Alevi soykırımı kimin projesidir?
Ava Neşe KALP yazdı —
- Suriye’deki Alevi bölgelerin sahil kesimi olduğu da düşünülürse bunun ne kadar stratejik öneme sahip bir soykırım olduğu daha net anlaşılabilir. Bu bir demografi değiştirme ve Alevi topraklarının gasp edilme projesidir aynı zamanda.
Sorunun cevabı belli. Sanılanın aksine Türkiye, laik bir devlet olmadı. Tam aksine temel DNA’sı Türklük ve İslam üzerinde kurulan, zamanın anlayışına bağlı olarak üzeri seküler bir ambalajla kaplanan Osmanlının cihatçı anlayışın devam ettiği bir yapı oldu hep.
Osmanlı’da olduğu gibi cihat ambalajlı şiddet ve işgal ideolojisi şimdi de sınırları dışında kullanarak neo-Osmanlı hayali yeniden gerçekleştirilmeye çalışılıyor.
Bütçesinin önemli bir bölümünü, kendi insanları açlıktan ölürken dünyanın dört bir tarafında cami inşasında kullanmasının anlamı da burada yatmaktadır. Yunus Emre Enstitülerini modern Bektaşi tekkeleri olarak kullanması da.
Sanırım dini olarak kendi İslami işgal ve asimilasyon versiyonunu başarılı olarak uygulayamadığı tek kitle olarak Kürtlerden nefret etmelerinin anlamı da burada yatıyor.
Yıllardır Kürdistan’da dini örgütleme çalışmaları, önce Saidê Nursi’ni sürgünü, arkasından Türk tipi Hizbullah’ın örgütlenmesi, Gülencilerin ve şimdi de Hüdapar üzerinden cihatçı bir İslam’ın yerleştirilmesi çabası bu konuda ne kadar ciddi çalışıldığını göstermektedir.
Bir yandan bu cihatçı ve şeriatçı dindarlık anlayışını orada yerleştirmeye çalışırken, öte yandan da tüm Kürt ulusal mücadelelerini “şeriatçı, dini kalkışmalar” olarak ambalajlayıp Batı’ya başarılı bir şekilde pazarlanması nasıl kompleks ve ileri bir devşirme siyaseti güdüldüğünü görmek açısından önemli.
Şeriatçı İslami anlayışla asla bir araya gelmeyecek Alevilerin katliamlarını bile “gerici dinsel kalkışmaları bastırmak” olarak ambalajlayarak dışarıya satacak kadar usta manipülasyonlar yapabilecek karakterde bir devlet.
Müslümanlaştıkları halde kendi İslami versiyonu ile asimile olmayı, itaat etmeyi reddeden Kürtlere bunu yapan bir devletin, İslamlaşmayı reddeden, kendi cihatçı asimilasyon anlayışını kabul etmeyen Alevilere neler yapacağını düşünmek hiç zor olmasa gerek. Bu çerçevede Dersim ve Koçgiri’de hiç bitmeyen devamlı soykırım anlayışının, şimdi Suriye’ye uzatma aşamasına geçildiğini görüyoruz.
Suriye’de neden bir Alevi soykırımı?
Türkiye’nin kuruluşunun da bir Alevi katliamı ile (Koçgiri) başlatıldığını hatırlatalım. Topal Osman o dönemin cihatçısı.
Bununla öncelikle Sünni İslami cihatçı ideolojinin ana tabanı konsolide edildiğini hatırlatalım. Burada sadece gayri Müslimlere değil, cihatçı olmayan Arap seküler kesime de gözdağı veriliyor. Herkes bu cihatçı tabana dahil olmaya çağrılıyor. Çünkü, bu tabana devşirilmeyen hiç kimse bu ideoloji çerçevesinde kontrol edilemez ve kullanılamaz. Bu, cihatçı ideolojik dini karakteri kullanmak isteyenler ya da onunla var olanlar için elbette bu hayati bir konudur.
İkincisi, bu soykırım ile Türkiye’de yaptıkları gibi Alevilerin kolektif olarak fiziksel görünürlüğünü yok etmek istemektedirler. Bu fiziksel görünürlük onların cihatçı politikalarla şekillendirecekleri bir devlet mimarisini sabote edecek bir görüntü sağlamaktadır. Dolayısıyla da hızla görünmez kılınması lazımdır. Türkiye’de bu yolla 15-20 milyonluk Alevi kitlesi görünmez kılınmış durumdadır.
Üçüncüsü kolektif yaşam, bu inancın kendini yeniden üretmesi, yani yaşamaya devam etmesi anlamına gelir. Bu nedenle bu inancın hızla yok olması için kolektif yaşam yerlerinden çıkarılmaları gerekir. Malatya, Çorum, Sivas, Ortaca, Maraş bu amaçla yapılan pogromlardı ve bu pogromlar şimdi farklı biçimlerde bizzat devlet eliyle sürdürülmektedir. Mesela Alevi köylerine cami inşa etme, Alevi köylerine hizmet götürmeme, kamusal hizmetlerden, işe alımlardan mahrum bırakma vs. gibi yöntemlerle.
Dördüncü ve daha da önemlisi, Alevi topraklarına cihatçıların yerleştirilmesi planlanıyor. Türkiye’de Alevilerin yoğun yaşadıkları yerler, bu pogromlarla Türkçü ve cihatçı anlayışın hâkim olduğu şehirlere dönüştürüldüler. Sivas, Maraş, Çorum, Bayburt, Erzurum, Bingöl, Elâzığ, Adıyaman, Erzincan gibi.
Suriye’deki Alevi bölgelerin sahil kesimi olduğu da düşünülürse bunun ne kadar stratejik öneme sahip bir soykırım olduğu daha net anlaşılabilir. Bu bir demografi değiştirme ve Alevi topraklarının gasp edilme projesidir aynı zamanda. Buralara yerleştirilecek olanların da dışarıdan getirilen cihatçılar olacağı açık. Bu yolla bu cihatçılar sonsuza dek kendilerine tabi bir grup olacaktır.
Türkiye’ye getirilen devşirme Balkan ve Kafkas göçmenlerin en radikal Türkçü ve İslamcı kitlelere devşirilmeleri bu yolla sağlandığı da hatırlanırsa, şimdi Uygurlar, Çeçenler, Özbekler, Türkmenlerle buraların kontrol altına alınarak fiili olarak Türkiye’ye bağlanması sağlanabilecektir. Bu kitleler başka gidecekleri yerleri olamayacağı için en seri katil cihatçıların devşirileceği bölgeler olacak ve bunlar aracılığıyla tüm Suriye, hatta Ortadoğu, Avrupa rehin alınabilecektir.
Bu yolla Akdeniz bölgesinin büyük bir bölümü Türkiye’nin denetimi altına alınacak ve bölge ülkeleri hatta Rusya kendilerine bağımlı hale gelmiş olacaktır. Bunun başka önemli bir adımı da tüm Kürdistan’ı ve Kürdistan’ın yer altı kaynaklarını taşınmasının denetimi anlamına gelecektir.
Bu nedenle, Kürtlerin, Arapların, Dürzilerin, Hıristiyanların ve Alevilerin yeni Suriye’nin tasarımında bu yabancı unsurların mutlaka ve mutlaka Suriye’nin dışına çıkarılmasının en önemli gündem maddesi olarak önlerine koymaları gerekiyor. Bunun için Türkiye’nin dayattığı “yabancı savaşçıların çıkarılması” bence çok önemli bir fırsata çevrilebilir. Burada vatandaşlık verilen yabancı savaşçıların vatandaşlıklarının iptal edilmesi ve ülke dışına çıkarılmaları en önemli gündem maddesi yapılmalıdır. Aksi durumda kendilerinin de diğer savaşçılara vatandaşlık verme hakkının dillendirilmesi son derece önemlidir.
Şeriatçı Anayasa’nın Kürtlerin, Dürzilerin, Alevilerin pazarlık gücünü düşürmek, beş yıllık süreç ise Türkiye’nin şekillendireceği bu cihatçı yönetimin kökleşmesini sağlamak içindir. Buna elbette izin verilmemesi gerekir. Sadece Dürzi, Alevi ve Hıristiyanlarla değil, aynı zamanda seküler ve demokratik Arapların örgütlenmelerine ve onlarla ilişki kurulmasına odaklanmak da son derece kritik. Aksi durumda MİT elemanlarının denetiminde Kuzey Kıbrıs-Afganistan karışımı cihatçı karanlık bir Suriye’ye evrilecektir.