketlenip diğer ülkelere gönderiliyordu. Büyük bir yerdi. Emeği öğrenmemiz, zor koşullara hazırlanmamız için önce burada çalışıyorduk. Yine proletarya partisi olduğumuz ve onun mücadelesini anlamamız, işçi-patron arasındaki ilişkiyi öğrenmemiz için burada çalışıyorduk. Çalıştığımız yerde kadın ve erkek beraber çalışıyordu. Burası karşı cinse yaklaşım anlamında da bir öğrenme yeriydi. Bir kişinin yanlış bir yaklaşımı olursa hemen evine gönderiliyordu. Şimdiki gibi mücadele etme, platform, bilinçlendirme vb. olmuyordu. Nereden geldiysen oraya git deniliyordu. Dört arkadaş ile 5-6 ayda düzenlememiz oldu. Bunun heyecanı çok farklıydı. İnanmıyorduk gideceğimize. Önderliği görmek hayal gibiydi.

 

 

Bu süreçten sonra Önder Apo’nun yanına gittiniz. Önder Apo’nun arkadaşlara, halka, eğitime yaklaşımı nasıldı ve sizin üzerinizde nasıl bir etki yarattı?

6 Mart 1991 tarihinde Akademi’ye gittim ve iki devre kaldım. Bir devre eğitim, bir devre de Önderliğin yanında güvenlik olarak kaldım. Önderliğin güvenliğinde olmak bir yandan sevinç kaynağı bir yandan da sorumlulukları arttırıyor. 24 saat sorumluluk altındayız. Zihniyet, duygu, yaşam boyutunda hem öğreniyorsun hem de bir şeyler yapmak istiyorsun. Bu insana öğretiyor. Önderliğin sadece bir şeyinden değil her şeyinden etkileniyorsun. Oturuşundan kalkışına, yaşamına her şeyinden etkileniyorsun. Önceden Önderliği, devlet başkanı, aşiret reisi, evin babası vb. olarak kafanda canlandırıyorsun ama Önderliği görünce bunların hiçbiri ile ilgisi olmadığını görüyorsun, hiçbirine benzemiyor.

Bireysel, kendine göre, bürokrat, üstten bakan, sadece söyleyen biri değil, aksine her şeyin içerisinde yer alıyordu. Akademide 'rojbaş' saat 6’ydı. Önderlik 5’te kalkıyordu. Günde sadece 3-4 saat yatıyordu, 3-4 saat üst üste eğitim veriyordu arkadaşlara. Eğitime de yoğunlaşarak, derinleşerek geliyordu. Savaş, siyaset, arkadaşların durumu vb. her yönüyle mücadele yürütüyordu. Geleneksel toplumun olumsuz özellikleri, sistemin oluşturduğu olumsuz özellikler, düşmana karşı mücadele iradesi oluşturmak için eğitim veriyordu. Ardından arkadaşların yanına gidip ayrıca ilgileniyordu. Herkes dinlenirken Önderlik ya okuyordu ya da gelen raporları okuyordu, akşam yine eğitim veriyordu.

Önderliğin yanında olmak büyük bir şanstır. Bununla beraber Önderliğin sürekli mücadeleden, savaştan, Kürdistan’ın özgürlüğünden bahsetmesi, bende savaşa gitme isteği ve sorumluluğunu yerine getirme isteğini daha fazla geliştiriyordu. Önderlik arkadaşların savaşa gidip erken şehit düşmesine çok öfkeleniyordu. Çok yönlü bir kişilik Önderlik. İki yüzlü insanlardan çok rahatsız oluyordu. İnsanların hareketlerine bakıp çözümleme yapıyordu. Devrimcilerin doğal olması gerektiğini belirtiyordu.

Önderlik düşünce ve yaşamıyla öncülük ediyordu. Kendisinde yaptığı değişimlerle halkı etkiliyordu.

Gerçekten biz Önderliği anlamıyorduk ama pratikte yanlış bir şey olduğunda 'Önderlik bunu anlatmak istiyordu', diyorduk. Aslında o zaman anlam verebiliyorduk. Mesela Önderliğin güvenliğinde yer aldığım zamanlarda Önderlik 'Sizler Önderliği silah ile değil onun fikirleriyle savunacaksınız' diyordu. ‘Tekniki anlamda sizin fedai olduğunuzu biliyorum ama önemli olan bilinçle Önderliğin düşüncelerine sahip çıkmaktır’, diyordu. Gerçekten Önderlikle kalmak büyük bir şanstı.

Gerilla olarak Kuzey alanlarında mücadele etmeye başladığınızda ne hissettiniz?

Biz gerilla olarak Kuzey’e geçtiğimizde her şeyden önce eğitim gördük. Gittiğim alan Tolhildan alanıydı. Orada arkadaşlar çok çabuk şehit düşüyordu. Orada iki ay kalmak bile bizim için büyük bir zaferdi. Biz böyle değerlendiriyorduk. En azından iki ay bile bir katkımız olsa bizim için iyidir, diyorduk. Gittiğimiz alanda düşmanın yıllarca üzerinde oynadığı toplumsal bir gerçeklik vardı. Çelişkiler ile örülmüş bir halk gerçekliği vardı. Farklı dünyalar oluşmuştu. Bunları birleştirmek devrimci sorumluluktu, biz bunları görebiliyorduk. Aslında insanlarımız hem duygu hem zihin olarak parçalanmış ve birbirine karşıt hale getirilmişti. Bu düşmanın politikasıydı. Bunu derinden görebiliyorduk. Onun için bu gerçeklik ve derin sorunlara karşı devrimci sorumluluğumuz daha çok ön plana çıkıyordu. Önderlik diyordu; ‘Sorunlardan korkmamalı insan, sorunların üzerine gitmeli’. Önderliğin bu sözü gerilla yaşamında bir ilkeye dönüşüyordu.

 

 

Ne kadar süreyle bu bölgelerde çalışma yürüttünüz?

Bir buçuk yıl Antep, Maraş, Adıyaman, Malatya’da çalışma yürüttüm. Ama daha çok Adıyaman'da çalıştım. 18 Mayıs 1993'te yakalandım ateşkes sürecinde. Yakalandığım zaman sorgu ve işkenceye götürüldüm. O dönem kaçan iki kişi hem işkence hem de sorguma girdi. 16 gün işkencede kaldım. Ardından tutuklandım.

Cezaevi bize anlamsız geliyordu. Biz daha çok şehadeti düşünüyorduk, savaşıp ölecektik. Yaklaşımımız buydu. Ama orada bir direniş vardı. Kemal Pir ve Hayri Durmuş arkadaşların yürütmüş olduğu direniş ve maneviyat vardı. Bunu kabul etmediğin zaman bu anlamı göremiyorsun ve bireysel yön ön plana çıkıyor.

Cezaevinde komünal bir yaşam vardı. Rojavalı olduğum için arkadaşlar bana ayrıca destek oldu. Yani orada ben anlayışı yoktu, bir kültür vardı her şeyden önce, kendini bir kenara bırakıp yoldaşını düşünmek vardı. Aslında zindanda bile kültürümüz bireyciliği kabul etmiyordu.

Şehitlere bağlı olmak her zaman esas aldığımız temel çizgidir. Yani cezaevine girmek devrimciliğin ve savaşın bittiği anlamına gelmiyor. Ben de bu psikolojiye girdim kimi zamanlar. Çünkü örgütü sadece savaşmak ile bir tutuyorduk. Düşmana karşı tutum belirlemek bizi güçlü kılıyordu ama Önderliğe karşı komplodan sonra epey zorlandık. Zaten en çok zorlandığım dönem de oydu. Sanki her şey bitti gibi bir psikolojiye girdik. Önderliğin yakalanmasından sonra yaşayıp yaşamamanın bir anlamı yoktu bizim için. Önderliğin bütün açıklamalarına rağmen biz bunu aşamıyorduk. O zaman Güneşimizi Karartamazsanız eylemleri oldu, bu sürece büyük bir cevaptı. Benim de en zorlandığım dönem buydu. ‘Önderliksiz yaşam olmaz’ sloganı biraz bunu tarif ediyordu.

Yine F tipi cezaevleri açıldığı zaman da zorlandık. Komün yaşamını kurmaktan çok birbiriyle uğraşmayı ön görüyordu. Biz bunu epey bir yaşadık. Ve Önderlik buna müdahale edip devrimciliğin her yerde olması gerektiğine dair değerlendirmeler yapınca biraz rahatladık. Önderlik mekansal zorluğu devrimci mücadele için akademiye dönüştürdü.

30 yılı doldurduğunuzda tahliye süreciniz nasıl gelişti?

30 yılı tamamladıktan sonra bana pişmanlık dayatıldı. Ben pişmanlığı kabul etmediğim için tutsaklığımı 8 ay daha uzattılar. Cezaevinden çıktıktan sonra 35 gün geri gönderme kampında kaldım, sonra beni Cerablus sınır kapısından teslim ettiler. ‘Diğer sınır kapılarından vermeyiz, Suriye rejimine teslim etmeyiz güvenlikli değil’ dediler. O nedenle çetelere teslim ettiler. Bana 10 gün işkence yaptılar. 15 Şubat 2024 tarihinde teslim edilmiştim. Orada bana işkence yapıldı. Elbiselerimi aldılar ve çıplak halde ıslak bir battaniyede o soğuk ortamda tuttular. Midemde korkunç sancılar oluyordu ve kanama yaşadım iki defa. Öleceğimi düşünüyordum.

Daha sonra beni oradan alıp Türk MİT’ine ait bir yere götürdüler. Bir ahıra benziyordu. Beni tek başıma bir odaya koydular. Orada kaldığımın 5. günü yani 28 Şubat'ta biri gelip bana ‘Türkçe biliyor musun’ diye sordu. O zaman çetelerin değil Türk devletinin elinde olduğumu anladım. Çünkü iyi Türkçe bilen biriydi. Gözlerim kapalıydı. Bu şartlarda sorguya alındım. ‘Senin düzeyinde biri için biz de Kandil’de olan bir MİT üyesini istiyoruz’ diyorlardı. ‘Eğer PKK karar verir bir MİT üyesini verirse seni bırakırız’ diyorlardı. ‘Yoksa böyle elimizde kalırsın, dosyan elimizde’ diyorlardı.

Tartışmadan sonra bir yerde gözümü açtılar. Masanın üzerinde silah, hançer gibi aletler vardı. Yani seni öldürebiliriz mesajını vermek istiyorlardı. Görüntüde çetelerin elindeydim ama esasta MİT beni sorguluyordu. Ve mafyatik bir tarz esas almışlardı. 15 günde bir MİT üyeleri gelip beni sorguya alıyorlardı. Kaldığım yer çetelere ait bir zindandı ama MİT’in bir hücresi vardı orada.

Yani siz böyle bir süre orada rehin kaldınız öyle mi?

1 Haziran'dan itibaren 3 ay boyunca gözüme uyku bile girmedi. Sağlık sorunum yoktu ama saatlerce yerimden kalkamıyordum. Çok ağır koşullarda kalıyordum. Orada 10 ay boyunca kaldım. Çocukluğum, Önderlik Akademisi’nde yaşadıklarım, zindandaki arkadaşlar, şehit arkadaşlar aklıma geliyordu. Bunlar beni ayakta tutuyordu. Hatırladıkça seviniyordum, demek ki hala ayaktayım ve kendimi kaybetmemişim diyordum.

Abartmadan söyleyeceğim bu 10 ay, 30 yıldan daha uzun geldi. İlk kez bu düzeyde Parti’yi temsil etme sorumluluğuyla karşı karşıya kaldım. Doğru yaklaşıyor muyum, yaklaşmıyor muyum, nerede nasıl tutum almalıyım gibi konuları sürekli düşünüyordum. O nedenle 30 yıldan daha ağırdı diyorum.

Bu süreçten nasıl kurtuldunuz?

8 Aralık günü Beşar Esad rejimi düştüğünde zindanın kapısı kırıldı. Birileri gelip benim kapımı da açtılar. Benim kim olduğumu bilmeden, bütün kapıları açtıkları için benimkini de açtılar. O gün MİT görevlileri Şehba’ya geçmişlerdi. Halkımız Şehba’yı bırakıp gidiyordu MİT elemanları çok mutluydu. Bu atmosferde gidip farklı arkadaşları yakalayabilir miyiz diye harekete geçmişlerdi. Kapı kırılınca ilk önce oyun zannettim. Önce dediler ki Beşar düşmüş o nedenle af çıkmış. İmza atıp çıkabilirsiniz demişler. Fakat sonra bu durum değişmiş. Kimseyi bırakmayacaklardı ama cezaevi yönetimi herkes gidebilir tavrını takındı fakat bir şey olursa biz bir şeyden haberdar değiliz dediler. Biz çıkınca biraz temkinli çıktık. MİT bu kaçış olayını duyunca Bab'tan askerlerini toplayıp getirmişti. O askeri grup önümüzden geçip cezaevine gitti. Şehir merkezinde önümüzden geçmişlerdi, zindan ise Rai kasabasının dışındaydı. Oraya vardıklarında hala orada olan 200-300 kişiyi tekrar hapse koydular. Ben ise oradan kaçabildim ve Şêxmeqsûd’a ulaştım.

 

***

Anılarını kitaplaştırdı

Cezaevinde kaleme aldığınız kitaplardan da bahsedebilir misiniz?

Cezaevinde ‘Dilopek Berxwedan’ ismiyle zindan anılarını içeren bir kitap, Önderliğin güvenliğindeyken Önderlikle anılar üzerine ‘Leşkeren Serok Apo’ adıyla bir kitap yazdım. Bu kitabın başlığını Mele Abdurrahman Timoqi’nin sözünü alıntılayarak koydum. ‘Lawike çiyaye Kurmenc’ adıyla kendi yaşamımı anlatan bir kitap daha yazdım ama dışarıda yakalandığı için basılamadı. Zindanda kitap yazmak çok zordu. Gardiyanlar baskın yapıp el koyuyordu ve zorluk oluşturuyordu. Bu nedenden dolayı birçok arkadaş yazmak istemiyordu.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.