4 kuşak sonra da 'Trabzonluyum' diyorlar

Dosya Haberleri —

.

.

  • Dünyanın neresinde bir Pontoslu Rum’a rastlar ve “Nerelisiniz?" diye sorarsanız alacağınız yanıt "Trabzonluyum", "Samsunluyum", "Giresunluyum" vb. olacaktır. Üstelik dedelerinden bu yana o toprakları hiç görmemişlerdir ama oralı olduklarını söylerler. Bu, bir özlemi ifade ediyor tabii ama onlar da biliyor ki bugün dönseler de orada yaşama şansları yok.

MIHEME PORGEBOL/MILTIADIS TSIXLANANTI

Kuruluşundan bugüne Türkiye Cumhuriyeti devletinin tarihi, katliam ve soykırımlarla doludur. Başta Ermeniler, Süryaniler, Êzîdîler ve Kürtler olmak üzere Anadolu'da yaşamını sürdüren neredeyse bütün kimlikler, Türkiye Cumhuriyeti devletinin katliamcı ve soykırımcı karakterinin kurbanı olmuştur. Birinci Dünya Savaşı'nın ilk yıllarında tüm dünya o güne dek eşi benzeri görülmemiş kanlı bir savaşla boğuşurken Anadolu'da da kurulacak olan Türk ulus devletinin temelleri atılmaya başlanmıştı. 1915 yılında milyonlarca Ermeni’nin  kurban edildiği Ermeni Soykırımı'yla ayan beyan ortada olan Türkiye Cumhuriyeti'nin soykırımcı tarafı, o günden bu yana kendini göstermekten geri durmuyor.

Türk ulus devletinin kanlı tarihinde yer edinen soykırım pratiklerinden biri de 1919 yılında gerçekleştirilen Pontos Rum Soykırımı. Her ne kadar Türk resmi kaynakları bu kırım esnasında 11 bin 181 kişinin öldürüldüğünü söylese de katliamın tanıkları ölü sayısının 353 bin, kimi tarihi belgeler ise 450 bin ila 750 bin arasında olduğunu söyler.

Pontos Rum Soykırımı sırasında yaşanan ölümler kadar acı verici bir diğer gerçek ise binlerce yıl boyunca yaşadıkları Doğu Karadeniz bölgesinde bugün hiçbir Rum'un kalmamış olması. Soykırımla birlikte uygulanan tehcir ve sürgün politikaları, Anadolu’nun en eski halklarından biri olan Pontos Rumlarının vatanlarını terk etmelerine sebep oldu. 
Pontos Rumları ve 19 Mayıs 1919 Pontos Rum Soykırımı hakkındaki araştırmalarıyla bilinen yazar Tamer Çilingir'le Pontos Rumlarını, soykırımın ayrıntıları ve soykırım sonrasında dünyanın dört bir yanına yayılan Rum gerçekliğini konuştuk. Çilingir, Türkiye Cumhuriyeti'nin soykırımlar üzerine inşa edildiğini vurgulayarak "Kurtuluş Savaşı öyle yedi düvele, emperyalizme karşı yürütülmüş bir savaş değil, Rumlardan kurtulma savaşıdır" diyor.

Pontos coğrafyasını tanımlayabilir misiniz? Hangi alanları kapsıyor? Soykırımdan önce Pontos coğrafyasında hangi halklar yaşıyordu? Sosyal yaşamları nasıldı?

M.Ö. 281 ile M.S. 62 yılları arasında varlık sürdürmüş Pontos Krallığından ötürü bugünkü Sinop’tan Rize’ye kadarki kıyı şeridi ile Tokat, Sivas’ın kuzeyi, Amasya, Gümüşhane ve Bayburt’u içine alan bölge, günümüze değin Pontos olarak anılır. Önce Roma, daha sonra Osmanlı egemenliği altında kalmış olsa da 3 bin yıllık geçmişinde Helen kültürü hakimdir.

Soykırıma kadar Pontos’ta yaşayan nüfusun büyük çoğunluğu Hristiyan Ortodoks ve Müslüman Rum/Helenlerdi. Rumların dışında Hristiyan olarak Ermeniler, Müslüman Çerkesler, Gürcüler ve bilimsel bir karşılığı olmamasına rağmen bugün kendilerini Çepni Türk’ü olarak tanımlayan azınlık bir kesim de yaşamaktaydı.

Roma döneminde Hristiyanlığa zorlanan, her türlü baskı altında ezilen Pontoslu Rumlar/Helenler, Osmanlı işgali sonrasında bu kez de Müslümanlığa zorlanmış ve Roma'nın o günkü modern versiyonu olan Osmanlı tarafından dilleri, inançları, kültürleri yok edilmeye çalışılmıştı.

20. yüzyıla gelindiğinde bu coğrafyada Hristiyan ve Müslüman inancından Rumlar/Helenler, dillerini, geleneklerini hala yaşıyor olmalarının yanı sıra Pontos'un şehir ve kasabaları Avrupa şehirlerini aratmayacak denli modern özelliklere sahipti.

Dünyanın neredeyse bütün dillerinin konuşulduğu limanları vardı Pontos'un. Trabzon ve Samsun limanları yüz yıllarca ticaret gemilerinin uğrak yeri idi ve dünyanın her yerinden tüccarlar bu şehirde konaklarlardı.

Dünyanın orta yeri idi Pontos; Asya'dan Avrupa'ya, Afrika'ya, Ortadoğu'ya; kuzeyden güneye, doğudan batıya ulaşabilmek için kullanılan çok önemli bir geçiş noktası ve ticaret merkezi idi.
Bütün yağmalara, işgallere rağmen şarapları, yemişleri, doğası ve insanı ile herkesi büyüleyen bu kayıp ülkenin şehirleri, 19. yüzyılda aydınlanmanın merkezine dönüşüyordu.
Trabzonlu Besarion'un tüm Avrupa'yı Orta Çağ karanlığından çıkaran Rönesans'ı yeniden biçimlendirme rolü, bu kez Pontos'u aydınlatıyordu. Pontos'un şehirli, kasabalı, köylü kadın ve erkekleri yazdıkları şiirlerle, şarkılarla ve oynadıkları sokak tiyatrolarıyla; taş ve seramik ustaları, ürettikleri eserlerle dünyanın geçmişi ile o günü arasında yeniden bağ kuruyor, aydınlanmanın öncülüğünü yapıyorlardı.

Genç kadınlar Karadeniz kentlerinde okuma imkanına sahipti. Trebizond (Trabzon) Kız Okulu, 1846 yılında faaliyete başlamış ve daha sonra 1873 yılında Argyroupolis (Gümüşhane) Kız Okulu kurulmuştu. Sonra kız çocukları için diğer şehirlerde de okullar açılmıştı. Sinop, Amasya, Ordu, Safranbolu, Giresun gibi birçok Karadeniz kentinde genç kadınlar, erkekler gibi ücretsiz okuma hakkına sahipti ve bu genç kadınların sayıları giderek artıyordu. 1870 yılında 250 öğrenci Trabzon'da öğrenim görürken 1880 yılında bu sayı 738'dir. Gümüşhane'de 1874'de 28 olan öğrenci sayısı, 1906'da 100'e ulaşmıştı. Aynı yıl Trabzon'da kurulan Kadın Dayanışma Derneği, kadın hakları konusunda mücadele yürüten ilk örgütlenme özelliği taşıyordu. Genç kadınlar, bu okullarda sadece dikiş nakış gibi cinsiyetlerine yönelik dersler değil; ekonomi, matematik, fizik, tarih, coğrafya, Fransızca gibi konularda da eğitim görüyordu.

Gece gündüz sokaklarından müzik sesleri gelen Pontos'un şehirleri, kütüphaneleriyle, kitap kulüpleriyle, okullarıyla ışıl ışıl parlıyordu. Hastaneleri Avrupa'nın modern hastaneleri ile aynı ayarda idi. Genç kadın ve erkekler artık sadece kemençe değil, piyano ve keman da çalıyordu.

Pontos’un limanlarında artık Fransızca, İtalyanca, Helence, Rusça, İngilizce ve Türkçe gazeteler satılıyordu. Öyle ki ticaret erbabı Cenevizliler, denizcilik terimlerine Pontos ile ilgili yeni bir terim katacaktı: “Yolunu şaşırmak” manasında kullanılan bu İtalyanca terim, yüzyıllar boyunca dünyanın neresinde olursa olsun gemicilerin dilinden düşmeyecekti: “Perdere la Trebisonda” (Trabzon'u kaybetme).

Aynı coğrafyanın demografik ve sosyal yapısının bugün geldiği durum ne?

Bu sorunun yanıtını vermek gerçekten çok zor. Ne sosyolojinin, ne tarihin, ne de politika bilimlerinin içinden çıkabileceği bir durum olduğunu sanmıyorum. Az önce söz ettiğim bütün o güzellikler ve ilerlemeler, soykırımın sadece bir ulusun soyunun kurutulması anlamına gelmediğini de gösteriyor ki aynı zamanda 3 bin yıllık tarih ve kültür de imha edildi.
Bugünkü demografik yapıda artık Hristiyan inancına sahip uluslar yok. Rumların geride kalanları Müslümanlaştırılmış ve Türkleştirilmiş durumda. Geçmişinden koparılmış, başkalaştırılmış, yozlaşmış bir çoğunluk haline gelinmiş ne yazık ki. 

Pontos Rumları 19 Mayıs gününü soykırım günü olarak görüyorlar. Diğer yandan Türkiye Cumhuriyeti de 19 Mayıs'ı bir bayram olarak kutluyor. Kimi zaman Türkiye’de provokasyon maksadıyla bilinçli olarak bu tarihin seçildiği de söyleniyor. Bize 19 Mayıs günü üzerinden süren bu tartışmayı biraz açar mısınız? Neden 19 Mayıs?

Bence ortada provokasyon falan yok. Cumhuriyetin kurucuları açısından 19 Mayıs gerçekten bir kurtuluş savaşını işaret ediyor ama bu Kurtuluş Savaşı öyle yedi düvele, emperyalizme karşı yürütülmüş bir savaş değil, Rumlardan kurtulma savaşıdır. Soykırım sonrası da cumhuriyet kurulacaktır. Bu yanıyla bu tarih çok önemlidir ve tabii o günkü uluslararası konjonktürde ortaya çıkan durumdan da faydalanılmıştır. Buradaki çelişki, soykırımın politik arenada inkarıdır; yoksa tarih, Türkiye Cumhuriyeti’nin soykırım üzerine inşa edildiğini gösteriyor.

Son yıllarda Ermeni Soykırımı’na ilişkin akademi dünyasında birçok çalışma var fakat Pontos Soykırımı’na ilişkin çalışmaların oldukça sınırlı olduğunu görüyoruz. Bu durumun sebepleri nelerdir?

Dünya tarihçileri açısından 1914-1923 yılları arasında yaşananların ve özellikle de Pontos’ta yaşanan soykırımın Birinci Dünya Savaşı’nın gölgesinde kaldığını düşünüyorum. O günlerde onlarca coğrafyada yaşanan yıkımlar, alt üst oluşlar ve tabii özellikle de politik dengeler düşünüldüğünde bu, bir yere kadar anlaşılabilir diye düşünülebilir. Pontos Rum/Helen Soykırımı aynı zamanda yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu anlamına da geldiği için cumhuriyete biçilen misyon ya da cumhuriyetin kurucularına yüklenen “ilerici” ve “modern” kimlikler, soykırımla bağdaştırılmadı. -Ki zaten soykırım terimi de 1945 yılında Lemkin ile gündeme gelmişti ancak ilerleyen süreçte bu konuya dair araştırılmaların artmadığını görüyoruz. Bunun sebebi de açık ki güncel politikadan ve egemen devletlerden bağımsız bir akademik dünyadan söz etmenin mümkün olmaması.

Pontoslu Rumların diasporada kendilerini ifade etmede zorlandıkları da başka bir gerçek. Tabii onun da sebepleri var. Yunanistan’da yoğun olarak yaşayan Pontoslu sürgünler, 1970li yıllara kadar Yunanistan’da yaşanan faşist işgal, iç savaş ve cuntalar nedeniyle kendilerini ifade edecek örgütlenmeler oluşturamadı.

Türkiyeli akademisyenler ya da aydınlar açısından da mesele politikti. Cumhuriyete ve kurucularına ilerici misyonlar yükleyen bu kesimler, cumhuriyetin kurucularının işlediği soykırım suçunu görmezden geldi. Kemalizm, resmi devlet ideolojisi olmanın yanı sıra kendini sol, sosyalist diye tanımlayan kesimleri de etkilemişti ve bu kesimler de bu soykırımı dillendirmekten imtina ettiler.

Kimi zaman konuşmalarınızda ve yazılarında “Müslümanlaştırılmış” Rumlardan bahsediyorsunuz. Bu konuyu tarihsel hakikat ve toplumsal refleksler bağlamında biraz açabilir misiniz?

Osmanlı Tahrir defterleri incelendiğinde görüyoruz ki Pontos şehirlerinde 1461 yılına kadar tek bir Müslüman yaşamamaktadır. Buradaki Müslümanlaşmanın da peyderpey, özellikle de Hristiyanlara uygulanan vergi sistemiyle birlikte arttığı görülüyor. Tahrir defterleri, içe ve dışa göçleri, doğum ve ölüm kayıtlarını da içerdiğinden dışarıdan bir nüfusun bölgeye yerleşmediğini görüyoruz. Yani daha önce Hristiyan olan halk Müslümanlaşmış.

Soykırımın ardından Yunanistan ile yapılan mübadele (zorunlu göç) anlaşmasında da Hristiyan Rumlar sürgün ediliyor, Müslümanlaşmış Rumlar geride kalıyor. Bu yanıyla dillerini bugüne kadar taşımalarının yanı sıra Hristiyanlık, hatta Hristiyanlık öncesi kimi geleneklerin hala Pontos’ta yaşadığını da görüyoruz. Her yılın 13-14 Ocak günü yapılan Kalandar etkinlikleri, tabutsuz gömülmek, paskalya yumurtaları gibi belirgin örnekler bu kültürün soykırıma ve asimilasyona rağmen hala yaşadığının göstergeleri.

Pontos Rum Soykırımı’ndan sonra insanların başta Yunanistan ve Kafkasya bölgelerine olmak üzere göç etmek zorunda kaldığını biliyoruz. Bugün Pontos Rumları dünyanın nerelerinde yaşamlarına devam ediyor? Sayıları ne kadar ve nasıl yaşıyorlar?

1923 yılında mübadele ile Pontos’tan sürgün edilenlerin sayısı resmi rakamlara göre 190 bin civarında. Soykırım öncesi ve sonrası yurdunu terk etmek zorunda olanların sayısı ise 250 bin olarak tahmin ediliyor. Bugün Yunanistan’da 2 milyona yakın Pontoslu yaşarken dünya çapında toplam 2,5 milyon Pontoslu Rum’un sürgünde yaşadığını söyleyebiliriz. Yunanistan’ın dışında Pontoslu Rumların yoğun yaşadığı ülke Almanya. Ayrıca Avrupa’nın çeşitli ülkelerine dağılmış küçük bir nüfusun yanı sıra Avustralya ve Amerika’da da Pontoslu sürgünler var. Ayrıca Kafkaslarda ve eski Sovyet ülkelerinde de ciddi bir Pontos nüfusundan söz edebiliriz.

Hakkında erişilebilir veri ve belgenin daha çok olduğu diğer soykırım ve benzeri durumlarda trajik hikayeler yaşandığını biliyoruz. Örneğin 2014'teki DAİŞ saldırılarında Êzîdîlerin Arap komşularına dair anlatımları var. Ermeni Soykırımında yine komşulara dair travmatik anlatılar var. Pontos Rumlarının komşuları soykırım esnasında nasıl bir tutum sergilediler?

Pontos sürgünlerinin kimi anlatımlarına baktığımızda (bunlar 1921 yılında Kara Kitap adlı bir eserde yayınlandılar) bazı komşuların soykırımda çete ve askerlerle birlikte hareket ettiğini görüyoruz. Bunun yanı sıra benim araştırmalarımda öne çıkan bazı örnekler var. Trabzon’un tanınmış ailelerinden bazı insanlar, Hristiyan Rumlara ait bir tekneyi gasp edip bu insanları canlı canlı yakıyor ve mallarına el koyuyorlar. Yine Samsun ve Bafra’da tanınmış bazı aile mensuplarının bir kilisede yapılan katliamda baltalarla papazların kafalarını kestiklerine tanıklık edilmiş.
Bu tür örnekleri ortaya çıkarmak için kapsamlı bir araştırmaya ihtiyaç var ama şöyle bir gereklik de var ki, Pontos’ta cumhuriyet ile birlikte, yani soykırım ile birlikte birden zenginleşen aileler var. Bu ailelerin soykırım sürecinde masum olmadıkları açık.

Pontos davası, hiçbir zaman Yunanistan’ın davası olmadı

Geçmişte ve günümüzde Yunan devletinin Pontos halkına ve soykırımına yaklaşımı nasıl olmuştur?

Pontos davası, tarihin hiçbir evresinde Yunanistan’ın davası olmamıştır. Bunu soykırım sürecinde yaşananlara bakarak değerlendirebiliriz. 1. Dünya Savaşı sonrası Paris Konferansı’na mektuplar yollayan Pontos’un o günkü siyasi liderlerinin talepleri, sadece savaşın galibi devletler tarafından değil, Yunanistan tarafından da görmezden gelindi. O günkü Başbakan Venizelos, Sevr’de Pontos ile ilgili hak taleplerine karşı çıktı. Mübadele anlaşmasını imzalamak ise Türk devleti ile anlaşarak hem on binlerce insanın yerinden yurdundan sürgün edilmesine ortak olmak hem de soykırımın inkarına hizmet etmek demekti.

Mübadele sonrası Yunanistan’a gelen Pontos sürgünlerinin karantina bölgelerinde hastalık, açlık ve soğuktan ölümleri, Pontos sürgünlerinin şehirlerin dışında izole edilmiş bölgelere yerleştirilmesi ve Yunan olarak kabul edilmemesi, Pontosluların yaşadığı en önemli sıkıntılar. Pontoslular uzun bir süre “Türk piçi”, “Türk dölü” gibi aşağılamalara maruz kaldılar.

Soykırımın Yunan Parlamentosunda kabul edilmesinin tarihinin 1994 olması da sanırım Yunanistan’ın bu konuda nasıl bir duyarlılık içinde olduğunun göstergesidir.

Bugün de Yunan hükümetleri, yer yer politik çıkarları gereği iç siyasette soykırımdan söz etseler de dış siyasette soykırım sözcüğünü hiç dile getirmezler. NATO ortaklığı ve uluslararası ilişkiler, Yunan devleti için her zaman Pontos’tan daha önemlidir.

Cezalandırılmayan soykırım, tekrar eder

ABD Başkanı Biden, "Ermeni Soykırımı" ifadesini kullandı. Uluslararası kamuoyunda soykırıma uğramış halklar için böyle kabullerin önemi nedir sizce? Pontos Rumlarının böyle bir talep ve beklentisi var mı? Bu doğrultuda neler yapılıyor?

Uluslararası kamuoyunun soykırımlar konusunda bilgi sahibi olması önemli. Her şeyden önce soykırımların tanınması konusunda bir baskı unsuru oluşturabilir. Ancak hiçbir yaptırımı olmayan bu tür açıklamaların pratikte bir karşılığı olmadığı da açık. Daha ötesi, asıl soykırım sürecinin yaşandığı coğrafyalarda soykırımlarla yüzleşmelerin yaşanması gerekiyor. Elbette dünya ülkelerinin soykırımları kabul etmesinin en azından inkar edilen tarihi haksızlıkların teşhirinde bir payı olacaktır. Bir diğer önemli nokta ise soykırımların cezalandırılmamaları durumunda tekrar etmeleridir. Cumhuriyet tarihi, bunun en somut örneğidir: Soykırımlar cezalandırılmadığı için ardından katliamlar diğer uluslara da yönelmiştir. Ki bugün hala katliamcı baskı ve şiddet politikalarının devam etmesinin sebebi, işlenen suçların cezasız kalmasıdır.

Diasporadaki Pontoslu Rumlar, bulundukları her alanda yüz yıl önce yaşanan soykırımı anlatıyor ve bu konuda dünya kamuoyunun Türk devleti karşısında tavır almasını ve Türk devletinin soykırımı tanıması için girişimde bulunması gerektiğini dile getiriyor, bu konuda mücadele ediyor.

Özür yetmez, bir bedeli olmalı

Pontos Rumlarının ana vatanlarına bir geri dönüş özlemi var mı?

Dünyanın neresinde bir Pontoslu Rum’a rastlar ve “Nerelisiniz?" diye sorarsanız alacağınız yanıt "Trabzonluyum", "Samsunluyum", "Giresunluyum" vb. olacaktır. Üstelik dedelerinden bu yana o toprakları hiç görmemişlerdir ama oralı olduklarını söylerler. Bu, bir özlemi ifade ediyor tabi ama onlar da biliyor ki bugün dönseler de orada yaşama şansları yok.

Soykırımın üzerinden yüz yıl ve neredeyse dört nesil geçti. Ben sürgündeki Pontoslu Rumların umutlarını büyük oranda yitirdiklerini düşünüyorum. Tek dilekleri var: Soykırım tanınsın, özür dilensin.

Bana sorarsanız eğer soykırımın tanınması ve özrün yeterli olmadığını düşünüyorum. İşlenen cinayetlerin, yaşanan onca acının bir bedeli olmalı ve gasp edilen tüm mal varlıkları geri verilmelidir.

 

 

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.