“Açılım” ve demokratikleşme
Veysi SARISÖZEN yazdı —
- Hem “açılımın” barışa ve demokratikleşmeye evrilmesi, hem ekonomik ve politik krizden halktan yana çıkılması, demokratik güçlerin tez elden birleşmesini ve demokrasi mücadelesine atılmasını acil mesele haline getirmiştir.
Ünlü aşırı milliyetçi ve muhtemelen istihbaratçı Ümit Özdağ göz altına alındı. Ümit Özdağ, 27 Mayıs darbesini yapan cuntanın en genç üyesi yüzbaşı Muzaffer Özdağ’ın oğlu. Annesi MHP’nin ilk Kadın Kolları Başkanı. Yani kökeni “sağlam.” Türk faşizminin önemli bir temsilcisi.
Şu sırada gözaltına alınmasının anlamı ne? Bilindiği gibi Bahçeli’nin adı konmamış açılımına karşı İyi Parti ile birlikte ateş püsküren Zafer Partisi’nin başkanı. Başkan Öcalan’la görüştükten sonra siyasi partileri ziyaret eden DEM Parti hey’etine bu iki parti kapılarını kapattı. “Sürece” şiddetle karşılar.
Hiç kuşkusuz bu iki parti hem MHP’nin tabanında, hem de AKP’nin tabanında bu vesileyle ciddi karışıklıklara yol açıyor. Karışıklık arttıkça Erdoğan ve Bahçeli “Türk-Kürt kardeşliği” ile başlayıp, Kürt halkına karşı attıkları savaş naralarıyla kendi iç cephelerindeki isyanı bastırmaya çalışıyor.
Bütün bunlar ve başka olgular, Saray rejiminin bu “açılımı”, geçtiğimiz gün Yeni Yaşam’da Nazan Üstündağ’ın isabetle teşhis ettiği gibi, içerideki toplumsal baskının sonucundan çok “jeo-politik aktörler”in baskısıyla başlattığını gösteriyor. Bu baskının sonucunda rejimin bağrında kriz belirtileri güçleniyor. Ümit Özdağ göz altına alınıyor, CHP Beşiktaş Belediye Başkanı ve Özgür Basın mensubu 6 gazeteci tutuklanıyor. Tişrîn Barajı’nda siviller bombalanıyor. Küresel devletler peşpeşe Türk devletini uyarıyor. AKP Kongresi öne alınıyor, baskın seçimden söz ediliyor. Üstündağ yalnızca ABD gibi jeo-politik aktörlerden söz etmiyor. PKK’nin de uluslar arası bir güç haline geldiğinden hareketle Saray rejiminin üstünde bu jeo-politik aktörün de yaptığı baskıyla “açılımı” açıklıyor.
“Açılımın” arkasında Küresel güçlerin ve PKK’nin farklı amaçlarla rolü görülüyor da, burada CHP ve CHP seçmeninin rolünden kimse söz etmiyor. Etmiyor çünkü hiçbir rolleri yok. “Açılıma” “evet-hayır” ikilemi arasına sıkışmış, felç halinde hiçbir olumlu ya da olumsuz müdahalede bulunamıyor.
1 Mart’ın ertesi günü, Ankara Garı’nda bekleyen ve bayrağında “Erdoğan İstifa-Erken Seçim” yazılı muhalefet trenininin hareket kampanasını bir türlü çalamamış, bugüne kadar treni sallayarak tabanını oyalamış ve şimdi “Erdoğan CHP’ye savaş açtı” diye şaşkınlık içinde.
Başkan Öcalan, özü “demokratikleşme” olan tarihi açıklamasıyla Saray rejiminin “önkoşulsuz teslim çağrısını” tersine çevirmiş, tecrit ve esaret altında, bir anda devletin karşısına muhatap olarak dikilmiş, DEM Parti aynı anda “her an kapatılma” tehdidi altındayken Saray “açılımının” Başkan Öcalan tarafından fiili müzakereye dönüştürüldüğü ortamda “açılımın” en önemli aktörlerinden biri haline gelmiş, Saray ise kendi “açılımıyla” kavga eder hallere düşmüş.
Sistem içi partiler saç saça baş başa “açılım” kavgası yaparken, Kürt halkı ve dostları PKK’nin, KCK’nin öncülüğünde Başkan Öcalan’ın etrafında kenetlenmiş. Son yarım asırdır elde ettiği büyük tecrübeyle Kürt halkı da, KCK de ihtiyatı elden bırakmadan, hiçbir temelsiz beklentiye girmeden “açılımın” en güçlü tarafı haline gelmiş. İnisiyatif Beştepe Sarayı’nda değil, İmralı’da.
Şu da bir gerçek: Bir yandan “açılım”, diğer yandan ekonomik ve politik kriz paralel yürümekte. Hem “açılımın” barışa ve demokratikleşmeye evrilmesi, hem ekonomik ve politik krizden halktan yana çıkılması, demokratik güçlerin tez elden birleşmesini ve demokrasi mücadelesine atılmasını acil mesele haline getirmiş. Burada çelişkili gibi görünen bir durum var. Şöyle: Demokratikleşme yoksa barış ve çözüm mümkün değil. Demokratikleşme yok. Demokratikleşme için Saray rejimine son vermek gerekir. Oysa şu anda tarihi bir momentteyiz, Sarayın “açılımını” demokratikleştirmeye dönüştürebiliriz. Ama hem “fiili müzakere” yürütmek hem de “müzakere ettiğini yıkmaya kalkmak” olacak iş değildir. O halde ne yapılmalı?
CHP, içine düştüğü karmakarışık durumdan radikal bir demokratik çıkış yaparak kurtulabilir. Bu çıkış, Orhan Bursalı gibi bir çok kişi tarafından yapılan çağrılara Özgür Özel’in derhal olumlu yanıt vermesini gerektirmekte. Bu çağrı “CHP hemen Cumhurbaşkanı adayı olarak İmamoğlu’nu açıklasın ve kitleleri erken seçim mücadelesine çağırsın” diye özetleniyor.
Ancak böyle bir durumda, DEM Parti iktidarla fiili bir müzakere süreci içinde olduğundan dolayı, “Erdoğan istifa, erken seçim” politikasını gündeminin başına getiremez. Getirdiği gün fiili müzakere sona erer. Çünkü bu durumda Erdoğan kendisini “açılıma” mecbur bırakan “jeo politik” güçlere, “uzlaşmamı istediğiniz Kürt tarafı masayı devirdi” deme fırsatı bulur.
Buna mukabil CHP’nin Türkiye’nin batısında yöneleceği böyle bir politik hamle adı konmamış “açılım sürecine” olumsuz bir etkide bulunur mu? Erdoğan “vay CHP beni devirecekler” diyerek “açılıma” son verir mi? Geçen çözüm sürecinde “seni başkan yaptırmayacağız” sloganını bahane ettiği gibi, henüz kurulmayan masayı devirir mi?
Ben Erdoğan’ın bunları yapabileceğini düşünmüyorum. Çünkü tıpkı Özgür Özel gibi, Erdoğan da “jeo politik” bir güç değildir. Jeo politik güç devletin kendisidir. Hiçbir rolü olmayan “açılımı”, bu açılımla hiç bir ilgisi olmayan CHP’yi bahane ederek sona erdiremez. Çözüm sürecine Kürdistan’daki muazzam toplumsal baskı yüzünden yanaşmak zorunda kalmıştı. Ya masada anlaşacaktı ya da kendisini zorlayan PKK’ye ve Kürt halkına gözü dönmüşçesine saldıracaktı. Devlet “çöktürme planı"yla saldır deyince saldırdı. Şimdi masayı devirdikten sonra, kendisini masaya oturtan uluslar arası güçleri çökertemez.
O nedenle CHP “Erdoğan istifa, erken seçim” sloganıyla, şimdilik DEM Parti’siz harekete geçtiği zaman, tam tersine Saray “açılıma” dört elle sarılmak zorunda kalır.
Benim önerim şu: DEM Parti merkezi tarihi görevini sürdürürken, DEM Parti’nin sosyalist bileşenleri Türkiye’nin batısında demokratikleşme mücadelesine öncülük yaparak CHP kitlesinin CHP yönetimini “erken seçim” mücadelesine zorlamasını sağlayabilir. Erdoğan’ın CHP’ye savaş açtığı şu dönemde bu kolay olmasa da mümkündür. Bu bileşenler "açılım" sürecinden çok, demokratikleşme sürecinde rol oynayabilirler.
O zaman “açılım” süreci ile demokratikleşme süreci, farklı yollardan aynı amaca yönelebilir.
Tek şartla: CHP bu mücadeleyi, milliyetçi sloganlarla, “Erdoğan Öcalan’ı serbest bırakacak, karşılığında yeniden Cumhurbaşkanı olacak” gibi provokatif bir çizgiyle yürütmeye kalktığında, ne erken seçimde, ne geç seçimde Kürtlerden milim destek bulamayacağı için, “demokratikleşme mücadelesini” gerçekten demokrasi için bir mücadele olarak yürütürse…
DEM Parti tarihi görevinin yolundan yürüsün, sosyalist bileşenleri CHP treninin makinistini harekete zorlasın, Özgür Özel aklını başına toplasın. O zaman sonu güzel olacaktır.