Çözüm mü blokaj mı?

Ava Neşe KALP yazdı —

  • CHP’nin dişlerinin sökülmesine çalışılırken, öte yandan da bu toplumsal itiraza Kürtlerin ivme kazandırmasını önlemek için çözüm sürecinin bir balans olarak kullanıldığına dair güçlü emareler var.

TC. Kürt sorununu hem iç ve hem dış politikasında çok işlevsel bir konu olduğu için yüzyıldır sömürmüş ve buna devam etmektedir. İçeride, bir yandan sistemli olarak Türk ve Müslüman olmayanları ağır asimilasyon dişlilerinden geçirirken, öte yandan da belli bir grubu ya da grupları düşman olarak ilan ederek ve şiddete maruz bırakarak toplumdaki büyük çoğunluğu hizaya getirmede kullanmaktadır.

Bu yolla yüzyıldır geriye sadece Kürtler ve Alevilerin haricinde tüm toplumsal çeşitliliği ortadan kaldırılmış, insanların kimliklerinden vazgeçirilip Türklük ve Müslümanlık adı altındaki bir bulamaca dahil edilmesi başarılmış.

 Önemli bir Alevi ve Kürt kitlesi halihazırda bu bulamaca dahil edilmiş olsa da çok büyük kütleler oldukları için yine de bu ikisinin tamamı bu bulamaca dahil edilememiştir. Bu nedenle yüz yıldır zamana yayarak işlettikleri devlet sponsorluğundaki dev asimilasyon dişlilerin eritilmelerine devam edilmektedir. Hedef tamamının eritilmesi.

Gelinen noktada, TC’nin Kürt sorununu çözmeyerek bunu dış politikada işlevsel olarak kullandıkları da artık aleni olarak bilinmektedir. Bunu “terörizm” başlığı altında “devletlerin meşru müdafaa hakkı” gibi göstererek hem kendi sınırları dışında herhangi bir Kürt kazanımına izin vermemek, hem de Osmanlının çöküşü ile kaybettiği Kürt topraklarını, daha da ötesi Suriye’de olduğu gibi, bu toprakları ellerinde bulunduran ve şu an oldukça zayıf durumda olan devletlerden toprak gaspı politikalarının gerekçelendirilmesinde kullanılmaktadır.

Bu yüzden Kürt sorunu gibi dış işgal ve iç asimilasyon politikaları için “altın yumurtlayan tavuk” olan bir konuyu çözmek istemeyeceklerdir. Bir yüz yıl daha yavaş yavaş eritmek varken, oturup haklarını tanımlayıp büyük bir kütle ile pazarlık yapmayı kabul etmek niye!

Bu devlet politikasına bir de Erdoğan ve Ergenekon’un iktidarda kalma amacı da eklenince daha da kritik bir konuya evriliyor. Geldiğimiz aşama ile ilgili elimizde gerçekten analiz yapacak çok malzeme olmasa da çözüm sürecine dair gözlemlenen gidişattan, devletin bir çözüm peşinde olmadığı, sadece belli bir zaman ve oyalamaya ihtiyaç duyduğu hissediliyor. Bu oyalamanın hem iç hem de dış gelişmelerle bağlantılı olduğu da açık. Çözüm ile ilgili gerçek adımları ise ancak ve ancak başka bir çare kalmadığını düşünürlerse! Düşüneceklerine dair bir eğilim zaten var, o aşamada mıyız, bilemiyorum.

Böyle bir aşamada da bunu mümkün olan en düşük pazarlık düzeyinde tutmak (içeride ve dışarıdaki ağır saldırılar bunun işareti), yani Kürtlere mümkünse hiçbir hak tanımadan, ya da en minimum düzeyde- ki onu da fiili olarak işletmeyerek-  yapmanın peşinde oldukları hissediliyor.

Aynı zaman zarfında ve elbette yine Kürt politikasının da bir sonucu olarak, gelinen noktada Erdoğan’ın artık seçimle iktidarda kalma şansının kalmadığı, bu nedenle içeriden hızla müdahale zorunluluğunu hissettiği de bir evre. Bunun yapılabilmesi, yani iktidardan inmemek için son rötuşların yapılması için toplumsal itirazın kontrol altında tutulması gerekmektedir. Yani muhalefetin parçalı durmasının devamı…

Bunun için bir yandan ana muhalefet partisi, CHP’nin dişlerinin sökülmesine çalışılırken, öte yandan da olası toplumsal itiraza Kürtlerin ivme kazandırmasını önlemek için çözüm sürecinin bir balans olarak hesaba katıldığına dair güçlü emareler var. Yıllardır Kürtlere yapılan tüm baskılarda kılını kıpırdatmayan CHP ve diğerleri hatırlanırsa, Kürtlerin burada çok aktif rol almamaları aslında beklenen de bir şey.

Bu ayrıksı duruş bu açıdan hem körükleniyor hem de mümkün olduğunca görünür kılınıyor. Bununla Kürtlerle Türk muhalefetinin arasında ayrışma derinleştiriliyor. Bunun için CHP tarafından yapılan mitinglere Kürtlere yönelik nefret söylemlerinin ve bunu yapan ırkçı unsurların yerleştirilmesi, görünür hale getirilmesi de sağlanıyor.

Yükselen toplumsal muhalefet de Özgür Özel tarafından adım adım sönümlenmeye götürülüyor. Özel’in Kürtlere yönelik söylemlerinin pozitif bir tonda olması da planın bir parçası gibi geliyor bana. Bunlar Kürtlerle barışa oturmuş pozunda olan iktidara yönelik yılların damıtılmış ırkçı söylemlerinin yönelmesini önlemede işlev gördüğünü düşünüyorum. Bundan öncekiler hep bu anlamıyla kriminalize edilirken, şimdi bunun gelinen noktada Erdoğan ve Ergenekon’a yönelik sertleşen söylemlerin büyümesini önlemede kullanılması gayet mantıklı bir durum.

Şimdi yürütülen bu politikalarla, içeride birikmiş bir enerjinin küçük küçük fay hatları kırılarak boşaltılması ve en az bir elli yıl zaman kazanılmasıyken, öte taraftan kayyımların, Güney’e ve Rojava’ya aralıksız saldırıların devamının anlamı ise esas olarak planladıkları Kürdistan’ı işgal programına devam ettirmek olarak netleşiyor.

Suriye’de Rojava’yı bertaraf etme hayali bir başka bahara kalsa da Rojhilat, Başûr ve Rojava’nın asla birleşmeyecek şekilde bir müdahalede bulunulmasının planlandığı açık. Barış görüşmelerinin bir ayağının da buranın oyalanması ve mümkün olduğunca fazla güç yığılmasında zaman kazandırılması için kullanıldığı ihtimalini düşünmek için çok güçlü nedenler var. Irak’tan aleni olarak Türkiye’nin işgal planlarının dillendirilmesi bu tehlikenin ne kadar arttığına dair önemli bir gösterge.

Burayı işgal ederek, Kürtlerin Güney hattı boyunca birleşmeleri ve/ya direkt ilişkili hale gelmelerinin önüne geçmeye çalışıldığı açık. Özellikle de Kürtler arası birlik adımlarının Kürt ulusal birlik konferansına dair somut gelişmelerin ortaya çıktığı bu dönemde daha da güçlü bir risk olduğunu unutmamak gerekir.

Güney’deki ilerlemenin suni sınırlarla böldükleri Kürtleri ve topraklarının birleşeceği noktaların bloke edilmesinin, mümkün olursa da Kerkük ve Musul’a kadar fiili işgalinin hedeflendiği bu plana karşı Kürtlerin kendilerine sorması gereken soru şu: Bizim bu duruma karşı ne yapmamız gerekiyor?

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.