Ankara 1922'de Rojava Heyeti'ni dinleseydi...
Dosya Haberleri —
Tarihçi Mehmet Bayrak ile Ankara'nın Suriye-Rojava, Alevi-Nusayri politikasının tarihsel arka planını konuştuk:
- Mustafa Kemal tarafından 1925’te 'Şark İlleri Asayiş Müşaviri', 'Etno-Politika Uzmanı' ve 'Türk Ocakları Genel Enspektörü” sıfatlarıyla tam yetkiyle atanan 'Güneş- Dil' teorisyeni Prof. Hasan Reşit Tankut, tüm Anadolu ve Kürdistan Alevilerini 'Horasan kökenli Türkler' olarak sunduğu gibi, Nusayri Arapları da 'Horasan’dan gelme Türkler' olarak anlatıyor...
- Sykes-Picot Antlaşması’ndan sonra, Kemalist yönetim 1921 başlarında Suriye’yi Fransa’ya bırakan; 1922 başlarında da Irak’ı İngilizlere bırakan gizli anlaşmalar yapar. Durumu haber alan Rojava’daki Çiyayê Kurdan (Kürt Dağı) Kürtlerinin reisleri Ankara’ya gelerek istekler broşürü basar. Ancak, Ankara yönetimi bunu inkâr ederek Kürtleri oyalamaya çalışır.
- Keşke iddia edildiği gibi Türkiye modern, laik ve demokratik bir ülke olarak hem içiyle hem de dış komşularıyla barışık olsa da; Türk’ü, Kürt’ü, Arab’ı, Hıristiyan’ı ve Alevisi, Sünnisiyle bu gerilimi ve çelişkileri yaşamasaydık. Keşke, daha 1922’de Rojava Kürtlerinin Mutalebat’ındaki görüş ve öneriler görmezden gelinmese ve dikkate alınsaydı...
GÜLCAN DERELİ
Suriye'de 60 yıllık Baas rejiminin yıkılmasıyla birlikte belirsizliklerle dolu bir döneme girildi. Suriye'nin nasıl şekilleneceği tartışmaları yoğunlaşırken, tarihsel arka plan mevcut durumu okumak için önemli pencereler açıyor. Alevi-Nusayri ayrımı, Türkiye'nin yüzyıllık Kürt-Alevi politikalarının Suriye'ye yansımaları, gizli belgelerde Suriye ve Rojava'ya ilişkin değerlendirmeler, bunun güncel yansımaları, 1922'de Ankara'ya gelen Rojava heyetinin talepleri vb. birçok konuyu, bu alanda birçok referans çalışmaya imza atan tarihçi Mehmet Bayrak ile konuştuk. Bayrak, devletin gizli belgelerinde Suriye ve Rojava gerçeğini belgeleriyle anlattı.
Suriye'de Baas rejiminin yıkılmasıyla birlikte Aleviler ve Nusayriler bir kez daha gündeme oturdu. Siz bu konuda birçok çalışmaya imza attınız. Öncelikle Türkiye'nin son yılında devletin resmi Alevi politikası nasıl şekillendi? Tarihsel kaynaklar ne diyor?
Hep söyleyegeldiğim gibi, “Devlet aklı gizli planda itirafçı ve kabulcü; açık planda red ve inkârcı”dır. Bu belirlemeyi yaparken; başta atamalı profesör ve “Güneş- Dil” teorisyeni Prof. Hasan Reşit Tankut’un gizli raporları olmak üzere çeşitli dönemlerde hazırlanan bu türden çalışmalara dayanıyordum. Nitekim Tankut, hassa subayı olan babasının Abdülhamid tarafından Yemen’e sürülmesinden sonra koleradan ölmesinin akabinde Şam İdadisi’ni (Lise) bitirip memleketi Elbistan’a dönmesinden sonra İttihad-Terakki yönetimince İstanbul’da, Avrupa’da okutulmuş ve Cumhuriyet kurulduktan sonra bizzat Mustafa Kemal tarafından 1925’te “Şark İlleri Asayiş Müşaviri”, “Etno-Politika Uzmanı” ve “Türk Ocakları Genel Enspektörü” sıfatlarıyla tam yetkiyle görevlendirilmiş önemli bir şahsiyettir. Bu kimlikleriyle; 1919’daki Sivas- Hafik Maiyet Memurluğu’ndan başlayarak, 1960 darbecilerinin isteği üzerine 1961’de hazırladığı gizli Kürt Raporu’na kadar 10 dolayında gizli raporunu ilk kez “Kürdoloji Belgeleri”nin 1993’te yayımlanan 1. Cildi’nde yayımlamıştım. Sünni-Türk bir aileden gelen Hasan Reşit, dul kalan annesinin bir evlilik yapması üzerine memleketi Elbistan’a dönmüş ve 1908 Meşrutiyeti öncesi birkaç yıl süreyle Alevi-Kürt köyü Köşk’te büyük Şıxo Ağa’nın evinde barınmış ve böylece yöre Alevi-Kürtleri hakkında da bilgi sahibi olmuştur.
İşte, Hasan Reşit (Tankut), bundan dolayıdır ki özellikle 1925’ten itibaren bilirkişi olarak kendisine başvurulan önemli bir şahsiyettir. Tankut, söz konusu gizli raporlarında; geçmişten beri Arapça’da “Muhammira”, Farsça’da “Surğser”, Kürtçe’de “Sorser”(Kızılbaş), “Ehl-i Haq” gibi değişik isimlerle anıldıktan sonra İttihadçılar döneminde “Alevilik” olarak nitelendirilen inancın, gerçekte İslamdışı bir din olduğunu ve Şiilikle asla karıştırılmaması gerektiğini söyler.
Tankut, çok partili sisteme geçişten sonra 1949’da CHP yönetimine verdiği bir gizli raporda, Alevilerin yaşadığı alanları şöyle anlatır: “Yoğunluk Orta Anadolu’dadır. Muş ilinin Varto ilçesinden sonra Ceyş üzerinden Erzurum ve Kars içinde ince bir koridor halinde Ermenistan’a kadar uzanır. Malatya ve Elazığ’dan başlayarak Maraş ve Antep üzerinden Suriye hududuna kesif olarak dayanır. Bunlar, Kürtçe konuşan, aşiret hayatına bağlı 12 İmam’cılardır. Mersin’den başlayarak Ege’ye kadar bir Tahtacı şeridi vardır. Trakya’da Alevilik Gelibolu yarımadasının içinden başlayarak Karadeniz kıyılarından Bulgaristan’a ve Romanya’ya kadar gider.” (Age, s.297)
Tankut, Alevilerin konuştuğu dilleri ise şöyle sıralar:
“Bizde Alevilerin dört ana dili vardır: Türkçe, Dersim’de Zazaca; Malatya-Maraş’ta Kurmançca; Hatay ve Çukurova’da Arapça’dır.” (Age, s.298)
Tankut, söz konusu raporda Alevilerin Anadolu ve Kürdistan’daki başlıca Ocak ve Dergâhları konusundaysa şunları söyler: “Kültürlü Şehir Bektaşileri de içinde olmak üzere kütle halinde bütün Aleviler şeyhlere, seyyidlere, dede ve babalara yani bilimsel deyimle 'Bab'lara bağlıdırlar. Binaenaleyh, Alevileri safımızda tutmak için bunları kazanmak en kestirme yoldur. Bu 'Bab'lar Malatya, Elazığ, Tokat, Dersim, Merzifon ve Suriye’de Lazkiye gibi beş-on yerdeki Ocaklar’dan çıkar, sayıları elliyi geçmez. Her 'Bab'ın ufak bölgelerde beş yüze yakın vekilleri vardır.”
Tıpkı Kürtlere ilişkin olduğu gibi Alevilere yönelik de tarih sansürü söz konusu yani...
Tankut’un arşivinden çıkıp, söz konusu eserimizde yayımladığımız konuya ilişkin önemli belgelerden biri de, ilahiyatçı Prof. Yusuf Ziya Yörükan’a aittir. Yörükan’dan, İnönü’nün Cumhurbaşkanı olduğu dönemde Milli Eğitim Bakanlığı’nca “İnönü Ansiklopedisi” adıyla yayına başlayıp, Demokrat Parti döneminde “Türk Ansiklopedisi” adıyla devam eden Ansiklopedi’ye “Alevilik” konusunda bir madde istenir ancak bu madde yönetimin işine gelmediği için yayımlanmaz ve Tankut’un Arşivi’nde kalır. Geçtiğimiz yıllarda, akademisyen-yazar olan oğlu Turan Yörükan’ın kaybolduğunu duyurduğu bu makaleyi de 1994 yılında söz konusu kitabımda yayımlamıştım.
Yazar burada, Alevilik anlamına gelen “Aleviyye” ve Aleviler anlamına gelen “Aleviyyun” kavramlarının, Sünni Arapların, Şiî Araplara verdiği bir isim olduğunu ve “Ali yandaşlığı, Ali yandaşları” anlamına geldiğini vurguladıktan sonra, Kürt ve Türkmen Aleviliğinde çok farklı bir “Ali” kültü yaratıldığını vurgular.
Yazar, Aleviliğin değişik versiyonları üzerinde dururken; Muhammed İbn-i Nusayrî’nin de özellikle Lübnan, Şam ve Adana civarında salikleri bulunan Nusayriliği yerleştirdiğini ekler.
Yörükan, Bektaşilik’ten söz ederken de, Yavuz döneminden sonra Balım Sultan tarafından organize edilen ve “Şehir Aleviliği” denebilecek bu öğretinin, geçmişte Mısır’dan Arnavutluk’a kadar yayıldığını belirtir, ancak II. Mahmut döneminde 1826’da yüzlercesinin dağıtıldığını söylemez...