Yeni düzende hayatta kalmak
Ava Neşe KALP yazdı —
- Ulusal birlik sadece bir konferansla yapılabilecek bir şey değildir. Pratikte bu birlik inşa edilmeli ve bu dönem uygun zeminlerden biridir. Birbirini kollayacak politikalar üretebilirlerse Kürtlerin hayatta kalmaları mümkün olur.
II. Dünya Savaşı’nda savaş Avrupa ülkeleri arasında, Avrupa topraklarında gerçekleşti. Avrupa ülkelerine ağır bir darbe vuran savaş, buna neden olan güç ve paylaşım ideolojilerinin seyrini de radikal olarak değiştirdi. Mevcut ağır yıkımın etkisiyle bir dizi insan hakları ve savaş karşıtı mekanizmaların oluşturulmasına da yol açmış oldu. Bugün artık bu mekanizmaların, yasaların, hakların aynı paylaşım hırsı ile gömüldüğü bir evredeyiz.
Savaşa yol açan Almanya’nın ekonomik gücünü ırksal üstünlüğüne yorumlayan Nazi ideolojisi, bütün Avrupa’ya hükmetme iştahı ile yola çıktığında, kendi sonu olduğunu elbette düşünmüyordu. Kendi sonunu getirmeden önce 70-80 milyon arasında insanın ölümüne neden oldu. Doğa ve hayvanlara verilen zararın boyutunu ise bilmiyoruz. Bugünkü durumun ağır faturaları olacak ancak kimin daha ağır fatura ödeyeceğini de henüz bilmiyoruz.
O dönem ile bugün arasında çok ciddi benzerliklerin yanında farklılıklar da var haliyle. Hitlerle eşitlenmeyecek olsa da Trump’ın da Amerika’nın gücü ile tüm dünyaya hükmetmeye hevesli olduğunu görebiliyoruz. Hitler döneminde İtalya’da Mussolini, İspanya’da ise Franco’nun olmasının katkısı yadsınamaz. Şimdi de Putin, Erdoğan, Netanyahu, Salman vb. benzer otokrat liderlerin olduğu bir dönem. Birbirinin dilinden ve metotlarından anlıyorlar. Yani otoriter, pragmatik ve ilkelerden öte kendilerine faydalı olabilecek her türlü angajmana hazır liderlerin egemenliğindeki bir dünyadayız.
Bu şişkin egolu ve cüzdanlı liderlerin dünyasındaki tek geçerli şey; para, güç... Malum artık bir yeri fiziksel işgal etmenize de gerek yok, ordu yollamanıza da… Artık şirketlerinizi yolluyorsunuz. Daha hızlı ve temiz iş görüyorlar.
Her şey akışkan, değişken. Hiçbir ideolojik zeminin sağlam olmadığı, nüde (çıplak) vahşi bir kapitalizm müjdelendiği dönem. Herkes, her şey belli bir fiyatı olan birer meta... İdeolojiler sadece savaştıracak kitlelerin iknasında kullanılan araçlar artık.... Daha iyi bir dünya, eşitlik, hak, insan, doğa vs. hikâye. Her şey, herkes dev şirket devletlerinin en kısa zamanda ele geçirip yutacakları lokmalar…
Kürtlere gelince… Zaten dörde bölünmüş Kürdistan, çok kolay bir lokmadır. Problem kimin yutacağı meselesi. Burada Kürtlerin alacağı en önemli pozisyonun da doğal olarak yutulmadan bu süreçten çıkmak. Bu da ancak çok kolay yutulamayacak şekilde iri ve sert durmayla sağlanabilir. Yani acilen kolay yutulamayacak bir hale dönüşmek. Yani birlik olmak. Sadece kendi parçasıyla ilgilenmemek. Her parçanın ayrı ancak ortak oldukları bir hareket kabiliyeti sağlamak.
Mesela kırmızı çizgiler oluşturmak. Örneğin, Kürtlerin içinde bulundukları devletle ilişkilerini düzenleme özerkliğinin, diğer bir parçada yapılan herhangi bir saldırıyı hoş görmeleri anlamına gelmeyeceği politik bir tavır benimsemek. Herhangi bir parçadaki/yerdeki saldırının tüm Kürtler açısından her zaman kırmızı çizgi olduğu bir tavır. Bu devletlerin kendi sınırları içindeki Kürtlere yapılan bir saldırının, bütün Kürtlerin reaksiyonunu alacağını bilmelerini sağlayacak bir konumlanma, tavır.
Örneğin, İran’da patır patır Kürtler idam edilirken, Güney Kürdistan yöneticilerinin, şehir valilerinin İran devletiyle tek kelime etmeden toplanmaları son derece üzücü. Daha da ilginci, teorik olarak başka bir ülkenin sınırları içindeki valilerin neden başka bir ülkenin devlet başkanıyla görüştükleri. Eğer Kürdistan’ın özerkliğini tanıyorlarsa kendi sınırları içindeki Kürtlere “nasıl bu kadar kolay zorbalıkta bulunabiliyorlar”ın da sorgulanması ve bunun masaya getirilmesi gerekmez mi? Çünkü bütün bu zalimlik, Kürtlerin hak talepleri nedeniyle olmaktadır. Bütün bunlar olurken Kürt valilerle görüşmek? Ne alaka!
Sonuç bildirgesinde Kürtçenin yer alması, Kürtlerle kardeşlik ilişkileri retoriğinin kullanılmasının ilk şartı olarak idamların durdurulması talep edilmeliydi bence. Ne yazık ki Kürtler bu konuda oldukça düşük bir özgüven sergiliyorlar. Devlet yetkililerinin kendileriyle görüşmelerini çok önemsiyorlar. Elbette bunlar önemli ancak eğer kendi özgüveninizle halkınızı koruyacak koşullarla katılım sağlarsanız saygınlık yaratacak bir konumda olursunuz. Kürtlerin haklı davasına daha fazla katkısı olacaktır.
Bu tonu Türkiye’deki Kürt hareketinde de zaman zaman görüyoruz. Süreç açısından negatif bir dil kullanılmaması anlaşılabilir ama bu kadar zayıf tonlamalar oldukça sorunlu. Burada bir öneride bulunayım, “Terörsüz Türkiye” kullanımına karşı “Devlet terörsüz Türkiye” tanımlamasını kullansın Kürtler de… Öyle ya bütün sorunun Türkiye’nin Kürt ulusunun hak taleplerini terörizm olarak ele alması ve o yünlü şiddet politikalarıyla Kürtlerin terörize edilmesi değil mi?
Sonuç olarak, Kürtler bu anlamda ulusal birliği oluşturmalılar. Ulusal birlik sadece bir konferansla yapılabilecek bir şey değildir. Daha doğrusu konferans onun sadece küçük bir eşiğidir. Pratikte bu birlik inşa edilmeli ve bu dönem uygun zeminlerden biridir. Birbirini kollayacak politikalar üretebilirlerse Kürtlerin hayatta kalmaları mümkün olur. Her alanda daha çok kenetlenmek ve güçlenmek. Zira başka devletlere güvenilmeyeceğini en iyi deneyimleyen uluslardan biridir Kürtler.
Burada önerilen, sınırlara rağmen birlik olmak. Hem ayrı, özerk hem de birlik olmak. Çok net bir örnek var elimizde. Tüm dört parça Kürtlerin Rojava’yı sahiplenmesi olmasaydı bugün bu konumda olunur muydu? Bence hayır. Aynı durum Başûr için de aynıydı. Sadece oradaki savaş değil, tüm Kürtlerin Rojava’yı kayıtsız şartsız savunmaları çok etkili olmuştur bugün geldiği aşama için. Türkiye’ye endekslenmiş Başûr hükümetinin bu konudaki olumsuz tutumuna rağmen, Başûr halkının tavrı son derece pozitiftir. O yüzden her bir parçanın kendi özgünlüğü içinde özerkliğine ve mücadelesine saygı gösterilmeli, ancak herhangi bir parçadaki Kürtlere yönelik şiddete karşı tereddütsüz çok sert tepkiler verilmeli. Yoksa Kürtler parça parça kaybeder.