9 Ekim komplosu ve sömürgesizleştirme

Forum Haberleri —

.

.

  • Kürt meselesini sömürgecilik teziyle ele alan ve düşünsel, ideolojik, politik ve örgütsel olarak çözüm arayan Öcalan, bu yönüyle bütün egemenlik putlarının kırıcısıdır. Öcalan ve özgürlük iradesini terör, meşru olmamak gibi tanımlamalarla itham eden her yaklaşım, olsa olsa bu egemenlik putlarının yeniden inşacısıdır.

Cengiz ÇİÇEK

“Biz Avrupalılar da, biz de sömürgesizleştiriliyoruz. Yani her birimizin içinde var olan sömürgeci, kanlı bir operasyonla çıkartılıyor. Cesaretimiz varsa kendimize bir bakalım ve ne hale geldiğimizi görelim.” (Jean-Paul Sartre)

Sartre, Fanon’un “Yeryüzünün Lanetlileri” kitabının önsözüne bu cümleleri düşerken, sömürgeciliğe karşı verilen mücadelenin sadece sömürge altında tutulanın kendi varlığını bilince çıkarmadığını, sömürgeci ve beyaz olanı da kendi sömürgecilikleri ve beyazlık halleriyle yüzleştirdiğini vurgulamak ister.

Zira sömürgeciliğe karşı yürütülen her mücadele, sömürge altında tutulan halkın politik bilincini belirlemekle sınırlı kalmaz. Aynı zamanda egemen ulusu kendi sömürgeciliğiyle de yüzleştirir. Bu yüzleşme hali, ilgili hakim ulusa bir aydınlanma ve demokratik karakter kazandırma katkısıdır, aynı zamanda. 

Kürt halkının anti-sömürgeci mücadelesinin de Ortadoğu ve Türkiye halklarına katkılarını bu düzlemde okumak mümkün, hatta gereklidir.

Buradan bakıldığında: Kürtlerin özgürlük kavgasının, Fars, Arap ve Türk halklarına kendi sistemleriyle yüzleşme, egemenlik ilişkilerinin ayırdına varma, eşitlik, adalet ve demokrasi mücadelesini derinleştirme ve yaygınlaştırmada mesafe aldırdığı tarihsel bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bu yönüyle ele alındığında Kürt Özgürlük Hareketinin dinamizmi, bütün egemenlik ilişkilerinin (ulus, kadın, doğa, emek, inanç vb.) zayıflatılması bağlamında geliştiricidir.

Kürt halkının gerek varlık sorununun oturduğu nesnel koşullar ve gerekse Öcalan’ın önderliğinde geliştirdiği demokratik ulus hedefli öznel müdahaleler, halkların demokratik yaşamını beslerken, karşısındaki iktidar ve devlet yapılanmalarını da sarsmaktadır.

Bu mevcut durumun kendisi bile sömürgecilik karşısında Kürt halkını, hareketini ve önderliğini, her türden komploculuğun muhatabı kılmaktadır. 23. yıldönümünde 9 Ekim 1998 komplosunu da bu bakış açısıyla tekrardan ele almak hayatidir.
 
Komplo, mücadele ve egemenlik putlarının yıkılması

Öcalan ve liderliğini yaptığı özgürlük mücadelesinin içinde tutulduğu bu sürekli darbe, özel savaş ve komplo kıskacı, sadece Kürt halkının statü taleplerini değil iç içe yaşadığı, etkileşim halinde olduğu halkların demokratik geleceğini de hedeflemektedir.

O nedenle uluslararası komployu boşa çıkarmak ve onun güncelleşmiş hali olarak devam eden işgal, soykırım ve İmralı mutlak tecritine karşı toplumsal tavrı büyütmek, halkların demokrasi ve özgürlük mücadelesini ilke ve görev edinmiş bütün birey ve politik çevrelerin sorumluluk alanına girmektedir.

Kürt meselesini sömürgecilik teziyle ele alan ve düşünsel, ideolojik, politik ve örgütsel olarak çözüm arayan Öcalan, bu yönüyle bütün egemenlik putlarının kırıcısıdır. Öcalan ve özgürlük iradesini terör, meşru olmamak gibi tanımlamalarla itham eden her yaklaşım, olsa olsa bu egemenlik putlarının yeniden inşacısıdır.

İktidarcı ve devletçi putların inşacıları, Öcalan’ı 1998 9 Ekiminde Suriye’den çıkmak zorunda bırakarak Kürt halkının geliştirdiği özgürlük çizgisinin Ortadoğu ve Türkiye’de tasfiye edilmesini amaçlamaktaydı.

Ancak 9 Ekim çıkışı, fiziksel esaretle sonuçlansa da, sömürgeci politikalarda ciddi gedikler açan, yer yer bu politikaları gerileten, boşa çıkaran tarihsel sonuçlara da alan açtı.

Rojava özgürlük devrimi ve Türkiye’de HDK/HDP paradigmasının/üçüncü yol çizgisinin ulaştığı toplumsal ve politik seçenek düzeyi, komplonun boşa çıkarıldığının somut ifade biçimleridir.

Komplo ile ortaya çıkan sonuç

Komplo, Öcalan şahsında özgürlükçü Kürt iradesinin yalnızlaştırılmasını, tecrit edilmesini hedeflerken ortaya çıkan sonuç, her geçen zaman diliminde halkların demokrasi ve özgürlük değerlerinde daha fazla bütünleşmesi ve ısrar etmesi olmuştur.

Devletlerin komplo ve tecrit konusunda kurdukları ittifaka en anlamlı yanıt, Ortadoğu halklarının eşitlik, demokrasi ve özgürlük ittifaklarının büyümesidir. Komplonun boşa çıkarılmasının en önemli ölçütü de budur.

Bu açıdan ele alındığında 9 Ekim ve sonrası yaşananlar, Kürtlerin özgürlük mücadelesiyle karşısındaki bölgesel ve küresel sömürgeci güçler arasında daha doğrudan yüzleşmelere yol açtı.

Kürt özgürlük hareketi, bu travmatik süreci içe ve dışa dönük büyük mücadele kazanımlarına dönüştürdü. Ancak dönemi ve hedefleri bağlamında uluslararası komplo tarihsel olarak boşa çıkarılmış olsa da bugün komplocu akıl, kendisini güncelleyerek ve türlü yöntemlerle özgürlük iradesini tasfiye etmeye, boğmaya ve Türkiye/Kürdistan/Ortadoğu ve dünya halklarının demokratik ve özgür yaşamı için sunduğu katkıları minimize etmeye çalışmaktadır.

Komplonun Hedefi ve komploya cevap

Özellikle Rojava devrimi komploculuğa karşı verilmiş en önemli cevap iken bugün, ABD’nin başını çektiği uluslararası hegemonya, Türkiye ve KDP üzerinden Kürt özgürlük hareketini tasfiye etmeye, yapamazsa kuşatma altında tutarak Rojava devrimi üzerindeki ideolojik, politik öncülüğünü kırmaya çalışmaktadır.

Özellikle son Güney Kürdistan işgalini, Kürt özgürlük güçlerine dönük saldırıları, suikastleri ve Öcalan üzerinde geliştirilen tecrit ve işkence sistemini bu minvalde okumak gerekir. Bu anlamda 9 Ekim komplosundaki rol dağılımı, günün ihtiyaçlarına uyarlanarak daha kapsamlı ve çoklu yöntemlerle tedavüldedir.

Güncelde ABD açısından komplo, Kürt özgürlük hareketinin ideolojik ve politik belirleyiciliğini kırıp, Kürtleri Ortadoğu politikalarına eklemlemek; KDP açısından komplo, uluslararası hegemonya ve bölgesel güçlerle geliştirdiği siyasal ve ekonomik ranta dayalı sistemlerinin devamı ve kendisi dışında toplumsal özgürlükçü Kürdistan çizgisini tasfiye etmek ve son olarak da Türkiye açısından komplo, genel olarak homojen ulus inşasını başarısızlığa uğratan özgürlük mücadelesi ve Önderliğinden tarihsel intikam almak, özel olarak AKP iktidarı açısından da kendi iktidarını ayakta tutmak için Kürt hareketine kendi tarihinin en ağır bedellerini ödetmek ve bunun başarısıyla iç politikada ayakta durmaktır.

Öte yandan adeta tarihi tekerrür ettirmek istercesine başta Rusya ve Avrupa devletleri olmak üzere siyasal, ekonomik çıkarlara kurban edilmeye hazır bir Kürt ve Kürdistan gerçekliği, çok aktörlü ve yönelimli bir komplo denklemiyle karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir.

Komploculuk uzmanı AKP

Bu denklem içerisinde AKP ve Erdoğan gerçekliğine özel bir başlık açmak kaçınılmazdır. Çünkü son 20 yıllık İmralı tecritinin bizzat yürütücüsü ve sorumlularındandır. Halen hatırımızdadır; Kürt halkının özgürlük talepleri, komplo sürecinde devletlerin ticari ortaklığına ve siyasal hegemonya çabalarına kurban edilmeye çalışılırken; dönemin Başbakanı Ecevit “ABD bize Öcalan’ı niye verdi, onu halen ben de bilmiyorum” diyerek kendi çaresizliğini, kafa karışıklığını da açığa vurmuş oluyordu.

Oysaki, Kürt çözümsüzlüğü ve onun üzerinden gelişecek olan kapsamlı bir savaşın sadece Kürt halkının değil Türkiye halklarının ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal olarak zayıf ve bağımlı kılınması olarak da tariflenecek uluslararası komploculuk, dün olduğu gibi bugün de kendisini dayatıyor.

Ancak bugünün AKP iktidarı, dünün Ecevit iktidarından farklı olarak Öcalan tecritinin ve Kürt hareketinin tasfiyesinin neden gerekli olduğunu kendileri açısından gayet iyi biliyor.

AKP Saray rejimi kendisini, Kürt özgürlük hareketini tasfiye edecek en büyük güç olarak hem kapitalist hegemon güçlere hem de Türkçü ulus devlet aklına sunmakta ve vazgeçilmez kılmak istemektedir. Doğa, Kadın ve Emek düşmanı politikalarına toplumsal rızayı da Kürt Savaşı üzerinden üretmeye çalışmaktadır. 

Komplonun yenilgisi: demokratik cumhuriyet

Dolayısıyla AKP/MHP iktidarından ebedi kurtulmanın yolu da dayatılan bu savaş politikalarına ve Kürt soykırımcılığına geçit vermemekten geçmektedir.

Bu nedenle, sadece demokratik/toplumsal muhalefetin değil, AKP’nin karşısında olduğunu iddia eden bütün siyasal çevrelerin, Kürt savaşı karşısında Kürt barışını açıktan ve ilkeli savunması, tek reel yoldur.

Madem ki AKP, iktidar rızasını ağırlıklı olarak Kürt soykırımcılığından üretiyor o zaman bu oyunu bozmak da muhalefetin sorumluluğundadır.

AKP’nin çözümsüzlük politikalarının karşısına demokratik bir cumhuriyet programıyla çıkmak ve bunun ilkelerini belirginleştirmek, kalıcı çözümün tek adresidir.

Son olarak; HDP’nin 27 Eylül’de açıkladığı deklarasyon, içerdiği yaklaşım ve ilkeleriyle hangi değerler etrafında rejimin dönüştürüleceği ve Demokratik Cumhuriyetin inşa edileceğinin en kristalize ifadesi olmuştur.

Demokratik mücadele programı olarak da ele alınabilecek deklarasyon metni, hem toplumsal mücadele merkezlerini işaret etmesi bağlamında bir direniş metni, hem de sonrasında inşa edilecek rejimin hangi ilkeler üzerinden yükseleceği bağlamında bir kurucu metindir.

Deklarasyon, Kürt sorununu da “Cumhuriyetin demokratikleşmesiyle doğrudan bağlantılı ve iç içe geçmiş” bir sorun olarak tanımlayarak, çözümün de tarifini bu tanım içerisinde yapmıştır. Dolayısıyla Kürt meselesini, Kürt halk gerçekliğini ve Kürt özgürlük hareketini cumhuriyetin kendi tarihsel süreci içerisinde ele almayan, tanımlamayan her yaklaşımın, tek adam rejimini yıksa da yerine kuracağı rejim, onu aratmayacaktır.

Ülke tarihi, benzeri örneklerle doludur. Bu durumda ortaya çıkan, yüzyıldır halkların başına bela olmuş Türkçülüğün ikinci yüzyılda yeniden güncellenmesi ve üretilmesi olacaktır.

Türkiye ve Kürdistan halklarının da artık bu tekerrüre tahammülleri yoktur. O nedenle Kürt meselesinin demokratik ve hakikat düzleminde çözümünü ele alan demokratik cumhuriyet perspektifinin esas alınması ve bu aklın toplumsallaştırılması, en öncelikli olandır. 

Kürt meselesinin demokratik çözüm iradesinin ve aklının toplumsallaşma kapasitesi, sadece tekçi iktidarları alaşağı etmeyecektir. Aynı zamanda Kürt halkının yüz yıldır sömürge koşullarında tutulmasının tarihsel-toplumsal suç ortaklığını da ortadan kaldıracaktır.

Nihayetinde Uluslararası 9 Ekim Komplosu, Öcalan şahsında Kürt halkının sömürge koşullarında tutulmasındaki ısrarın bir sonucuydu.

Bu durumun varlığı, diğer halkların içinde kök salınmak istenen sömürgecilikle yüzleşmeyi zorunlu kılarken; komployu başta İmralı tecrit ve işkence sistemi olmak üzere, tüm sonuçlarıyla ortadan kaldırmak, sömürgeciliğin nihai yenilgisi ve Türkiye halklarının sömürgesizleştirilmesinin başarılmasıdır.

Bu da halkların özgürlük tarihlerini, sömürgeciliğe ve soykırımcılığa karşı yürütecekleri ortak mücadeleyle kendilerinin yazmasıyla mümkündür.

Tıpkı aynı önsözün sonsözünde Sartre’ın dediği gibi “Vakit yaklaşıyor, eminim; bu tarihi yapanların saflarına katılacağız.”
                                                                                                                                            

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.