102 yıllık Cumhuriyeti nasıl bilirdiniz?

Hüseyin GEDİK yazdı —

  • Ceberut bir sistem haline gelmiş, tek kişiye dayanan ve parti devleti olarak telaffuz edilen Türkiye Cumhuriyeti, kuruluş temelinden başlayarak, tekçiliğe dayanan yasalardan ayıklanmadığı müddetçe halka ve millete hiçbir faydası olmayacaktır.

Osmanlı bakiyesi üzerine Türkiye devleti kurulurken ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’, ‘Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir’, ‘Türkiye Devleti’nin dini İslam, resmi dili Türkçedir’, cümleleri Cumhuriyetin kuruluş temelini oluşturmuştur.

Hukuk, adalet, sosyal devlet ve laiklik ise sonradan monte edilmiş ve cumhuriyeti taşıyan kolonlar olarak saplanmıştır. Cumhuriyetin kuruluşu vesilesiyle, iktidar ve muhalefetiyle bütün siyasiler, cumhuriyete ilişkin uhdesinde ne kadar tumturaklı söz varsa hepsini tükettiler. Bütün cumhuriyet bayramlarında klişeleşmiş, ne kadar bayatlamış beyanat varsa tekrarlayıp duruyorlar.

Cumhuriyetin kuruluşuna biraz daha yakından bakmakta yarar vardır. Cumhuriyetin ilanı elbette Osmanlı idaresinden daha iyi ve çağdaş bir yönetim anlayışının benimsenmesidir. Ne yazık ki, Türkiye’de ki cumhuriyet, padişahlık ve hilafetten vaz geçilirken yerine konulan çokluğun diktası oldu. Yani padişah yerine bir zümrenin (çokluğun) iktidarı şekillendi.

Türkiye’deki cumhuriyet idaresi, 1946 yılına kadar tek parti yönetimi altında inleyen bir kuruluş hikayesine sahiptir. Cumhurun seçtiği tek parti aynı zamanda muhalefetsiz tek parlamentodur. Çokluğun diktası dediğimiz bu durum 1946’da çok partili parlamenter sisteme, alternatifli siyasi partilere geçiş yaptı. Ama çokluğun iktidarı olmaktan kurtulamadı.

Türkiye Cumhuriyeti’nin tek partili yönetimi iktidardan düştü ama ruhu iktidarda olmaya devam etti. Tek parti dönemi kapandı sanıldı ama oluşan muhalefete, alternatif siyasete bir türlü alışamadı. Muhalefet ve alternatif siyaset dediğimiz de hayırla yad edeceğimiz bir muhalefet olmaktan uzaktır.

Çok partili siyasete had bildiren, ayar veren ve Demokles’in kılıcı gibi hep var olan cumhuriyetin asker bekçileri, Osmanlının yıkıntıları üzerine kurulmuş ve zemini zaten çürük olan cumhuriyete habire müdahale ederek iyice sakat bıraktılar. 1960, 1971, 1980 askeri darbeleriyle, 1996 ve 2007 ordunun post modern darbeleriyle Cumhuriyet tanınmaz hale geldi.  

Cumhuriyet’in ilk kuruluşundaki ‘Dini İslam, resmi dili Türkçe’ ibaresi, daha sonra tek tipleştirilen tanımıyla ‘tek devlet, tek bayrak, tek millet, tek vatan’ nakaratı eklenerek Atatürk’ün ‘Ne mutlu Türk’üm’ sözüyle perçinlenmiş oldu. Bu tek tipleştirme hikayesi cumhuriyetin en temel sorunları haline geldi.

Kürtler ve Aleviler cumhuriyet tanımında yer almadılar. Atatürk, İzmir iktisat kongresinde her ne kadar söz düzeyinde Kürtlere atıfta bulunmuşsa da bu hiçbir zaman gerçekleşmemiştir. Yurt savunmasının asıl gücünü oluşturan Kürtler, Sivas ve Erzurum Kongreleri’nde savaş cephelerinde, cumhuriyetin kuruluşunda en temel güç olurken, cumhuriyetin tanımında yer alan teklik ilkelerinde görüldüğü gibi dışlanmış oldular.

Cumhuriyet kurulduktan sonra Kürtler ve Aleviler sadece dışlanmakla kalmadılar, katliamlarla imha sürecine tabi tutuldular. İnkâr, imha ve asimilasyon politikalarıyla Kürtlerin varlığına son veren özel kanunlar yürürlüğe konuldu. Şark Islahat Planı, Takriri Sükûn Yasası gibi yasalarla, dil-kültür yasaklamalarıyla Kürt’ü tanınmaz hale getirdiler.

Cumhuriyetin son yarım yüzyılında ortaya çıkan Kürt Özgürlük Hareketi, sakat doğan Cumhuriyet’e bir müdahaledir. Cumhuriyetin kuruluş temelinde kanıyla canıyla, harcı olan Kürtlerin, anayasa ile varlığı inkâr edilerek dışlanması, düşmanlaştırılması, sürekli ayrılıkçı muameleye tabi tutulması, varlığının Cumhuriyet için potansiyel tehlike haline getirilmesi, cumhuriyetin kendisine de çok zarar vermiştir.

Cumhuriyet gerçek anlamda, ‘egemenliğin kayıtsız şartsız milletindir’ sözü asla gerçekleşmedi. Geldiğimiz aşamada ise, hukuk, adalet, sosyal devlet, laiklik ilkeleri de yerde sürüklenerek tanınmaz hale gelmiştir. Türkiye’de kurulan idari sistem cumhuriyetten başka her şeye benziyor. Günümüzde ise Siyasi İslam ve milliyetçiliğin kader birliğiyle zincire vurulmuştur. Dönüp gerilere baktığımızda kocaman 102 yıl ne yazık ki heba edilmiştir.  

Cumhuriyet, dikiş tutmayan yasal değişiklikleriyle kırk yamalı bohçaya dönmüş anayasasıyla yüzleşmediği müddetçe hep sorunlu olarak kalacaktır. Çağdaş, demokratik bir cumhuriyetin inşasını gerçekleştirmek için bünyesinde yer alan dini ve etnik farklılıkların resmen tanınmasıyla mümkün olacaktır.

Cumhuriyete en fazla sahip çıkmak adına yola çıkanlar cumhuriyetin çanına en fazla ot tıkayanlardır. Ulusalcılık, Kemalizm, milliyetçilik adına Atatürk’ü cumhuriyetin tanrısı yaptılar, kendilerini de cumhuriyetin peygamberini ilan ederek muasır medeniyetin gerisine savruldular. Bu cumhuriyetin cumhura bile faydası kalmamıştır.

Ceberut bir sistem haline gelmiş, tek kişiye dayanan ve parti devleti olarak telaffuz edilen Türkiye Cumhuriyeti, kuruluş temelinden başlayarak, tekçiliğe dayanan yasalardan ayıklanmadığı müddetçe halka ve millete hiçbir faydası olmayacaktır.

Cumhuriyet denilen kavram, Türkiye’de kurulan cumhuriyet ile alakası yoktur. Politik kitleler olmayınca demokrasi olmaz, demokrasi olmadan cumhuriyet olmaz. Demokratik Cumhuriyet olmadan hak, hukuk, adalet asla olmaz.

Tek çare, cumhuriyetin demokratikleştirilmesidir. Bunun yegâne çaresi de Kürt barışıyla birlikte etnik ve inanç farklılıkların temel haklarına kavuşması ve yeni bir anayasa ile güvence altına alınmasıdır. Aksi takdirde yeni yüzyılın da heba olması demektir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.