Anlatmak değil göstermek istiyorum
Kültür/Sanat Haberleri —
- “Ben sinemanın bir ekolünden de okulundan da gelmiyorum. Bir dil arıyorum; yaşadıklarımı yaşayanların anlayabileceği, hissedebileceği bir dil. Çünkü sinemanın mevcut dilleri benim söyleme biçimimi karşılamıyor. Bir şeyi anlatmak benim öncelikli kaygım değil. Ne hissettiğimi göstermek istiyorum.”
MİHEME PORGEBOL
Yönetmen Arîn İnan Arslan, son filmi ‘Bêder – Serçenin İlk Adımı’ adlı filmini Ağustos ayı başında video paylaşım platformu YouTube’a yükledi. Film yüklendikten kısa bir süre sonra binlerce kez izlendi. Gergin bir sessizlik içerisinde Dersim’in eşsiz doğasının adeta bir karaktere dönüştüğü filmde hayata dair çelişkilere rağmen bireyin mana arayışı göze çarpıyor. Elbette her birimizin tanık olduğu savaşın derin etkilerini de filmde okumak mümkün. Biz de Arîn İnan Arslan’la “Bêder” üzerine konuştuk.
Sinemacılar genellikle filmlerini YouTube gibi mecralardan korumaya, oralardan uzak tutmaya çalışırlar ama sen doğruca YouTube’da yayımladın. Bunun nedenini anlatır mısın?
Farklı ülkelerde yaklaşık yirmi beş A sınıfı festivale başvuru yaptık, hepsinden ret cevabı aldık. Festivaller konusunda sözüne itimat ettiğim Avrupa’dan bir arkadaşım, 'Bu filmi boşuna yollamayın festivallere, bir galeri ile görüşün öyle yayınlayın' dedi. Deneysel ya da videoart bir işten söz etmiyoruz. Ama festivallerin ve diğer video mecralarının durumunu bu açıklar sanırım. Lafın kısası filmimize mecra bulamadık. İzleyiciye ulaşmanın yolu buydu, biz de öyle yapalım dedik.
Nedir filmin hikayesi, ne anlatmak istiyorsun?
Ben sinemanın bir ekolünden de okulundan da gelmiyorum. Bir dil arıyorum; yaşadıklarımı yaşayanların anlayabileceği, hissedebileceği bir dil. Çünkü sinemanın mevcut dilleri benim söyleme biçimimi karşılamıyor. Bir şeyi anlatmak benim öncelikli kaygım değil. Ben ne hissettiğimi göstermek istiyorum. Günümüz izleyicisi paketlenmiş hızlı tüketilen her şeye alıştı. Görsel dünya da bundan nasibini alıyor. On yıl sonra bir film yaptım, beni anlamasalar ne olur ki? Hep diyorum, insanlar beni anlamasa açlıktan ölmezler. Tam da bu sebepten ortaya herkesin çiğneyebileceği bir şey koymakla yükümlü hissetmiyorum kendimi. Benim nefesimi kesen şeyleri anlatıyorum; neden nefes alamadığımı. Ben nefes alayım diye anlattım. Bu film gidip nefes alamayan izleyicisini bulacaktır. Anlamak isteyenler ise izleyip geçerler. Bunu değiştiremeyiz.
Film ekibinin başarılı bir iş çıkardığı apaçık. Görüntüler, ışık, ses, oyunculuk ve diğer tüm bileşenlerin birbirinden ne fazlası var ne eksiği. Nasıl bir ekiple çalıştın?
Ekipte hem kendi alanında profesyonel insanlar var hem de daha önce sinemayla hiçbir bağı olmayan annem gibi insanlar var. Bu geniş paleti birleştiren yegâne şey senaryoya duyulan güvendi. Yirmi yıla yakındır sinema ile içli dışlıyım. Bu filmde artık kusursuz bir teknikle çalışmak istedim. Çünkü eğer teknikte bir aksaklık olursa insanlar sizin söyleme biçiminizin de kusurlu olduğunu düşünüyor. Olmamış diyerek işin içinden çıkıyor. Oysa ben izleyiciyi köşeye sıkıştırmaya çalışıyorum. Teknik olarak bu kadar muntazam akan bir işte anlam nasıl olur da böyle kusurlu olur diye sorsun istiyorum. Bana eşlik etmesi için kaçış yollarını kesmek de diyebiliriz. Bütün ekip bunun için çalıştı işte.
Filmde çok güçlü metaforları gayet başarılı bir şekilde kullanmışsın.
Ben duygu dili Kürtçe olan bir çocuktum. Sonra okumak namına ne varsa Türkçe ile dizildi içimde. Felsefe, şiir, matematik, fizik hep Türkçedir bende. Şiir düşündüğümde, sinema düşündüğümde imge dünyam Kürtçenin içinde bir şeyler arıyor hâlâ bu yüzden.
Kimi imge ve metaforlar her alandaki birçok sanatçıyı etkilemiştir. Bu yüzden de sık sık karşımıza çıkarlar. Kapı da öyle. Ama sen kapıyı öyle kullanmışsın. Kapı film boyunca birçok şeye dönüşüyor.
İnsan içine nasıl döner? İçimize nasıl bakarız; ileri ve geriye doğru? Bunun bir eşiği var diye düşünüyorum. Çoğu zaman dibine kadar gidip açmaya cesaret edemeyerek geri dönmemizden anlıyorum ki bu bir kapı olmalı. Ama bir köpeğin, kuşun, yılanın geçeceği türden değil. İnsanın geçtiği ve geçtiğinde kuşa, yılana, köpeğe dönüşebileceği bir kapı. Çünkü insan kendi içinde nasıl dolaşır henüz kimsenin bir fikri yok. Nehrin içinde açılan kapı sahnesinde mesela uzun uzun kapının hangi yöne açılması gerektiğini düşünmüştüm. Biz bir eşiğe geldiğimizde akan bir su yanımızda mıdır karşımızda mı? Bu sorunun yanıtı bütün filmde kapının nasıl açılıp kapanacağına da cevap oldu.
Filmi izleyen herkesin dikkatini en çok köpekleşme sahnelerinin çektiğini/çekeceğini düşünüyorum. Bize bu ‘hayvan oluştan bahseder misin? Deleuzyen bir yerden mi bakıyorsun?
Samimiyetle söylüyorum Deleuz’ün hayvan oluş meselesi nedir bilmiyorum. Bu benim ödevim olsun. Ben kendi bildiğim yerden konuşayım istersen.
İnsan bir formdur; çocukluk, gençlik, yaşlılığı da kapsayan bir form. Bizim pişmanlıklarımız geriye doğrudur. Umutlarımız ise ileriye doğru. Basit bir biçimde ifade edecek olursak, pişmanlıklarımız neden ileriye doğru olmasın? İnsan elinin kolunun tuttuğu, bilincinin yettiği yaşlara giderek çocukluğunu iyileştiremez mi? Şimdi bunu sabitleyerek, insan ile aynı maddeden yapılan diğer formlara bakalım. Mesela bir köpek, bir kuş ya da yılan. Bunlara gitmek de çocukken gençleşmek gibi değil midir? Yani hiç bilmediğin bir dilde yürümek, düşünmek, ısırmak, sürünmek gibi. Formlar arasında geçişler benim açımdan çok kaba haliyle bu demek.
‘Hayvan oluş’un savaş gerçekliğiyle ilgisi var mı peki?
İktidarın duyuları vardır; kırmızı çizgilerine benzer bir şey bu da. Savaştan bağımsız düşünmüyorum ama filmden çıkıp insan olmaya içkin tartışmaya devam etsek çok bir şey değişmez. Savaş burada tetikleyicidir. Katalizör de denebilir. İktidarın duyusu nedir? İnsan tarafından tanımlı bütün duyular gibi iktidarın duyuları da belli frekans aralıklarını tarar ve onu algılar. Eğer iktidarın elinde sana ait bir şey olsa ve o şeyi almak için yola çıkmış olsaydın, ne yapmazdın? Onun gördüğü ve duyduğu bir şey olmaktan çıkar ve senin olanı almak için harekete geçerdin herhalde. Köpekleşmek böyle de okunabilir.
Başka bir yere geçelim. Herkesin bildiği bir şey üzerine nasıl konuşulabilir? Bilmek çağın netamesi olmuş. Anlatmak nasıl mümkün olur? Taraflardan biri dinler, eksiktir, teşvik eder, anlat der. Kötülüğün sıradanlığı üzerine çok söz söylendi, keşke iyiliğin sıradanlığının ne menem bir şey olduğu da konuşulsa. Maksatlı ve güdümlü olana her geçen gün biraz daha ilgimi kaybediyorum. İnsanın her şeyde bir mana araması, olana değil olanın anlamına bakması bana zül geliyor.
Şeyleri tarih boyunca biriktirdikleri anlamlardan bağımsız ele almak sorun olmaz mı?
Muntazam bir sıfıra dair ne söylenebilir? Sanat bir bozulmanın sonucunda ortaya çıkar. Yoksa matematik zaten işimizi görürdü anlatmak için. Ben de bozulmuş ve kararlı halini bulamamış bir yapıya bakıyorum burada. Ama kararlı halden kastım da reklam filmlerindeki mutlu aile tabloları değil elbette. Savaştan arta kalanların nasıl devam ettiklerini anlama çabasındayım, onların, bizim nafilelik duygusuyla nasıl yaşadığımızı...
Filmindeki doğa tasvirleri hayranlık uyandırıcı ancak özellikle ağaca çok odaklanmışsın. Sebebi nedir?
Muhtemelen tüm bunlar Dersimli olmaktan kaynaklanıyor. Ben önceki filmlerimde de gidip bir taşa, bir su yatağına sığındım. İnsan yapısı ne varsa bir gün yıkılacak. Bunun fiili olarak olmasına gerek yok, bizim dünyamızda da oluyor. İşte o zaman bütün yaratılmış manalar havada asılı kalıyor. Kendi yarattığınız hiçbir şey çare olmuyor size. O noktada bir köpek, bir güvercin ne yapıyorsa onu yapacağız. Ağacı da bu bağlamda görüyorum. Yaslanılacak bir yer, bir dulda gibi.
****